“Hapishanenin
Doğuşu” adlı esinde Michel Foucault ’nun araştırdığı konunun
temelinde, bugün hapishaneyi hapishane yapan hukuki dayanakların neler
olduğu bunların tarih içerisinde geçirmiş olduğu evrimleri gözler önüne
sermektir.
Her tarihi oluşum kendi iktidar ve kendi direnme biçimlerini açığa
çıkarmaktadır. Eski direnme güçleri ve odakları ile yeni tip iktidar
ile mücadele etmek ancak, kaos yaratır. Yeni iktidar biçimlerine yeni
direnme biçimleri yeni öznellikler gerekmektedir. Eserinin, son
cümlesinde de belirttiği gibi Foucault, “Modern toplumda iktidarın
olgunlaşması ve bilginin oluşumu konularında ki çeşitli incelemelere
tarihsel arka planının oluşumuna hizmet etmesi” ni hedeflemiştir.
Ölüm Cezalarından, bedenin azap çektirilen bir nesne olmasından,
Bedenin iktidarın gücü ile nasıl gözetim altına alınmasına, bedeni
kapatma ve toplumdan suçu veya suçluyu ayırmanın mümkün bir başka yolu
olan hapishane cezalarına geçişi anlatan bir eserdir.
1-Tarihçesi.
Tarihte ölüm cezasının gelişimi, genel anlamda infazın gelişimi ile
koşutluk gösterir, bir başka deyişle cezalandırma hakkı ile birlikte
gelişen yerine getirmenin (infaz) ortaya çıkışı ve ölüm cezasının
ortaya çıkışı arasında çok fazla bir zaman dilimi yoktur. Geçmişte ilk
olarak cezalandırma hakkı ve infaz hakkını kendinde gören imparatorlar
için en kolay infaz şekli, suç işleyen kişinin bedensel varlığının
ortadan kaldırılmasıydı. Bu anlamda hemen hemen her insanoğlu gibi o
dönemin infaz görevlilerini temsil eden imparatorlar da en kolay yolu
seçerek suçlu kişinin bedenini çeşitli yollarla yok etmeyi
yeğlemişlerdi.
Ölüm cezası, tarihte ilk önceleri, suçluya azap çektirdikten sonra
çeşitli şekillerde hayatına son verme amacını taşıyordu ve genel olarak
ölüm cezası, yarı bele kadar toprağa gömüp taşlamak, çarmıha germek ve
taşlatmak, diri diri yakmak, vahşi hayvanlara parçalatmak, atlara
çektirerek parçalatmak, uçurumdan atmak, boğmak, suda boğmak gibi
biçimlerde yerine getiriliyordu, fakat zamanla insanlığın gösterdiği
gelişmeler ve azap çektirmenin toplum üzerinde ters tepkisi sonucu,
azap çektirerek hayata son vermekten vazgeçilerek bedene fazlaca
dokunmadan anlık ölüm biçimine bürünmüştür. Avrupa’da Mart 1792 yılından
itibaren, bu amaçla, ölüm cezalarının infazında giyotin kullanılmaya
başlanmıştır. Zamanla ölüm cezasının infazında anlık ölüm uygulaması
yerleşmiş ve giyotinle öldürmenin yanında ölüm cezası balta veya
kılıçla kafa kesmek (örneğin Batı Almanya), asmak (örneğin Türkiye,
İngiltere, Rusya), kurşuna dizmek (örneğin İtalya, Norveç), elektrik
vererek veya zehirli gazla (örneğin ABD’nin bazı eyaletlerinde)
biçiminde uygulanır duruma gelmiştir.
1764 yılında, Beccaria’nın ilk kez ölüm cezasının kaldırılması
düşüncesini ortaya attığı tarihten bu yana, günümüzün çağdaş dünyasında
yaşamını sürdüren çağdaş toplumlar, ölüm cezasını mevzuatlarından
çıkarma eğilimindedirler ve bir çok ülke bu cezayı kaldırmış
durumdadır. Ekim 2001 ayında yapılan Anayasa değişikliği ile Türkiye’de
de ölüm cezasının sadece savaş ve yakın savaş tehdidi halinde ve terör
suçlarında uygulanacağı, bunların dışında ölüm cezasının kaldırıldığı
düzenlenmiştir.
2-Hukuki Niteliği.
Ölüm cezasının ceza olup olmadığı ve meşru olup olmadığı konusunda çok
ciddi tartışmalar olmuştur ve bu tartışmalar insanlığın gelişimiyle
artarak süregelmiştir. Cezanın özellikleri ile amacını birlikte
değerlendirdiğimizde, ölüm cezasının çağdaş anlamdaki bir cezada
bulunması gereken unsurları taşımadığının farkına varmamız güç olmaz.
Genel anlamda cezayı, cezalandırılma yeteneği olan bir kişiye, kanunun
suç saydığı eyleminden dolayı, ıslah edici ve toplumda suçluluğu
önleyici bir niteliğe sahip olacak şekilde, kanun tarafından
düzenlenmiş olan ve yargısal bir işlemle belirlenerek uygulanan
yaptırım olarak tanımladığımıza göre; ölüm cezasına çarptırılan ve
cezası infaz edilen kişinin, ıslah edilerek topluma kazandırılmasının
ve tekrar suç işlemekten alıkonulmasının (özel önleme) mümkün olmadığı
dikkate alındığında, çağdaş bir ceza niteliği taşımadığı sonucuna
varabiliriz. Bunun yanında çağdaş ceza anlayışına göre cezada bulunması
gereken insancıllık, geri alınabilirlik ve özel önleme ve ıslah
edicilik özellikler de ölüm cezasında yoktur. Nitekim, ölüm cezasının
kaldırılması gerekliliğini ilk olarak ortaya atan Beccaria’nın dediği
gibi, ölüm cezası, “asla insanları daha iyi hale getirmemiştir.
3- Ölüm Cezası Hakkındaki Görüşler.
Ölüm cezası, belki de hukukta en çok tartışılan ceza olmuştur ve
hakkında tarih boyunca çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan
ölüm cezasının lehinde olanlar, bu ceza ile aynı tarihi paylaşıyor
olmalarına rağmen; aleyhindeki görüşler, 18. yüzyıldan sonra dile
getirilmeye başlanmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere, ilk kez ünlü
ceza hukukçusu Beccaria tarafından dile getirilen aleyhteki görüşler
zamanla Voltaire, Ciamarelli, Victor Hugo gibi düşünürlerce de
savunularak destek bulmuştur ve bu gelişimin sonucunda pek çok çağdaş
ülkede ya tamamen kaldırılmış, ya çok sınırlı suçlara özgü olarak
uygulamada kalmış ya da mevzuatta yer olmasına rağmen eylemli olarak
uygulanmaz hale gelmiştir. Ülkemizde de ölüm cezası hakkında çok
tartışmalar yaşanmış ve bunların sonucunda, 1997 tarihli TCK Ön
tasarısında ölüm cezası kaldırılarak yerine ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası getirilmesi düzenlenmiştir. Ekim 2001 ayında yapılan
Anayasa değişikliği ile de, ölüm cezası savaş, yakın savaş tehdidi hali
ve terör suçları dışında kaldırılarak anayasal zemin hazırlanmıştır.
Ölüm cezası hakkında ileri sürülen görüşleri öğreti ve uygulama açısından iki başlık altında ele almak mümkündür.
Ölüm cezası, öğretide çok hararetli tartışmalar yaratmıştır ve bu
tartışmalar sonucunda ortaya atılan fikirleri ölüm cezasının lehinde ve
aleyhinde olan fikirler olarak iki başlık altında incelemek daha doğru
olacaktır.
Zorunlu Ceza Görüşü.
Açıklaması
Oldukça çok taraftar bulan bu düşünceye göre, ölüm cezasının meşruluğu
zorunlu ceza olmasından gelir ve haklılığı konusunda tereddüt edilmez,
meşru müdafaa noktasında nasıl yaşam hakkı savunulamıyorsa, devletin
zorunluluğa dayanan ceza verme hakkı karşısında da (ölüm cezası
aleyhinde) düşünce savunulamaz. Toplumun korunmasında özgürlüğü
bağlayıcı cezalar yetersiz kalıyorsa, ölüm cezası zorunluluk gösterir
ve bu noktada meşrulaşır.
Hatta bir düşünüre göre acı, kan ve ölüm, ulusların hayatı için
şarttır, ölüm cezası olmasaydı. Socrates ve İsa var olamazdı. Zorunlu
ceza fikrini savunanlar arasında bazı farklı düşünceler de yer
almıştır. Örneğin Garraud’a göre; toplum için zorunluluk göstermeyen
ölüm cezası meşru sayılmaz ve sadece soyut gerekçelerle bu ceza
savunulamaz. Toplumun genel eğilimi ölüm cezasının varlığını veya
kaldırılmasını belirler. Clerc de ölüm cezasının meşruluğunun içinde
bulunulan zamanki toplumun örf ve adetlerine göre değerlendirmesi
gerektiği kanısındadır. Ferri, ölüm cezasının doğada var olduğunu ve
kesinlikle hukuka aykırılık oluşturmadığını, meşru müdafaada olduğu
gibi ölümün haklı olduğu durumda ölüm cezasının da haklı olduğunu,
fakat buna rağmen en son ve istisnai bir çare olarak ele alınması
gerektiğini savunmuştur. Bettiol ise toplumu koruma kavramı ile sosyal
zorunluluk kavramını ayırma güçlüğünden hareket ederek ölüm cezasının
meşruluğunu ileri sürmüştür. Braas’a göre, ölüm cezası meşrudur, fakat
sosyal gereksinimler göz önüne alınarak uygulanmalıdır. Manzini’ye göre
ise; ölüm cezasının mantıksal ve faydacı tarafı dikkate alındığında,
siyasi amaçlar, önyargılar ve duygusal nedenlerin dışında aleyhinde
ileri sürülen gerekçelerin inandırıcılığı yoktur.
Eleştirisi
Zorunluluk görüşünü savunanların ortak noktaları, bu cezanın toplum
için zorunluluk oluşturmasıdır. Fakat zorunluluk nedir, kapsamı nedir,
toplumlar için ne zorunludur, ne zorunlu değildir, zorunluluğun
sınırları nerede başlar, nerede biter sorularına kesin ve şüpheden uzak
bir biçimde net cevaplar verebilmenin güçlüğü ortadadır. İşte bu
noktada zorunluluk kavramının göreliliği (izafiliği) ortaya çıkar ki,
her toplum için göreceli bir kavram olan zorunluluğu açıklamak
güçleşir. Faydacı bir ölçüt olan zorunluluk kavramına dayanarak, korkunç
bir olay olan ölümü meşru kılmanın mantıksal bir savunusu olamaz.
Toplumların gelişmesiyle zaten önemini kaybeden ölüm cezasının, hukuki
anlamda kesin olarak açıklanamayan zorunluluk fikrini terk ederek,
uygarlığın suçlara karşı bulacağı daha çağdaş cezaların gerekliliği
üzerinde tartışmanın daha doğru olacağı kanısındayız. Ölüm cezasını,
hasta toplumun ilacı olarak kabul eden Montesquieu’ya katılmak olanak
dışıdır.
Prins, ölüm cezası zorunlu olamayacağı, zira müebbet hapis cezasının en
tehlikeli suçlular için bile yeterli bir ceza olduğu görüşündedir ve
bunu çok çarpıcı bir örnekle şöyle açıklar; bir avcı vahşi ormanda bir
pantere rastlarsa, onu tereddüt etmeden öldürür, fakat onu bir kafesin
demir parmaklıkları arasında görürse öldürmez, zira panter kuvvetsiz
hale gelmiştir ve insan öldürmek için öldürmez. Pons’a göre ise, ölüm
cezası zayıf bir devletin güç gösterisidir ve öldürmekten başka biçimde
suçu önleyemediğini itiraf etmesidir.
Cengiz Bardak’a göre; zorunlu ceza görüşü kabul edilse bile suçun
işlenmesinde devletin sorumluluğunun olduğu göz ardı edilmemelidir.
Suçluyu suça iten sebeplerin çoğunda devletin ona vermediği eğitim,
sosyal ve ekonomik imkansızlıklar yatmaktadır. Bu konuya değindikten
sonra Foucault’nun Bu konu hakkında neler düşündüğüne artık
geçebileceğimizi düşünüyorum.
Mahkumların Bedeni
Bu kitabın amacı; modern ruhun ve yeni yargılama erkinin birbiriyle
bağlantılı tarihini; cezalandırma erkinin desteklerini bulduğu,
meşruluk noktalarını sağladığı, etkilerini yaydığı ve onun aşırı
özgürlüğünü maskeleyen , bugünkü bilimsel-hukuki bütünün soy ağacını
çıkarmak.
Fakat modern ruhun yargı içinde ki tarihi nereden itibaren
yapılabilir?hukuk veya ceza usulü kuralların evrimiyle yetinilecek
olursa; ortaklaşa duyarlıktaki değişmeyi kitlesel, dışsal, hareketsiz
ve birinci bir olgu olarak, insanlığın bir gelişmesi veya insan
bilimlerinin bir gelişmesi olarak değerlendirme tehlikesi bulunmaktadır.
Durkheim’ın yaptığı gibi, yalnızca genel toplumsal biçimlerin
incelenesi halinde ise, cezaların yumuşamalarının ilkesi olarak
bireyselleşme süreçlerini ortaya koyna tehlikesini taşımaktadır, bunlar
aslında daha çok yeni iktidar taktiklerinin ve bunların arasında da
yeni ceza mekanizmalarının etkilerinden biridirler. Burada sunduğumuz
inceleme dört genel kurala uymaktadır.
1- Cezai mekanizmaları yalnızca ‘baskıcı’ etkilerinin, yalnızca
‘yaptırım’a yönelik yanlarını üzerinde merkezlendirmemek onları, ilk
bakışta marjinal olsalar bile, yol açabilecekleri tüm olumlu etkiler
dizisinin içine yerleştirmek. Buna bağlı olarak cezalandırmayı karmaşık
bir toplumsal işlev olarak ele almak.
2- Cezalandırma yöntemlerini yalnızca hukuk kurallarının sonuçları veya
toplumsal yapıların göstergeleri olarak değil de; iktidarın diğer
usullerinin daha genel olan alanı içinde, kendi özgürlüklerine sahip
teknikler olarak çözümlemek. Cezalandırman üzerinden, sayasal taktik
açısını ele almak.
3- Ceza hukuku tarihini ve insanbilimleri tarihini, kesişmeleri
tarihini, kesişmeleri birine veya diğerine tercihine göre bozucu veya
yararlı etki yapan iki ayrı dizi olarak almak yerine, ortak bir
matrisin olup olmadığını ve bunların her ikisinin birden
“epistemolojik-hukuki” bir oluşum sürecine bağlı olup olmadıklarını
aramak; kısacası iktidar teknolojisini, cezalandırman ilkesi ve
insanileşmesi ile insanın tanınmasına yerleştirmek.
4- Ruhun ceza adaleti sahnesine bu girişinin v onunla birlikte
katılmasının, bizzat gövdesi iktidar ilişkileri tarafından kuşatılmış
olan bir tarz dönüşümünün etkisinin sonucunu olup olmadığını aramak.
Sonuç olarak: cezalandırma yöntemlerinin dönüşümün içinde iktidar
ilişkilerinin ve nesne bağlantılarının ortak tarihinin okunabileceği bir
beden olarak tarihinin okunabileceği bir beden siyasal teknolojisinden
itibaren incelemek, böylece iktidar tekniği olarak ceza yumuşamasın
çözümlenmesi aracılığıyla, aynı anda hem insanın,nesneleri olarak suça
nasıl katlandıklarını ve hem de kendime özgü bir tabi kılma tarzının,
“bilimsel” statülü bir söylemin bilgi nesnesi olarak insanı nasıl
ortaya çıkarttığı anlaşılabilir.
Ruche ve Kirkheimer’ın büyük kitaplarından belli sayıda esas atıf
noktasını akılda tutmak mümkündür. Öncelikle cezalandırmanın her şeyden
önce suçları bastırmanın bir biçimi olduğu, ve bu rol içinde toplumsal
figürlere, siyasal sistemlere veya inançlara göre sert veya hoş görülü
olacağı, kefaret ödetmeye dönük olacağı veya bir telafi elde etmeye
bağlı kalacağı, bireylerin takibine veya ortaklaşa sorumlulukların işe
katılmasına yaslanacağı yanılsamasından kurtulmak gerekir. Yapılması
gereken daha çok, “somut cezalandırma sistemleri”ni çözümlemek, onları
yalnızca toplumun hukuki donanımının, ne de ahlaki tercihlerinin
açıklayabileceği toplumsal olgular olarak incelemek; onları suçlara
uygulanan yaptırımların tek unsur olmadığı işleyiş alanına yeniden
yerleştirmek; cezai tedbirlerin yalnızca bastırmaya, engellemeye,
dışlamaya, yok etmeye olanak veren “olumsuz” mekanizmalar
olmadıklarını, bunların desteklenmekle yükümlü olduklarını göstermek.
Bedeni cezalarda ani bir artışa tanık olunacaktır. Örneklerin çoğu itibariyle beden ulaşılabilir tek mal varlığıdır.
Klasik dönemdeki idam cezalarına bir örnek olarak, Damiens’in idamı verilebilir bu korkunç idam 2 mart 1757’de olmuştur.
Tarihçiler beden tarihine el atalı uzun zaman olmuştur. Bedeni bir
nüfus veya tarihsel bir patoloji alanında incelemişlerdir; bedeni
ihtiyaçların ve iştahların makamı fizyolojik süreçlerin yeri veya
mikrop saldırılarının hedefi olarak incelemişlerdir.
Fakat beden aynı zamanda siyasal bir alanın içine de doğrudan dolmuş
durumdadır. İktidar ilişkileri onun üzeride doğrudan bir müdahale
meydana getirmektedirler; onu azap çektirmekte, onu işe koşmakta, odan
işaretler talep etmektedirler. Bedenin bu siyasal olarak kuşatılması
karmaşık ve karşılıklı ilişkilere göre, onun ekonomik kullanımına
bağlıdır. Bedenin iktidar ve egemenlik ilişkileri tarafından
kuşatılmasının edeni büyük ölçüde, üretim gücü olmasından
kaynaklanmaktadır, fakat buna karşılık bedenin işgücü olarak oluşması
ancak onun bir tabiat ilişkisi içinde alınması halinde mümkündür. Beden
ancak hem üretken beden hem de tabi kılınmış bir beden olduğunda
yararlı güç olacaktır bu tabi kılınma durumu yalnızca şiddet, ya da
ideoloji araçlarıyla elde edilmektedir; doğrudan ve fizikte olabilir.
Güce karşı güç kullanılabilir, maddi unsurlara yönelebilir ama bu
yüzden şiddete yönelik olmayabilir. Yani tam olarak bedenin işleyişinin
bilimi olmayan bir beden “bilgisi” ve onları yenme yeteneğinden daha
fazla bir şey olmak üzere, onun güçlerine bir egemen olma, bedenin
siyasal teknolojisi olarak adlandırılabilecek şeyi oluşturmaktadırlar.
Bilginin ancak iktidar ilişkilerinin askıya alındığı yerde olacağını ve
bilginin ancak onun emirlerinin, taleplerinin ve çıkarlarının dışında
gelişebileceğini düşündüren koskoca bir gelenekten de vazgeçmek
gerekmektedir. Daha çok, iktidarın bilgi ürettiğini, iktidar ve
bilginin birbirlerini doğrudan içerdiklerini, bağlantılı bir bilgi
alanı oluşturmadan iktidar ilişkisi olamayacağını… kabul etmek gerekir.
Demek ki bu “iktidar-bilgi” ilişkilerini iktidar sistemine nazaran
serbest olacak veya olmayacak bir bilgi öznesinden itibaren çözümlemek
gerekir; bunun tersine bilen öznenin, bilinecek nesnelerin ve bilme
tarzlarının, iktidar-bilgi arasında ki bu karşılıklı temel kapsamların
ve onların tarihsel dönüşümlerinin etkileri olduklarını göz önüne almak
gerekir.
Kısacası, iktidara yararlı olan veya ona ayak direyen bir bilgiyi
üretecek olan bilgi öznesinin faaliyeti değil de; iktidar–bilgi biçimi
ve alanlarını belirleyen süreçler ve mücadelelerdir.
Genel olarak cezaların ve hapishanenin bir beden siyasal teknolojisinin
içinde yer almasını, bana tarihten çok şimdiki zaman öğretmiştir. Şu
an son yıllar esnasında dünyanın hemen her yerinde hapishane
ayaklanmaları meydana gelmiştir. Bunların hedefleri, parolaları, cereyan
ediş tarzları kesinlikle paradoksal bir yan sahip olmuşlardır. Bunlar,
geçmişi bir yıldan daha fazla geriye giden koskoca bir fizik
yoksunluğuna karşı olan ayaklanmadır.
Ama bunlar aynı zamanda model hapishanelere, sakinleştiricilere, tecride, tıbbi veya eğitsel hizmete de karşı olmuşlardır.
Söz konusu olan kesinlikle bedenler düzeyinde, bizzat hapishanenin
bedenine karşı olan bir isyandır. Gündemde ki konu Hapishanenin aşırı
kaba veya aşırı arındırılmış; aşırı ilkel veya aşırı gelişkin çevresi
değildi; İktidarın aleti ve vektörü olması ölçüsünde, onun
maddiliğiydi. “Ruh” teknolojisinin onun araçlarından birinden ibaret
olması gibi iyi bir nedenden ötürü ne örtmeyi, ne de telafi etmeyi
başaramadığı iktidarın beden üzerinde ki şu teknolojisinin tamamıydı.
Ben, kapalı mimarisi içinde bir araya getirdiği bedene yönelik tüm
siyasal kuşatmalarla birlikte, işte bu hapishanenin tarihini yapmak
isterim. Tam bir anokranizmadan ötürü mü? Eğer bu sözden geçmişin
tarihini şimdinin terimleriyle yapmak anlaşılırsa, hayır; Eğer,
şimdinin tarihini yapmak anlaşılırsa evet.
Azap Çektirmenin Görkemi
1670 Kararnamesi ceza uygulamasının genel biçimlerini devrim’e kadar
hükmü altında tutmuştur. Hükme bağladığı cezaların hiyerarşisi
şöyledir: “Ölüm konunun kanıt gerektirmesiyle birlikte, sürekli kürek,
kamçımla, suçunu herkesin önünde itiraf etme, sürgün.” Demek ki Fizik
cezaların payı büyüktü. Örfler, suçların cinsi, mahkumların statüleri
bu cezaları daha da çeşitlendirmektedir.
Azap çektirme yalnızca törensel idam infazından değil, aynı zamanda bu
ilave biçimi altında olmak üzere, cezalandırma içinde sahip olduğu
anlamalı yeri belli etmekteydi; biraz ciddi her ceza, kendisiyle
birlikte azap çektirmeye ilişkin bir şey gerektirmek zorundaydı.
Azap Nedir? Jaucourt “Dayanılması az veya çok olanaksız olan, acı veren
bedeni ceza” demekte ve şunu eklemekteydi: “İnsanların hayal gücünün
genişliğinin, barbarlığı ve gaddarlığı bu hale getirmiş olması
açıklanamaz bir olgudur.” Belki açıklanamazdır ama kesinlikle kural
dışı ve vahşi değildir. Azap çektirme bir tekniktir ve yasasız bir
öfkenin azgınlığıyla özdeşleştirilmesi gerekir. Öncelikle, kesin olarak
ölçülmese bile en azından değerlendirilebilen, kıyaslanabilen ve
hiyerarşik hale getirilebilen belli bir miktarda acı üretmelidir; ölüm
sadece yaşama hakkından mahrum bırakma olmaması ve hesaplı bir acı
çektirmenin basamaklarının fırsatı ve sonu olması ölçüsünde azaptır.
Ölüm’ünü Binlerce ölüme bölerek ve varoluşunun sona ermesinden önce onu
acı içinde tutma sanatıdır.
Bunun hukuki bir kodu vardır; ceza azap çektirmeye yönelik olduğunda,
bedenin üzerinde rastlantıyla veya blok halinde inmemektedir; veya blok
halinde inmemektedir; ayrıntılı kurallara uygun olarak hesaplanmıştır,
vurulan kamçı sayısı, kızgın demirin basılacağı yer, can çekişmenin
uzunluğu ve uygulanacak sakatlamanın tipi.
Azap çektirmenin “aşırılıklarının” içinde koskoca bir iktidar ekonomisi yer almaktadır.
İşkence çok titizlikle uygulanan adli bir oyundur. Ve bu niteliğinden
ötürü, Engizisyon tekniklerinin ötesinde, çeşitli eski iddia usulleri
içinde geçerli olan işkencelere bağlanmaktadır. Adli deneyler, adli
düello, Tanrı yargısı, sorgulama emrini veren yargıçlarla işkenceye
tutulan kuşkulu kişi arasında, adeta bir cins düello olmaktadır;
işkenceden geçen “patient” (azap çektirilen kişi) katılığı basamak
basamak artan bir dizi deneyden geçmekte ve “dayanarak” başarmakta veya
itiraf ederek başarısız olmaktadır. Fakat yargıç işkenceyi kendi
hesabına riske girmeden dayatamamaktadır, oyunun içine bir ödülü yani
daha önceden topladığı kanıt unsurlarını katmaktadır. Çünkü kural
sanığın “dayanması” ve itiraf etmemesi halinde yargıcın vazgeçmesini
gerektirmektedir. İşkence gören kazanmıştır. Bunun sonucunda en ağır
durumlar için sorgulamanın “kanıtlar saklı” olmak üzere yapılması adeti
benimsemiştir. Bu durumda yargıç işkenceden sonra toplandığı kanıtları
geçerli sdaymayı sürdürebilir, kuşkulunun masumiyeti direnmesi
sayesinde, kanıtlanmış değildir; ama bu zaferi sayesinde, artık ölüme
mahkum edilmeyecektir.
Bir gerçeği hızla ve inatla arama görüntüsü altında, Klasik işkencede
bir sınamanın kurala bağlı mekanizması yer almaktadır: gerçeği ortaya
koyacak fizik bir meydan okuma; işkence gören kişi eğer suçluysa,
çekeceği acılar adaletsiz olmayacaktır; ama eğer masumsa bu acılar onun
suçtan arınmasının işaretleri olacaktır.
Kısacası, ceza alanında kanıtlama, doğru veya yanlış gibi ikili bir
sisteme değilde, sürekli bir artış ilkesine boyun eğiyordu, kanıtlama
süreci esnasında ulaşılan bir basamak suçluluk derecesini oluşturuyor
ve buna göre bir cezalandırma derecesini gerektiriyordu.
Mahkumun bedeni kamusal cezalandırmanın törensel çerçevesinin yeniden
esas bir parçası olmaktadır. Suçlu mahkumiyetini ve işlediği suçun
gerçeğini gün ışığına taşımaktadır. Gösterilen, dolaştırılan, teşhir
edilen, azap çektirilen bedeni, o zamana kadar karanlıkta kalmış olan
bir yargılama usulünün kamusal desteği gibi olmak durumundadır; adalet
eylemi onda, onun üzerinde herkes için okunabilir hale gelmek
zorundadır. Gerçeğin cezanın kamuya açık infazı içinde ki bu fiili ve
görkemli dışavurumu 18. yüzyılda bir çok çehreye bürünmektedir.
1- Önce suçluyu kendi mahkumiyetinin habercisi haline getirmek. Mahkum
bir bakıma bu mahkumiyeti ilan etme ve böylece kendisine yöneltilen
suçlamayı teyit etme yükümlülüğü altına sokulmaktadır.
2- İtiraf sahnesini bir kez daha sürdürmek. Suçun herkesin önünde
itiraf edilmesinin meydana getirdiği zorlamayı, kendiliğinden ve kamuya
açık bir ilanla iki katına çıkartmak. Azap çektirmeyi gerçeklik anı
olarak İhdas etmek (ortaya koymak).
3- Azap çektirmeyi bizzat suçun üzerine eklemek; birinden diğerine bir
dizi şifresi çözülebilir bağlantı kurmak. Mahkumun cesedinin suçu
işlediği yerde veya buralara en yakın kavşaklardan birinde teşhir
edilmesi.
En uç noktada, suçlunun infazı esnasında suçun adeta tiyatrovari bir
şekilde yeniden üretildiğine ilişkin birkaç örnek bulunmaktadır. Adalet
herkesin gözü önünde suçu azap çektirme yoluyla tekrarlamakta, suçu
gerçekliği içinde kamuya göstermekte ve aynı zamanda onu suçlunun
ölümünün içinde iptal etmektedir.
4- Nihayet azap çektirmenin yavaşlığı, uygulama sırasında meydana gelen
beklenmedik olaylar, mahkumun feryat ve acıları yargısal ayinin
sonunda, bir sınav rolü oynamaktadır.
İşkencenin acıları, hazırlık soruşturmasındakilerin uzantısı
olmaktadır; ancak hazırlık soruşturmasında oyun henüz oynanamamıştır ve
hayatını kurtarmak mümkündür; ama şimdi kesinlikle ölünmektedir, artık
ruhu kurtarmak söz konusudur.
Adli işkence aynı zamanda siyasal bir ayinsel çerçeve olarak da
anlaşılmalıdır. Hatta düşük bir tarzda olmak üzere, iktidarın kendini
dışa vurduğu törenler arasında yer almaktadır.
Klasik çağın hukukuna göre, yasa ihlali muhtemel olarak açabileceği
zararın ötesinde, hatta çiğnediği kuralın ötesinde, yasayı geçerli
kılanın hakkına zarar vermektedir. “Bireye ne zarar verildiği, ne de
hakaret edildiği varsayımı altında, yasanın yasakladığı bir iş
yapılırsa, bu telafi edilmesi gereken bir suçtur, çünkü üst
konumdakinin hukuku çiğnenmiştir, ve bu onun karakterinin yüceliğine
yönelik bir harekettir. Suç asıl kurbanın dışında, hükümdara
saldırmaktadır; ona kişisel olarak saldırmaktadır; ona kişisel olarak
saldırmaktadır, çünkü yasa hükümdarın iradesi olarak geçerlidir; ona
fizik olarak saldırmaktadır. Çünkü yasanın gücü hükümdarın gücüdür.”
Azap çektirme töreni yasaya iktidarını veren güç ilişkisini gün ışığına çıkartmaktadır.
Halkın darağacının dibine yığılmasının nedeni mahkumun acılarını seyretmek veya celladın öfkesini tahrik etmek için değildir.
Genelleşmiş Ceza
“Cezalar ılımlı ve suçlarla orantılı olsunlar, ölüm cezaları
yalnızca cinayet işleyenlere verilsin ve insanlığı isyan ettiren azap
çektirmeler kaldırılsın”
Islahatçıların darağacı despotluğuna karşı geceli kazandıkları
“insan”da bir ölçü insandır; ama nesnelerin değil de iktidarın ölçüsü.
Cezalandırma iktidarının yeni bir ekonomisini ve yeni bir teknolojisini
oluşturmak 18.yy’ın ceza ıslahatlarının esas varlık nedenini olmuştur.
Cezaların bu örnek olma işlevini ortay çıkarmak için 18.yy’ı beklemek
gerekli değildi. Örnek; dışa vuran bir ayin değil, engel oluşturan bir
işarettir.
Cezalandırma iktidarının onunla donatılmak istenildiği Semio-teknik beş veya altı kurala dayanmaktadır.
1- En az Miktar Kuralı: suçun bireye sağladığı avantajlardan fazla ceza.
2- Yeterli Ülküsellik Kuralı: Ceza düşüncesinin yaratacağı sıkıntı ve korku.
3- Yan etkiler Kuralı: Ceza en yoğun etkilerini suç işlememiş kişilerin üzerinde yapmalıdır.
4- Tam Olarak Emin Olma Kuralı: Suçun kesin olarak bir ceza ile
karşılaşacağının bilinmesi bunların arasında tam olarak bir ilişki
olduğunun bilinmesi.
5- Harcıalem (Herkes İçin; Genel-Geçer) Gerçek Kuralı: Suçun tüm
aşikarlığı içinde ve herkes için geçerli yöntemlere göre ortaya çıkarmak
ilk ödev haline gelmiştir. Suçun gerçekliğinin saptanması, her gerçek
için geçerli genel kıstaslara tabi olmalıdır.
6- Optimal Nitelik Belirlenmesi Kuralı: Ceza Semiotiğinin azaltmak
istenilen yasadışılıkların tüm alanını tam olarak kapsayabilmesi için,
bütün yasa ihlallerinin belirlenmiş olması gerekir; bunların, hiçbirini
dışta bırakmayan türler halinde birleştirilmiş ve sınıflanmış
olmalıdır.
Cezaların insanileştirilmesinin altında bulunan “Cezaların
yumuşaklığı”nı cezalandırma iktidarının hesaplanmış bir ekonomisi
olarak talep eden, bunlara daha iyi izin veren tüm bu kurallardır.
Cezaların Yumuşaklığı
Demek ki cezalandırma sanatı koskoca bir tasarım teknolojisine dayanmak
zorundadır. Bu girişim ancak, doğal bir mekaniğin içinde yer alması
halinde başarıya ulaşabilir.
Bir suça uygun cezayı bulmak, bir kötülük yapma düşüncesini çekici
olmaktan kesinlikle çıkartan bir dezavantajı aramak demektir. Azap
fikri zayıf insanın kalbinde hep mevcut olsun ve onu suça iten duyguya
egemen olsun . Tıpkı eski damgalar –intikamların eski azap çektirmeleri
örgütledikleri gibi,bu işaretler- engellerde yeni ceza donanımını
oluşturmaktadırlar. Ama işleyebilmeleri için bir çok koşula boyun
eğmeleri gerektirmektedir.
1- Mümkün olduğunca az keyifli olmak, neyin suç olarak kabul edilmesi
gerektiğini, toplumun kendi çıkarları doğrultusunda tanımladığı
doğrudur; demek ki suç doğal değildir. Cezaya suçun doğasıyla mümkün
olduğunca uygunluk vermek gerekir.
2- Bu işaretler oyunu güçler mekaniğinin üzerine taşımak zorundadır;
suçu çekici kılan arzuyu azaltmak, cezayı korkutucu yapan ilgiyi
artırmak, yoğunluklar orantısını tersine çevirmek, böylece cezanın
dezavantajlarının zihinde canlandırılmış halinin, suç ve sağladığı
zevkinden daha canlı olmasını sağlamak.
3- Buna bağlı olarak, zamansal bir değişmenin yararı ceza
dönüştürmekte, değiştirmekte, işaretler kaymakta, engeller çıkmaktadır.
Eğer ıslah edilmesi mümkün olmayanlar varsa, onları elemeye karar
vermek gerekir.
4- Ceza mahkumun cephesinden bir işaretler, ilgiler ve süre
mekaniğidir. Fakat suçlu cezanın hedeflerinden yalnızca biridir. Ceza
özellikle diğerlerini ilgilendirmektedir, tüm muhtemel suçlular.
5- Cezalandırma törenini ayakta tutacak olan artık hükümdarlığın dehşet
verici ihyası değildir de, yasanın yeniden etkin kılınması, suç fikri
ile ceza fikri arasında ki bağın ortaklaşa olarak güçlendirilmesidir.
6- Toplumda ki geleneksel suç söylemi artık devrilebilir. 18.yy’ın yasa
koyucularının büyük kaygıları, suçluların kuşkulu ünlerini nasıl yok
etmeli. Eğer yeni ceza şifrelemesi iyi yapıldıysa, eğer matem töreni
gerektiği gibi cereyan ediyorsa, suç artık ancak bir felaket olarak ve
kötülük yapan kişide, toplumsal hayatın yeniden öğretildiği bir düşman
olarak görülebilir.
İtaatkar Bedenler
Klasik dönem boyunca, bedenin iktidarın nesnesi ve hedefi olarak bir
keşfedilişi söz konusudur. O tarihle de edene yöneltilen dikkatin
işaretleri kolaylıkla bulunabilecektir. Makine- insanın büyük kitabı,
eş anlı olarak iki sicile birden kaydedilmiştir. İlk sayfalarını
Descartes’in yazdığı ve hekimlerin, filozofların devam ettirdikleri
anatomik metafizik sicil koskoca bir askeri okula ve hastaneye ilişkin
yönetmelikler ve bedenin işlemlerini denetlemeye ve düzenlemeye yönelik
ampirik ve bilinçli usuller bütünü tarafından oluşturulan teknik
siyasal sicil. Bu iki sicil birbirinden iyice farklıdır, çünkü
birincisinde işleyip ve açıklama söz konusuyken, ikincisinde ise itaat
ve kullanım söz konusuydu, anlaşılabilir beden, yararlı beden. La
Mettrie’nin makine insan’ı aynı anda hem ruhun maddeci bir indirgenişi,
hem de genel bir terbiye etme teorisidir; bunların merkezinde,
çözümlenebilir bedene yoğrulabilir bedeni ekleyen “itaatkarlık” kavramı
hüküm sürmektedir. Tabi kılınan, kullanılabilen ve geliştirilebilen
bir beden itaatkar bir bedendir. Ünlü otomotlarda kendi cephelerinden,
yalnızca organizmayı aydınlatmanın bir biçimi değillerdi; bunlar aynı
zamanda siyasal taşbebekler, iktidarın küçültülmüş modelleriydiler;
küçük makinelerin iyi yetiştirilmiş ve uzun eğitiminden geçmiş
olayların kral II. Frederic’in saplantısı .s
18.yy’ın çok fazla ilgi gösterdiği bu itaatkarlık şemalarında bu kadar
yeni olan neydi? Beden bu kadar zorlayıcı ve baskıcı kuşatmaların
kesinlikle ilk kez nesnesi olmuyordu; beden her toplumda, ona
zorlamalar, yasaklar veya zorunluluklar dayatan çok sıkıcı iktidarların
içine alınmıştı. Ancak bu tekniklerde bir çok şey yenidir. Önce
denetim ölçeği: artık bedeni çözülmez bir birim olarak, kabaca, kitle
olarak ele almak değil de onu, ayrıntıda işlemek, onun üzerine ince bir
baskı uygulamak, bizzat mekanik düzeydeki zapt etmeleri sağlamak söz
konusudur: fakat beden üzerinde sonsuza kadar bölünebilen bir iktidar
daha sonra denetim nesnesi artık hal ve gidişin veya bedenin işaret
eden unsurları değil de hareketlerin ekonomisi, etkinliği, bunların iç
örgütlenmesi söz konusudur. Zorlama işaretlerden çok güçlere
yönelmiştir. Gerçekten önemli olan yegane tören uygulamanınki
olmaktadır. Son olarak da tarz bu kesintisiz, sabit faaliyetin
sonucundan çok sürecini gözeten bir baskı gerektirmekte, mekanı
hareketleri çok yakından çerçeveleyen bir şifrelemeye göre
uygulamaktadır. Bedene işlemlerinin özenli denetimine izin veren onun
güçlerinin sürekli olarak tabi kılınmasını sağlayan ve onlara bir
itaatkarlık – yarar oranını dayatan yöntemlere “disiplinler” adı
verilir. Disipline yönelik çok sayıda usul uzun zamandan beri vardır.
“manastırlarda, ordularda, atölyelerde” fakat disiplinler 17 ve 18 yy
esnasında genel egemenlik kurma formülleri haline gelmişlerdir. Bunlar
kölecilikten farklıdırlar. Çünkü bedenin sahiplenildiği bir ilişkiye
dayanmamaktadırlar. Hatta bu masraflı ve şiddetli yöntemden vazgeçerek
en azından onun ki kadar büyük yararlı sonuçlar elde etmek disiplinin
sağladığı rahatlık olmaktadır.
Disiplinlerin tarihsel anı yalnızca becerilerinin gelişmesini veya
bağımlılığının ağırlaştırılmasını değil de aynı zamanda onu aynı
mekanizma içinde daha fazla yararlı hale getirdiği ölçüde daha da fazla
itaatkar kılan bir ilişkiyi oluşturmayı hedefleyen bir insan bedeni
sanatının doğduğu andır. Bu andan sonra artık beden üzerinde bir
çalışma onun unsurlarının, hareketlerinin, davranışlarının hesaplı
kitaplı bir manipülasyonu (saptırmak) olan bir baskılar siyaseti
oluşmaktadır. İnsan bedeni onun derinlerine inen eklemlerini bozan ve
onu yeniden oluşturan bir iktidar mekanizmasının içine girmektedir.
Aynı zamanda bir “iktidar mekaniği” de olan bir “siyasal anatomi”
doğmaktadır. Bu anatomi başkalarının bedenlerine yalnızca onların
istenilen şeyleri yapmaları için değil aynı zamanda öyle istenildiği
üzere hız ve etkinliğe uygun olarak belirlenen tekniklere göre iş
görmeleri için nasıl el konulabileceğini tanımlamaktadır. Disiplin
böylece bağımlı ve idmanlı itaatkar bedenler imal etmektedir .
Disiplin tek kelime ile bedenin iktidarını çözmektedir; onu bir yandan
arttırmak istediği bir “yatkınlık” bir “kapasite” haline getirmekte,
öte yandan da bunların sonucu olarak ortaya çıkabilecek enerjiyi gücü
tersine çevirmekte ve onu katı bir bağımlılık ilişkisinin içine
sokmaktadır. Eğer ekonomik sömürü emek gücü ile emeğin ürününü
birbirinden ayırıyorsa disipline dayalı baskı da bedende arttırılmış bir
yatkınlık ile büyüyen bir egemenlik arasındaki zorlayıcı bağı
kurmaktadır .
Disiplin meselesinde her birinin kendine özgü unsurları itibariyle
farklı disiplin kurumlarının tarihini yapmak söz konusu değildir. Söz
konusu olan yalnızca her biri çok kolayca genelleşmiş olan esas
tekniklerin bazılarından oluşan bir örnek dizisi üzerinden kıstas
almaktır.
“Ayrıntı” her halükarda uzun zamandan beri ilahiyatın ve çilekeşliğin
bir kategorisi haline gelmiştir bile. Her ayrıntı önemlidir. Çünkü
tanrının gözünde hiçbir azamet bir ayrıntıdan daha büyük değildir. Ama
onun iradesi tarafından istenildiği için çok küçük olan bir şey de
yoktur. Ayrıntının yüceliğine dair bu büyük geleneğin içine Hıristiyan
eğitiminin okul veya askerlik pedagojisinin son olarak da tüm terbiye
biçimlerinin bütün titizlikleri kolaylıkla yerleşebileceklerdir. Tıpkı
gerçek mümin için olduğu gibi disiplinli insan içinde hiçbir ayrıntı
kayıtsız kalınır nitelikte değildir. Ama bunun nedeni bu ayrıntının
içinde saklanan anlamdan çok onu korumak isteyen iktidarın orada
bulduğu ganimettir.
İnsanların denetlenmeleri ve kullanılmaları için ayrıntının titiz bir
şekilde gözleme alınması ve aynı anda bu küçük şeylerin siyasal olarak
hesaba katılmaları kendileriyle birlikte bir teknikler bütününü koskoca
bir usuller ve bilgi, tasvir, reçete ve veri corpus’unu (Külliyat)
taşıyarak klasik dönem boyunca yükselmişlerdir. Ve modern hümanizmanın
insanı hiç kuşkusuz bu önemsiz şeylerden doğmuştur.
Dağıtımlar Sanatı
Disiplin önce bir eylemin mekan içine dağıtılması işine girişmiştir. Bunun için birçok tekniği devreye sokmaktadır.
1) Disiplin bazen çitlemeyi; diğer hepsine nazaran türdeş olmayan ve
kendi üzerine kapalı olan bir alanı özelleştirilmesini talep eder.
Disipline yönelik monotonluktan korunmuş olan yer. Serserilerin ve
sefillerin büyük “kapatılmaları” olmuştur. Bu kapatılmalarında daha
gizli ama daha kurnazca ve daha etkili olanları da olmuştur. Kolejler:
manastır modeli kendini buralarda yavaş yavaş dayatmıştır. Yatılılık en
sık rastlanılan değilse bile en mükemmel eğitim yöntemi olarak
gözükmektedir. Kışlalar: orduyu şu serseri kitleyi sakinleştirmek,
askerden kaçmaları önlemek, harcamaları denetlemek gerekir. 1719
kararnamesi Güney Fransa’da daha önceden düzene sokulmuş olanların
benzeri yüzlerce kışlanın yapılmasını hükme bağlamıştır; burada kapalı
tutmak katı bir biçimde olacaktır: “Her şey on ayak yüksekliğinde olan
ve her bir kenardan on ayak uzaktaki adı geçen bölümleri çevreleyecek
olan bir duvarla çitlenecek ve kapatılacaktır”. Ve bu işbirlikleri
“düzen ve disiplin” içinde tutmak için yapılmaktadır. Ve bundan subay
sorumludur. Fabrika: aynı durum fabrikada da vardır. Görevli kapıları
işçiler içeri girerken açacak mesai sonuna kadar kapalı duracak ve çalma
yapmamaları için girişlerde ve çıkışlarda işçilerin üstü aranacak.
Fabrika açık bir şekilde manastıra kaleye ve kapalı bir kente
benzemektedir.
2) Fakat “çitleme” ilkesi disipline yönelik aygıtlar içinde ne sabit ve
vazgeçilmez nede yeterlidir. Bu aygıtlar mekanı daha esnek ve daha
ince bir şekilde işlemektedirler. Öncelikle de temel yerleştirme ve
çerçeveleme ilkesine göre. Her kişiye kendi yeri; her yere bir kişi.
Gruplar halindeki dağıtımdan kaçınmak, ortaklaşa yerleşimleri çözmek,
karmaşık, kitlesel veya elden kaçan çoğunlukları çözümlemek. Disiplin
mekanı dağıtıma tabi tutulacak ne kadar beden veya unsur varsa o kadar
parsele ayırmaya yönelmektedir. Belirsiz dağıtımların, bireylerin
denetimsiz kayboluşlarının, karmaşık dolaşımlarının yararsız ve
tehlikeli pıhtılaşmalarının sonuçlarını ortadan kaldırmak
gerekmektedir. Mevcutları ve namevcutları belirlemek kişilerin nerede
ve nasıl bulunacaklarını bilmek yararlı iletişimler kurmak nitelikleri
ve liyakatleri ölçebilmek söz konusudur. Demek ki bilebilmek, egemen
olabilmek ve kullanabilmek için usuller söz konusudur. Disiplin
analitik bir mekanı örgütlemektedir.
Ve burada da eski bir mimari, eski bir dinsel usulle karşılaşmaktadır
manastırın hücresi. Tahsis ettiği hücreler tamamen ülküsel hale
gelseler de disiplinlerin mekanı her zaman derinliği itibariyle
hücreseldir. Belli bir çilekeşlik yaklaşımını bedenin ve ruhun gerekli
yalnızlığı demekteydi. En azından bazı anlarda kendi iç dürtülerine ve
belki de tanrının katılığına karşı tek başlarına göğüs germek
zorundadır.
3) İşlevsel yerleşimler kuralı: disipline yönelik kurumlarda mimarinin
genel olarak bir çok kullanıma uygun ve hazır olarak bıraktığı bir
mekanı yavaş yavaş düzene sokacaktır. Belirgin mekanlar yalnızca gözetim
altında tutma, tehlikeli ilişkileri koparma ihtiyacına cevap vermek
için değil, aynı zamanda yararlı bir mekan yaratmak için de
tanımlanmaktadır. Bu süreç hastanelerde de özellikle ve ordu ve bahriye
hastanelerinde oldukça açıkça ortaya çıkmaktadır. Fransa’da Rochefort
deney yeri ve örnek olarak iş görmüşe benzemektedir. Bir liman ve bir
askeri liman mal dolaşımları, iyilikle veya zorla askere alınmış
insanlar… yasak dolaşımların kesişme yeri. Demek ki bahriye hastanesi
tedavi etmek zorundadır. Ama bunu yapabilmesi için bir filtre olması,
enseleyen ve çerçeveleyen bir düzenek olması gerekmektedir. Yasa
dışılığın ve kötülüğün karışıklığını çözerken bütün bu hareketliliğe ve
kaynaşmaya egemen olması gerekmektedir. Hastalıkların ve salgınların
tıbbi olarak gözetim altında tutulmaları burada bir dizi başka
denetimle dayanışma içindedir. Asker kaçakları üzerinde askeri denetim,
mallar üzerinde vergi denetimi, ilaçlar, tayinler… üzerinde idari
denetim. Buna bağlı olarak mekanın sıkı sıkıya paylaştırılması ve
kapatılması ihtiyacı.
Bireyselleştirici çerçeveleme ilkesi 18.yy’ın sonunda ortaya çıkan
fabrikalarda karmaşık hale gelmiştir. Aynı anda hem bireylerin tecrit
edilebilecekleri ve yerlerinin belirlenebileceği bir mekanın içindeki
dağılımlarını hem de bu dağılımı kendi talepleri olan bir üretim
aygıtıyla eklemleştirmeyi sağlamak söz konusudur. Bedenlerin dağılımı,
üretim aygıtının mekansal düzenlenişini çeşitli faaliyet biçimlerini
“postalar” halindeki dağılım içinde birbirine bağlamak gerekmektedir.
Atölyenin anayolu üzerinde ilerleyerek hem genel hem de bireysel bir
gözetim yapmak mümkündür; işçinin mevcudiyetine işine gösterdiği özeni
işinin niteliğini fark etmek işçileri birbirleriyle kıyaslamak onları
beceri ve hızlarına göre sınıflandırmak.
Böylece tekil bedenler dizinin içinden tamamen okunabilir şekilde olmak
üzere cımbızla çekilen emek gücü bireysel birimler halinde
çözümlenebilmektedir. Üretim sürecinin bölümlere ayrılmasının altında
büyük endüstrinin doğumu sırasında bu bölünmeyle birlikte emek gücünün
bireyselleştirici bölünmesi de bulunmaktaydı. Disiplin mekanını
dağılımı çoğu zaman bunların ikisini de sağlamıştır.
4) Disiplinde unsurlar aralarında değiştirilebilir niteliktedirler.
Çünkü bunların her biri bir dizi içinde işgal ettiği yerler ve onu
diğerlerinden ayıran açıklıkla tanımlanmaktadır. Burada birlik böylece
alan ve yer değil de “mertebe” olmaktadır. Bir sıralandırma içinde
işgal ettiği yer, bir satır ile bir sütünün kesiştikleri nokta birbiri
peşi sıra gerçekleşebilecek bir aralıklar dizisi içindeki aralık.
Disiplin mertebe sanatı ve düzenlemelerin dönüşümü için bir tekniktir.
Onları köklü kılmayan ama paylaştıran ve bir iktidar ağı içinde
dolaşıma sokan bir yerleştirme aracılığıyla bireyselleşmektedir.
“Mertebe” 18. yy da bireylerin okul düzeni içindeki büyük dağılım
biçimini tanımlamaya başlamıştır. Sınıfta öğrenci sıraları, koridorlar,
avlular herkese her ödev ve her sınama için atıf edilen mertebe;
öğrencinin haftadan haftaya, aydan aya, yıldan yıla elde ettiği mertebe…
bu zorunlu sıralamalar bütünü içinde her öğrenci yaşına performansına
hal ve gidişine göre bazen şu bazen de bu mertebeyi işgal etmektedir.
Bu gözlerden oluşan diziler üzerinde sürekli yer değiştirmektedir.
Bireylerin sıralı, aralıkların vurgulu hale geldikleri bir mekanda
birbirlerinin yerine geçtikleri sürekli bir hareket… Dizisel bir
mekanın örgütlenmesi, ilköğretimin en büyük tebrik değişimlerden biri
olmuştur. Bu değişimin geleneksel sistemin aşılmasına olanak vermiştir.
Bireysel yerleri ayırarak, her birinin denetlenmesini ve herkesin
eşanlı çalışmasını mümkün kılmıştır. Öyleyse sınıf, öğretmenin özenli
“tasnif edici” bakışları altında, birçok girişi olan tek bir büyük tablo
oluşturacaktır: Öğrencilerden her birinin belirlenmiş bir yeri olacak
ve bu öğrencilerden hiçbiri okullar müfettişinin emri ve rızası olmadan
burayı ne bırakacak, ne değiştirecektir .
Disiplinler “hücreleri”, yerleri ve sıraları örgütlerlerken karmaşık
mekanlar imal etmektedirler; bunlar hem mimari hem işlevsel, hem de
hiyerarşiktirler. Bunlar sabitleştirmeyi sağlayan ve dolaşıma olanak
veren mekanlardı. Bireysel parçalar ayırmakta ve işlemsel bağlantılar
kurmaktadırlar; yerleri belirlemekte ve değerleri işaret etmektedirler;
bireylerin itaatini garanti altına almaktadırlar, ama aynı zamanda en
iyi zaman ve hareket ekonomisini de garantilemektedirler .
Demek ki: ilk büyük disiplin işlemlerinden biri, karmaşık, yararsız
veya tehlikeli kalabalıkları düzenli çokluklar haline dönüştüren “canlı
tablolar”ın oluşturulmasıdır… Disipline yönelik bu taktik aynı anda
hem bireyin birey olarak niteliğinin belirlenmesine, hem de belli bir
çoğunluğun içinde düzene sokulmasına olanak verir.
Bu taktik aynı unsurlardan meydana gelen bir bütünün denetimi ve
kullanımının birinci koşuludur: “hücresel” denilebilecek bir iktidarın
bir mikro-fiziği için taban.
Faaliyetin Denetimi
1) Zaman Kullanımı: eski bir mirastır. Manastır Cemaatleri hiç
kuşkusuz onun katı bir modelini önermişlerdir. Bu model hızla
yazılmıştır. Bu süreci kolejlerde, atölyelerde, hastanelerde çok
erkenden ortaya çıkmıştır. Yeni disiplinler eski şemaların içine
yerleştirilirken zahmet çekmemişlerdir.
Ücretli emeğin yaygınlaşması da kendi cephesinden zamanın sıkı bir
çerçevelenmesine yol açmıştır. İşçilerin tam zamanında iş başı
yapmaları; aynı zamanda kullanılan saatin nitelikli olması da
sağlanmıştır. Kesintisiz denetim, gözetmenlerin baskısı, rahatsız
edecek veya dikkat dağıtacak her şeyin iptali; bütünsel olarak yararlı
bir zaman oluşturmak söz konusudur. Kesinlik ve titizlik, düzenlilikle
birlikte disipline yönelik zaman temel erdemleridir.
2) Eylemin zamansal yoğunlaşması: bir askeri birliğin yürüyüşünün
denetlenmesinin iki yolu olsun 17.yy başı “askerlerin sıra halinde veya
tabur nizamında yürürken trampetin ritmine uygun yürümeye alıştırmak ve
bunu yapmak için bütün birliğin aynı ayağı aynı anda kaldırması için
sağ ayaktan başlanması gerekmektedir”. Bu iki talimat arasında yeni bir
zamanlama demeti “Jest”i ve hareketlerin bölünmesinde yeni bir
kesinlik denemesi bedeni zamansal emirlere uyarlamanın başka bir
biçimini devreye sokmuştur. Eylem unsurlarına bölünmüştür. Bedenin kol
ve bacakları eklemlerin konumu tanımlanmıştır. Her harekete bir yön bir
genişlik bir süre tahsis edilmiştir. Bunların birbirlerini izleme
düzeni hükme bağlanmıştır. Zaman bedene nüfuz etmekte ve onunla birlikte
iktidarın tüm kılı kırk yaran denetimleri de nüfus etmektedirler.
3) Buna bağlı olarak beden ile jestin korelasyon içine sokulması:
disipline yönelik denetim yalnızca bir dizi tanımlanmış jestin
öğretilmesi veya dayatılmasından ibaret değildir. Bu denetim bir jest
ile onun etkinlik ve hızlılık koşulu olan bedenin bütüncül tutumu
arasındaki en iyi ilişkiyi dayatmaktadır. Zamanın iyi kullanılmasına
olanak veren bedenin iyi kullanımında hiç bir şey aylak yada yararsız
olarak kalmamalıdır. Her şey istenilen hareketin desteği olmaya davet
edilmelidir. İyi bir disipline sahip bir beden en küçük hareketin
işlemsel bağlamını meydana getirmektedir.
4) Beden- nesne eklemleşmesi: disiplin bedenin kullandığı nesne ile
sürdürmek zorunda olduğu ilişkilerin her birini tamamlar. Bunların
arasında titiz bir çark düzeni kurar. “Silah Omza” hareketinin
detaylarının belirlenmesi. Burada karşımızda bedenin aletsel
şifrelenmesi olarak adlandırılabilecek şeyin örneği bulunmaktadır.
5) Tüketici kullanma: zaman kullanımının geleneksel biçimin altında yer
alan ilke esas olarak olumsuzdu. Aylak olmama ilkesi tanrı tarafından
sayılan ve ücreti insanlar tarafından ödenen bir zamanı boşa harcamak
yasaktır. Zaman kullanımının israf tehlikesi önlenmeliydi. Disiplin ise
olumlu bir ekonomi düzenlemektedir. Zamanın teorik olarak hep artan
bir kullanımı ilkesini koymaktadır.
Beden yeni iktidar mekanizmalarının hedefi haline gelirken, kendini yeni bilgi biçimlerine sunmaktadır.
Disipline yönelik usullerin çağdaş tasnif ve tablo halinde dökme
tekniklerinde nasıl yer sahibi oldukları görüldü. Bu usullerin aynı
zamanda bireylere özgü sorunları ve çoğulluğu işe nasıl dahil ettikleri
de görüldü. Aynı şekilde faaliyetin disipline yönelik olarak
denetlenmesi bedenlerin doğal mekanizmalarına ilişkin olarak yapılan
tüm teorik veya uygulamalı araştırmaların içinde yer almaktadırlar. Ama
bu denetimler aynı zamanda bu alanda özgün süreçler keşfetmeye
başlamışlardır. En ufak işlemlerine kadar itaatkar olması talep edilen
beden bir organizmaya özgü olan işleyiş koşullarını göstermekle ve
bunların zıtlaşmalarını ortaya koymaktadır.
Oluşumların Örgütlenmesi
Gobelins okulu bir olgunun bir örneğinden ibarettir. Klasik dönemde
tekil varoluşların zamanı ile ilgilenmek üzere bedenler ile güçler
arasındaki zaman ilişkilerine hükmetmek üzere ve geçen zamanın
hareketini giderek artan bir şekilde kara veya yarara dönüştürmek üzere
yeni bir tekniğin geliştirilmesi.
Ve bu iş askeri örgütlenmenin bütün açıklığıyla gösterdiği dört usule dayanacaktır.
1) Süreyi her biri uzmanlaşmış bir sonuca ulaştırmak olan birbirini
izleyen veya paralel olan parçalara ayırmak. Örneğin yetiştirme zamanı
ile uygulama dönemini soyutlamak. Çırakların eğitimi ile kıdemlilerin
çalışmalarını birbirine karıştırmamak. Kısacası zamanı ayrı ve
ayarlanmış şubelere ayırmak.
2) Bu şubeleri analitik bir şemaya göre örgütlemek. Bu da eğitimin benzeşmeli tekrar ilkesini terk etmesini gerektirmektedir.
3) Zamansal parçaları belli bir amaca yöneltmek onlara öznenin statü
tarafından istenilen düzeye ulaşıp ulaşmadığını işaret etmek onun
öğretiminin diğerlerininkine uygun olduğunu garanti etmek ve her
bireyin kapasitesini farklılaştırmak gibi üçlü bir işleve sahip olan
bir sınav tarafından belirlenen bir son belirlemek.
4) Dizi dizileri kurmak. Herkese düzeyine kıdemine rütbesine göre uygun
talimleri hükme bağlamak, ortak talimler farklılaştırıcı bir role
sahiptir ve bu farklılık özel talimler içermektedir. Her dizinin
bitiminde başkaları başlamakta bir hat meydana getirmekte ve kendi
hesabına alt bölümlere ayrılmaktadır. Bu bölümlenme öylesine olmaktadır
ki her birey kendini düzeyini ve mertebesini tanımlayan bir dizinin
içinde bulmaktadır.
Güçlerin Bileşimi
Sonucu onu oluşturan temel güçlerin toplamından daha yüksek olması
gereken üretken bir güç oluşturmak söz konusu olduğunda da ortaya aynı
sorunlar çıkmaktadır. Bileşik iş günü çalışmanın mekanik gücünün
katlanmasıyla etkisinin mekana yayılmasıyla veya üretim alanının
ölçeğine göre daraltılmasıyla, kritik anlarda büyük bir iş miktarının
seferber edilmesiyle bu üst üretkenliği kazansın… bu bileşik iş gücünün
kendine özgü gücü toplumsal bir işgücü veya toplumsal işin gücüdür.
Bizzat işbirliğinden doğar .
Böylece ortaya disiplinin karşılık vermek zorunda olduğu yeni bir talep
çıkmaktadır. Etkisi onu oluşturan temel parçaların tasarlanmış
eklemleşmeleri aracılığıyla en çoğa çıkartılacak olan bir makine inşa
etmek. Disiplin artık yalnızca bedenleri dağıtmak onlardan zamanı çekip
almak ve bunu birikimli hale getirmekten ibaret olmayıp etkin bir
aygıt elde edebilmek için güçleri birleştirmektir. Bu talep ortaya
birçok biçim altında çıkmaktadır.
1) Tekil beden, diğer bedenlerin üzerine yerleştirilecek hareket
ettirilebilecek bir unsur haline gelmektedir. Beden kendini çok kesimli
bir makinenin bir parçası olarak oluşturmaktadır.
2) Herkesten en fazla güç miktarının çekilip alınarak optimal bir sonuç
içinde bir araya getirilmesi için bazılarının zamanının diğer
bazılarının zamanına uydurulması gerekmektedir.
3) Güçlerin titizlikle ölçülmüş olan bu bileşimi kesin bir komuta sistemi gerektirmektedir.
Sonuç olarak disiplinin denetlediği bedenlerden itibaren dört cins
bireysellik veya daha doğrusu dört nitelikle donatılmış bir bireysellik
yarattığı söylenebilir. Disiplin hücreseldir (mekansal dağıtımlar
sayesinde) organiktir (faaliyetlerin şifrelenmesi sayesinde)
oluşumsaldır (zamanın birikimli hale getirilmesi sayesinde)
birleştiricidir (güçlerin birleştirilmesi sayesinde). Ve disiplin bunu
yapabilmek için devreye dört büyük teknik sokmaktadır. Tablolar inşa
etmekte, manevraları hükme bağlamakta, icraatlar dayatmakta ve son
olarak da taktikler düzenlemektedir.
Disiplinsel uygulama: Belirli yerlere koyulmuş bedenler, şifrelenmiş
faaliyetler ve biçimlendirilmiş yatkınlıklarla çeşitli güçlerin
hasılalarının bunların hesaplanmış bileşimleri sayesinde arttırıldığı
aygıtlar inşa etme sanatı olan taktik hiç kuşkusuz disiplinsel
uygulamanın en yüksek biçimidir.
İyi Terbiye Etmenin Araçları
Disiplinsel iktidarın başarısı hiç kuşkusuz basit aletlerin
kullanılmasına bağlıdır. Hiyerarşik bakış normalleştirici yaptırım,
bunların bileşik hale getirilmeleri ve bu birleştirmeleri bu bileşime
özgü olan sınav biçimi altında gerçekleştirilmesi. Sosyal düzenlemenin
bütünüyle negatif terimlerle insani varlıklara dışardan empoze edilmiş
düzenden başka bir şey olmadığının düşünülmemesi gerektiği
vurgulanmalıdır. İnsani güçler kendilerini düzene sokmaya, organize
etmeye ve kontrol etmeye çalışırlar ve düzen formları doğal olarak
maddi tarihin deviniminden doğar. Ve onların etkileri diğer güçleri
yozlaştırmaz ya da tarif etmez, bir tarih dışı temel insan doğasını
baskı altına almazlar. Başka bir söyleyişle, bu güçler öncelikle diğer
güçleri baskı altına almazlar, aksine onlardan yaralanır, onları
organize ederler, kullanırlar ya da işe yarar hale getirirler.
Hiyerarşik Gözetim
Disiplinin icra edilmesi bakışlar aracılığıyla zorlayan bir düzenleme,
görmeye olanak veren tekniklerin iktidarın olanaklarını arttırdıklarını
ve bunun yansıması olarak baskı altına alma araçlarını bu baskıların
uygulandığı kişileri açıkça görülebilir kıldıkları bir makine
gerektirmektedir. Klasik dönem boyunca bilim tarihinin övgülerinden çok
azını muhafaza ettiği insanın çokluğunu gözetleyen şu “gözlem
evlerinin” yavaş yavaş kuruldukları görülmektedir.
Gözetim disiplinsel iktidarın uzmanlaşmış bir çarkı olduğu ölçüde,
belirleyici bir ekonomik işlemci haline gelmektedir… Disiplinlerin
hiyerarşik hale getirmiş olan gözetimi içindeki iktidar, bir nesne gibi
elde tutmakta, bir mülkiyet gibi aktarmakta, bir makineler bütünü
olarak çalışmaktadır.
Normalleştirici Yaptırım
Cezalandırma sanatı disiplinsel iktidar rejiminde ne kefareti nede
tam olarak bastırmayı hedeflemektedir. Birbirinden ayrı beş işlemi
devreye sokmaktadır.
1) bireysel eylemleri
2) performansları
3) hal ve gidişleri
4) aynı anda hem kıyaslama hem de farklılaştırma mekanı
5) İzlenecek olan bir kuralın ilkesi olan bir bütüne göre
değerlendirmek. Bireyleri birbirlerine nazaran ve bu bütünsel kuralın
işlevinde farklılaştırmak. Bireylerin kapasitelerini, düzeyini,
“cins”ini miktarsal terimlerle ölçmek ve değer terimleriyle hiyerarşik
hale getirmek gerçekleştirilebilecek bir uygunluğun zorlamasını bu
“değerlendirici” ölçü boyunca oynatmak son olarak da tüm farklılıklara
göre olan farklılığı anormalin dış sınırını tanımlayacak hududu çizmek.
Tüm noktalardan geçen ve disiplin kurumlarını her an denetleyen
sürekli cezalandırma kıyaslamakta, farklılaştırmakta hiyerarşik hale
getirmekte, tek kelime ile normalleştirmektedir.
Sınav
Sınav, gözetim altında tutan hiyerarşi teknikleriyle, normalleştiren
yaptırım tekniklerini birleştirmektedir. Normalleştirici bir bakış
nitelemeye, tasnif etmeye ve cezalandırmaya izin veren bir gözetimdir.
Bireylerin üzerinde onların onun boyunca farklılaştıkları bir
görünebilirlik kurmaktadır. İşte bu nedenden ötürü tüm disiplin
düzenlemelerinde sınav yüksek derecede ayinleştirilmiştir.
Sınav kendiyle birlikte, belli bir iktidar icraatını belli bir bilgi
oluşumunu tarzına bağlayan koskoca bir mekanizmayı taşımaktadır.
1) Sınav iktidarın icra edilmesinin içinde görülebilme ekonomisinin
yerini değiştirebilmektedir. Ve sınav iktidarın kendi gücünün
işaretlerini yaymak yerine, damgasını uyruklarına dayatmak yerine, bu
uyrukları sınav aracılığıyla bu uyrukları sınav aracılığıyla bir
nesneleştirme mekanizmasının içinde yakalamasıdır. Disiplinsel iktidar
egemen olduğu mekan içinde esas olarak, nesneleri düzene sokarak gücünü
dışa vurmaktadır. Sınav bu nesneleştirmenin töreni olarak gereklidir.
2) Sınav aynı zamanda bireyselliği belgesel bir alana sokmaktadır.
Sınav arkasında, bedenler ve güçler düzeyinde oluşan koskoca ince ve
özenli bir arşiv bırakmaktadır. Bireyleri bir gözetim altına
yerleştiren sınav, onları aynı zamanda bir yazı şebekesinin içine
koymakta, bu bireyleri onarlı yakalayan ve saptayan belgelerin tüm
kalınlığı içine bağlamaktadır. Yoğun bir kayıt ve belgesel yığılma
sistemi, hemen sınav süreçlerine katılmıştır. Bir” yazı iktidarı”
disiplin çarklarının esaslı bir parçası olarak oluşmaktadır.
3) Bütün bu belgesel tekniklerle çevrelenmiş olan sınav, her bireyi bir
“şık” haline getirmektedir: bir özneyi aynı anda hem bir bilgi için,
hem de iktidarın el koyması için oluşturan bir şık. Şık, artık vicdan
ilahiyatı veya içtihatta olduğu gibi bir eylemi niteleyen ve bir kuralın
uygulanmasını değiştirebilecek olan bir durumlar bütünü değil de;
tasvir edilebileceği haliyle bireydir ve aynı zamanda terbiye edilecek
ve yeniden terbiye edilecek, tasnif edilecek, normalleştirecek, dışarı
atacak vs. bireydir de.
Sınav son olarak, bireyi iktidarın sonucu ve nesnesi olarak oluşturan
usullerin bir merkezindedir. Hiyerarşik gözetim ile normalleştirici
yaptırımı birleştirerek, dağıtım ve sınıflandırma, maksimum güç ve
zaman alınması, sürekli genetik yığılım, yatkınlıkların optimal
düzenlemesi gibi büyük disiplinsel işlevleri sağlayan da odur.
Görülmeden Gözetim Altında Tutan Hapishane Sistemi
Her bireyin tabi kılındığı normal ile anormal arasındaki sabit
ayırım iki işaretleme ve cüzamlıların dışlanmasını her nesneye
uygulanması şartıyla bize kadar taşımaktadır. Anormalleri ölçmeyi,
denetlemeyi ve düzeltmeyi kendine görev edinen koskoca teknikler ve
kurumlar bütünü, veba korkusu tarafından davet edilen disiplinsel
düzenlemeleri işler hale getirmektedir. İktidar mekanizmalarının bugün
hala onu işaretlemek kadar değiştirmek için de anormalin etrafında
sahip oldukları unsurlar uzaktan türevi oldukları bu iki biçimi meydana
getirmektedir. Bentham’ın Panopticon’u bu düzenlemenin mimari
biçimidir.
Disiplin kurumlarının yaygınlaşmaları hiç kuşkusuz daha derindeki
çeşitli süreçlerin göze en fazla görülen veçhesinden ibarettir.
1) Disiplinlerin işlevsel olarak ters yüz edilmeleri: onlardan
başlangıçta esas olarak tehlikeleri zararsız hale getirmeleri yararsız
veya çalkantılı halk kesimlerini sabitleştirmeleri, fazla kalabalık
birikmelerin sakıncalarını önlemeleri istenmekteydi. Artık onlardan
bireylerin mümkün yararlarını arttırarak olumlu bir rol oynamaları
istenmektedir. Çünkü artık bunu yapabilecek duruma gelmişlerdir.
2) Disiplin mekanizmalarının yayılması: bir yandan disiplin kurumları
çoğalırken bunların mekanizmaları “kuramsallıktan çıkma” işlev
gördükleri kapalı karelerden çıkma ve “serbest” olarak dolaşıma girme
konusunda belli bir eğilim göstermişlerdir. Kitlesel ve bitişik
disiplinler aktarılabilir ve uygulanabilir esnek denetim usulleri
halinde çözülmüşlerdir.
3) Disiplin mekanizmalarının devletleştirilmesi: İngiltere ‘de
toplumsal disiplin işlevlerini uzun süre ilhamlarını dinden alan özel
gruplar sağlamışlardır. Fransa’da bu rolün bir kısmı himaye veya yardım
kurumlarının elinde kalmışsa da diğer bir kısmı çok erkenden polis
aygıtının eline geçmiştir.
En sonunda 18. yy polisi suçluların takibinde adaletin yardımcısı olma
ve komploların muhalefet hareketlerinin veya isyanların siyasal denetim
aleti olma rolünde bir de disiplinsel işlev ilave etmişlerdir.
“Disiplin” ne bir kurumla nede bir aygıta özdeşleştirilebilir. O bir
iktidar tipi, iktidarı ircaa etmenin bir tarzı olup koskoca bir
aletler, teknikler, usuller hedefler bütünü içermektedir. O bir iktidar
“fiziği” veya “anatomisi” dir. O bir teknolojidir.
Disiplinsel toplumun oluşumu, içlerinde yer aldığı bazı geniş çaplı
tarihsel süreçlere gönderme yapmaktadır: ekonomik hukuki-siyasal, son
olarak da bilimsel süreçler.
1) Bütünsel bir şekilde, disiplinlerin insani çeşitliliği düzene sokmayı
sağlamaya yönelik teknikler oldukları söylenebilir. Burada aslında
hiçbir istisnai, hatta karakteristik yan yoktur. Her iktidar sisteminin
karşısına aynı sorun çıkmaktadır. İktidarın icra edilişini mümkün
olduğunca masraflı kılmak. Bu toplumsal iktidarın etkilerinin maksimum
yoğunlukların çıkmalarını ve hiçbir başarısızlık veya boşluk olmaksızın
mümkün olduğunca uzağa yayılmasını sağlamak; son olarak da, iktidarın
bu “ekonomik” büyümesiyle içlerinde icra edildiği aygıtların
verimliliğini birbirlerine bağlamak; kısacası aynı anda sistemin tüm
unsurlarının itaatkarlığını ve yararını artırmak. Disiplinlerin bu üçlü
hedefi iyi bilinen tarihsel bir konjonktüre cevap vermektedir. Bir
yandan 18. yüzyılda ki büyük nüfus artışı söz konusudur: yüzer gezer
sınıfta çoğalma; denetlemesi veya manipüle edilmesi söz konusu olan
grupların niceliksel niceliklerinin değişmesi.
Konjonktürün diğer veçhesi giderek daha yaygın ve karmaşık hale gelen
üretim aygıtının büyümesidir, aynı zamanda giderek daha da maliyetli
hale gelen üretim aygıtının büyümesidir. Aynı zamanda üretkenliğini
artırmak söz konusudur. Disiplin usullerinin gelişmesi bu iki sürece
veya daha doğrusu, bunların aralarında ki korelasyonu uyarlama
ihtiyacına cevap vermektedir.
2) İktidarın Panopticon tarzı bir toplumun büyük hukuki- siyasal
yapılarının doğrudan bağımlısı olmadığı gibi, onların dolaysız uzantısı
da değildir, ama gene de tamamen bağısız da değildir. Burjuvazinin
tarihsel olarak 18.yüzyıl boyunca siyasal olarak egemen sınıf olmasına
yol açan süreç, anlaşılır, yasal hükümlere bağlanmış, biçimsel olarak
eşitlikçi bir hukuki çerçevenin yerleşik hale gelmesinin arkasında ve
parlamenter ve temsili tipten bir rejimin örgütlenmesi sürecinin içinde
kendini güvenceye almıştır.
3) Teker teker el alındıklarında, bu usullerin çoğunun arkasında uzun
birer tarih vardır. Fakat 18.yüzyılda ki yenilik noktası, bunların
birleşerek ve genelleşerek bilgi oluşumunu ve iktidar artırımını
dairesel bir sürece göre düzenli olarak güçlendirildikleri noktaya
ulaşmalarıdır. Disiplinler artık “teknolojik” eşiği aşmışlardır. Önce
hastane, sonra okul, daha da sonra atölye disiplinler tarafından
yalnızca “düzene sokulmakla” kalmamışlar, aynı zamanda onların
sayesinde, bütün nesneleştirme mekanizmalarının oralarda tabi kılma
araçları olarak değer kazandıkları ve bütün iktidar artışlarının
oralarda mümkün bilgi edinmelere olanak verdiği aygıtlar halinde
gelmişlerdir. İşte Klinik tıp, psikiyatri, çocuk psikolojisi,
çalışmanın rasyonelleştirilmesi, ancak teknolojik sistemlere özgü bu
bağdan itibaren ve disiplin unsurunun içinde olabilmişlerdir. Demek ki
çifte bir süreç söz konusudur: iktidar ilişkilerinin bir incelemesinden
itibaren epistemolojik kilitlenmenin çözülmesi; yeni bilgilerin oluşumu
ve birikimi sayesinde iktidar etkilerinin artması.
Foucault, Panopticon ve Gözetim
Ancak gözetim konusunda en çarpıcı ve etraflı analiz, post-modern
teorinin en önemli isimlerinden Michel Foucault’dan gelmiştir. Foucault
gözetimi sadece örgütler açısından değil, toplumun genelinde daha
geniş bir disiplin bağlamında ele almıştır. Foucault’dan sonra gözetim
sosyal teoride merkezi bir öneme sahip olmuştur. O’na göre modern
toplumun kendisi disipliner bir toplumdur. Bu toplumda iktidar
teknikleri ve stratejileri daima var olmuştur. Bunlar başlangıçta
ordular, hapishaneler ve fabrikalar gibi belli kurumlar içinde
gelişseler bile etkileri sosyal hayatın dokusuna nüfuz etmiştir (Lyon,
s.44).
Foucault(s.245-285), modern toplumda gözetimi anlatmak için, Bantham’ın
Panopticon hapishanesi metaforunu kullanmıştır. Bantham’ın
Panotpticon’u bu düzenlemenin mimari biçimidir. Bunun ilkesi
bilinmemektir: Çevrede halka halinde bir bina, merkezde bir kule; bu
kulenin halkanın iç cephesine bakan geniş pencereleri vardır. Çevrede
bina hücrelere bölünmüştür; bunlardan her biri binanın tüm kalınlığını
kat etmektedir. Bunların biri içeri bakan ve kuleninkilere karşı gelen,
diğer de dışarı bakan ve ışığın hücreye girmesine olanak veren ikişer
pencereleri vardır. Bu durumda merkezi kulede tek bir gözetmen ve her
bir hücreye tek bir deli, bir hasta, bir mahkum, bir işçi, veya bir ilk
okul çocuğu kapatmak yeterlidir. Geriden gelen ışık sayesinde, çevre
binaların içindeki küçük siluetleri olduğu gibi kavramak mümkündür.
Burada her oyuncu tek başınadır, tamamen bireyselleşmiştir ve sürekli
olarak görülebilir durumdadır. Görülmeden gözetlemeye olanak veren
düzenleme, sürekli görmeye ve hemen tanımaya olanak veren mekansal
birimler oluşturmaktadır. Sonuç olarak, hücre ilkesi tersine
döndürülmekte veya daha doğrusu onun üç işlevi –kapatmak, ışıktan
yoksun bırakmak ve saklamak- ters yüz edilmektedir. Bunlardan yalızca
birincisi korunmakta ve diğer ikisi kaldırılmaktadır. Tam ışık altında
olma ve bir gözetmenin bakışı, aslında koruyucu olan karanlıktan daha
fazla yakalayıcıdır.
Foucault’ya göre görünülürlük bir tuzaktır. Panopticon’da mahkum,
görülmekte ama görememektedir. Bir bilginin nesnesidirler ancak bir
iletişimin öznesi olamamaktadır. Panopticon’un büyük etkisi de buradan
kaynaklanmaktadır; tutukluda iktidarın otomatik işleyişini sağlayan
bilinçli ve sürekli bir görünülebilirlik hali yaratarak.
Panopticon, çok farklı arzulardan hareketle, türdeş iktidar etkileri
imal eden, harika bir makinedir. Gerçek bir tabi olma durumu, hayali
ilişkiden mekanik olarak doğmaktadır. Öylesine ki, mahkumu iyi
davranmaya, deliyi sakin olmaya, işçiyi çalışmaya, okul çocuğunu özenli
olmaya, hastayı tedaviye uymaya zorlamak için güç kullanmaya gerek
kalmamaktadır. Artık demir parmaklıklara ve kocaman kilitlere gerek
yoktur.
Gözlem mekanizmaları sayesinde, insanların tutumları üzerinde daha
etkin olmakta, daha fazla nüfuz olanağı sağlamaktadır. İktidarın tüm
ilerlemelerin üzerinde bir bilgi artışı yer almakta ve bu iktidarın icra
edildiği bütün yüzeylerin üzerindeki bilinecek nesneleri
keşfetmektedir.
İktidar olağan dışı bir belanın karşısına dikilmekte ve kendini her
yerde mevcut ve görünür hale getirmekte. Yeni çarklar icat etmektedir.
Bölümlere ayırmakta, hareketsiz kılmakta ve çerçevelemektedir. Ayrıca
gözetim, sürekli bir kayıt sisteminden de destek almaktadır.
Panoptikon mekanizmasından kaynaklanan iktidar artışının tiranlığa
dönüşme tehlikesi yoktur. Disiplin düzeneği demokratik olarak
denetlenecektir. Foucault’ya göre, özgürlüğü keşfeden “Aydınlanma
Çağı”, disiplinleri de keşfetmiş ve modern toplum bir anlamda “gözetim”
ve “disiplin”in egemen olduğu bir toplum haline gelmiştir. ,
Eksiksiz ve Katı Kurumlara Dair
Hapishane tasarruf edilmesi olanaksız, nefret verici çözümdür…
Hapishane yasal cezalandırma haline gelirken cezalandırma hakkı
konusundaki eski hukuki- siyasal soruyu, bireyin ıslahı teknolojileri
etrafında dönen bütün problemlerden kurtarmıştır.
Baltard bazı eksiksiz ve katı kurumlar demekteydi. Hapishane tüketici
bir disiplinsel aygıt olmak zorundadır. Birçok bakımdan bireyin tüm
veçhelerini fizik olarak terbiye edilmesini çalışmaya yatkınlığını
gündelik ahlaki hal ve gidişini, eğilimlerini kendine iş edinmelidir.
Hapishane hepsi de belli bir uzmanlaşma içeren okul, atölye veya
ordudan daha fazla her alanda disiplinlidir. Üstelik hapishanenin
dışarısı da boşluğu da yoktur. Görevi tamamen sona ermedikçe kesintiye
uğramaz. Birey üzerindeki etkisi kesintisiz olmalıdır. Aralıksız
disiplin.
Bu bütünsel “ıslah yeri” hayatın basit hukuki özgürlükten ve
mahrumiyetten aynı zamanda ideoloji çağındaki ıslahatçıların
düşündükleri basit temsil sistemlerinden çok farklı bir şekilde yeniden
şifrelenmesini hükmetmektedir.
1) Birinci ilk soyutlama: Mahkumun dış dünyaya nazaran yasa ihlalini
teşvik etmiş olan her şeye bu ihlali kolaylaştırmış olan suç
ortaklıklarına nazaran soyutlanması. Tutukluların birbirinden
soyutlanmaları, ceza yalnızca bireysel değil aynı zamanda
bireyselleştirici de olmalıdır. Öncelikle hapishane çok farklı
mahkumları aynı yerde toplayarak davet etti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder