Oğuzlar
Türk milletinin, her devirde en
büyük bölümünü oluşturan Oğuzlar, siyaset ve medeniyet sahasında da en
büyük rolü oynamışlardır. İslâmiyet’ten önce Göktürk devletini kuranlar
Oğuz soyundan olduğu gibi İslâmiyet’ten sonra, Selçuklu, Harzemşahlar,
Osmanlı, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safeviler gibi pek çok Türk devleti de
yine Oğuz’dur. Oğuz adı, kabile, boy manası da bulunan ok sözünden eski
Türkçede çoğul eki olan z ekiyle türetilmiştir. Oklar, boylar anlamını
taşımaktadır. Nitekim Oğuzlar, 24 boy hâlinde yaşamaktaydılar ve bu boy
yapılarını her gittikleri yere taşımışlardır.
Peçenekleri önlerine katarak, doğu
Avrupa’ya yönelen Oğuzlar, kalabalık Oğuz kütlelerinin bir kısmını
oluşturmaktadır. Bunlar kaynaklarda Uz veya Guz şeklinde
adlandırılmışlardır. Ruslar ise bunlara doğrudan Türk adını
vermişlerdir. Peçeneklerin ardından ileri hareketlerine devam eden
Uzların büyük bir kısmı 1064 yılında Tuna’yı geçerek Balkanlara
geçtikleri hâlde, diğer bir kısmı da bugünkü Ukrayna’nın güneyinde
yerleşmişlerdir. Bunlardan bir kısmı Karakalpak adıyla bilinecektir .
XI. yüzyıl ortalarında Balkanlarda
yurt tutan Uz topluluklarının bir bölümü Vardar ovasındaki başka Türk
unsurlarla karışarak, buranın tam bir Türk yurdu olmasını
sağlamışlardır. Uzlar’ın kalan kısmı Dobruca’da yerleşerek, bugünkü
Gagauzlar’ın temelini oluşturmuşlardır.
Türgeşler
Türgeşler, Batı Göktürklerinin bir koludur. İlk oturdukları bölge
Altay dağlarının güney batı etekleri idi. M.Ö-M.S. 30′da Göktürk
devletinin yıkılmasıyla güçlerini artırdılar. On boy hâlinde yaşayan
Türgeşler, 657 yılından sonra Çin’in baskısı ile batıya göçüp etrafa
yayılmışlardır. Bunlardan daha kalabalık olan beş boy İli ırmağı
boylarına gelip yerleşmişlerdir . Sarı Türgeşler diye adlandırılan bu
kısmın başında Baga Tarkan bulunuyordu. Daha batıda Talas bölgesine
gelmiş olan diğer beş boy ise Kara Türgeşler adıyla bilinmektedirler.
Baga Tarkan, batıdakilerin de katılmasıyla siyasî bir birlik oluşturmuş,
güneyde ünlü bir ticaret merkezî olan Tokmak şehrini ele geçirerek
burayı da başkent yapmıştır. Şehirleşmeye büyük önem veren Türgeşler,
Türkistan’ın önemli şehirlerini ele geçirmişlerdi. Baga Tarkan’ın kendi
adına para da bastırdığını biliyoruz.
Batı sınırlarını Sir-Derya’ya kadar uzatan Türgeşler, Batı Türkistan’ a
hâkim olan Müslüman Araplarla da temasa geçmişlerdir. 681 yılında
Göktürk Devletinin yeniden kurulmasıyla Türgeşler, Göktürkler’in
hâkimiyetini kabul etmek zorunda kalmışlardır. 712 yılında ise Göktürk
Kağan’ı Kapagan, Türgeş Kağan’ını öldürerek onun hanedanına son
vermiştir. Ancak 717 yılında Türgeşlerin batı kesimlerinin yeniden bir
birlik oluşturduklarını görüyoruz. Artık bu dönemde daha da batıya
kaymış olan Türgeşler, önceleri Müslüman Arap ilerleyişinin önünde en
büyük engel olmuştur. Zamanla boylar arasında rekabetin artması ve iç
çekişmeler, Türgeşlerin zayıflamasına sebep olmuştur. 766 yılına
gelindiğinde Batı Göktürk sahasında hâkim olmaya başlayan Karluklar,
Türgeşlerin siyasî varlıklarına son verirler. Türgeşler, Türklerin şehir
ve kültür hayatını benimsemesinde ve batıdaki Türk nüfusunun artmasında
büyük rol oynamışlardır. Böylece sonradan Selçuklular gibi büyük
devletler kuracak olan Türk topluluklarının bilgi ve becerilerinin
artmasını sağlamışlardır. Ayrıca doğu Avrupa’da gördüğümüz Uz, Peçenek
gibi Türk kütlelerinin de temelini oluşturmuşlardır.
Peçenekler
Peçenekler, Uz (Oğuz), Kuman gibi Türk boyları ile birlikte Orta
Asya’dan doğu Avrupa’ya akan büyük bir göç dalgası içerisinde yer
almışlardır. Oymaklar birliği biçiminde hareket eden Peçenekler, siyasî
hayatları boyunca bir devlet düzenine geçememişlerdir. Peçenekler, Batı
Göktürklerini oluşturan Onoklardan gelmektedirler. Önceleri Isık -Balkaş
gölleri dolaylarında oturuyorlardı. Batı Göktürk Kağanlığı’nın
dağılmasından sonra, Karluk ve Oğuz baskısı ile VIII. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Batı Sibirya’ya çekilmişlerdir. Hazar-Oğuz
ittifakının zorlaması ile İtil ırmağını geçerek Don ve Dinyeper
nehirleri arasında yaşayan Macarları yurtlarından etmişlerdir. Böylece
Peçenekler, Azak denizi ile Karadeniz arasında kalan sahaya hâkim
olurlar. Bu geniş sahada 130 yıl kadar hâkim olan Peçenekler, bu süre
içerisinde Ruslar’a ağır darbeler indirmişler ve onların Karadeniz’e
inmelerine engel olmuşlardır. Ayrıca Bizans ile de iyi ilişkiler
kurmuşlardır. Ancak doğuda artan Uz (Oğuz) baskısı karşısında Peçenekler
yerlerini terk edeceklerdir. 1036 yılından sonra aşağı Tuna boylarında
gördüğümüz Peçenekler, Uz ilerleyişinin durmaması üzerine Balkanlara
inmeye başladılar.
Peçeneklerin bir kısmı Bizans hizmetine girerek Bizans topraklarında
yerleştirilmişlerdir. Hatta bunların bir kısmı 1071 Malazgirt Meydan
Muharebesinde, Alp Arslan’ın tarafına geçmek suretiyle Bizans’ın
yenilgisinde rol oynamışlardır. Selçuklu Türklerinin Anadolu’yu yurt
edindikleri tarihlerde, Peçenekler de Balkanlar da Bizans ile şiddetli
mücadelelere girmişlerdi. Bu sırada İzmir’i alarak Batı Anadolu ‘da
güçlü bir beylik kuran Çakan Bey, İstanbul’u zapt etmek istiyordu. Bu
amaçla Çakan Bey, soydaşları Peçenekler’le ittifak kurdu. Çok zor
durumda kalan Bizans’ın yardımına yine bir başka Türk boyu Kumanlar
yetişmiştir. Peçenekler, Bizans’ın kışkırtması ile 40 bin Kuman
atlısının baskınına uğrayarak ezildiler (1091). Bu olaydan sonra artık
Peçenekler siyasî bir varlık olmaktan çıkmışlardır. Dağınık gruplar
hâlinde Hristiyanlaştırılarak yerli halk arasında eridiler.
Macarlar
Macarlar, Fin-Ugor kavimlerinin Ugor kolundandır. Macar adı, bu kolun
diğer adı olan, Manysi-er’den gelmektedir. İlk yurtları İtil (Volga)
ırmağının yukarı kısımlarıdır. VI. yüzyılda Sabarlar tarafından güneye
itilen Macarlar, Hazar Kağanlığı’na bağlanmışlardır. Bu dönemde
yaşadıkları bölge, Don ve İtil ırmakları arasıdır. Macar tarihinde ve
destanlarında önemli bir yer tutan bu bölgeye Macarlar, Etel-Közü adını
vermişlerdir. Bu bölgede Onogur Türkleri’nin de karışmasıyla bugünkü
Macar milletinin çekirdeği oluşmuştur. Macarların diğer adı olan Hungar
sözü de bu Onogur’dan gelmektedir.
Macarlar, IX. yüzyılın sonlarına doğru Peçenekler tarafından batıya
itilmişlerdir. Bu sırada başlarında Hazar Türkleri’nden Kabar oymağından
Almışoğlu Arpad bulunuyordu. Artan Peçenek baskısı karşısında daha da
batıya kayan Macarlar, 896 yılında, kendi adları ile anılan bugünkü
yurtlarına geldiler. Bu bölgede Avrupa içlerine yaptıkları akınlar ve
Almanlarla giriştikleri mücadelelerle adlarından uzun süre söz
ettirdiler. 1000 yılında Katolik mezhebini kabul ederek
Hristiyanlaşmışlardır. Macarlar, Avrupa’da Slâvların birlik
oluşturmasını engellemişler ve ayrıca Almanların Balkanlara sarkmasını
da önleyerek denge unsuru olmuşlardır. 150 yıl kadar Osmanlı idaresinde
yaşayan Macarlar, Avrupa’da önemli bir güç olarak, günümüze kadar
gelmişlerdir.
Hazarlar
Avrupa’da kurulan ilk Türk devletleri için de en kuvvetli ve uzun ömürlü
olanı Hazar devletidir. Karadeniz’in kuzeyine kadar hâkimiyetini
genişleten Batı Göktürk Devleti’nin bir devamı olarak ortaya çıkmıştır.
Göktürkler, VII. yüzyılın başında, Hazar Denizi ile Karadeniz arasında
dağınık bir hâlde yaşayan, Sabar, Ogur ve Onogur gibi Türk kavimlerini
kuvvetli bir birlik hâlinde teşkilâtlandırırlar. İşte bu birliğe Hazar
adı verilmiştir. Hazarlar için Bizans ve Çin kaynaklarında Türk veya
Türk-Hazar adı da kullanılmıştır. Hazar Devleti’nin kurucuları, Göktürk
hükümdar ailesinin mensup olduğu Aşına soyundandırlar. Hükümdarlarına da
Göktürkler gibi, kağan diyorlardı.
Hazarlar, Göktürk Devleti’nin yıkılışı ile tamamen bağımsız bir
devlet haline gelmişlerdir (6 30).Hazarlar, Bizans, İran, Arap
devletleri ile yoğun ilişkiler kurmuşlar, çeşitli Slâv kavimlerini ve
İtil Bulgar Devleti’ni hâkimiyetlerine almışlardı. Bizans-Sasani
savaşlarında Bizans ile ittifak yapmışlar ve Bizans’ın üstün gelmesinde
önemli rol oynamışlardır (628). Hazar-Arap ilişkileri daha çok savaş
şeklinde olmuştur. Güney Azerbaycan yönündeki Arap ilerleyişini
durdurarak, Bizans’ı Doğu Avrupa yoluyla güvenceye almışlardır. Ancak
Arap orduları, VIII. yüzyıldan itibaren Hazarlara üstünlük
sağlamışlardır. Bir defasında bir Arap seferi karşısında Hazar kağanı
barış istemek zorunda kalmıştır (737). Bu tarihten sonra Hazarlar
arasında İslâmiyet yayılmaya başlamıştır. Hazarların yaşadıkları bölge
canlı bir ticaret merkezî konumundaydı. Hükümdarlık ailesi yanında bir
kısım halk da Yahudiliği seçmişti. Bugün Karaim adıyla bilinen Türk
kökenli Yahudiler, Hazarların torunudurlar. Ülkelerinde Hristiyan,
Müslüman vb. değişik dinlerden halk barış içinde yaşayabiliyorlardı. IX.
yüzyılın ortalarında, Peçenekler’in İtil-Harezm ticaret yolunu ele
geçirmeleri üzerine Hazarlar, başlıca gelir kaynakları ticaretin
aksaması ile zayıfladılar. Daha sonra Peçenek ve kendilerine bağlı Slâv
(Rus) prensliklerinin saldırılarıyla X. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren hızla çöktüler . Dağılan Hazar toplulukları ise doğudan gelen
Türk toplulukları arasında erimişlerdir.
Hazarların devlet teşkilâtı ve askerlik alanında Slâv (Rus) kavimleri
üzerinde büyük etkileri olmuştur. Bugünkü Hazar Denizi, adını Hazar
Türklerinden almıştır.
Bulgarlar
453 yılında Attila’nın ölümünden kısa bir zaman sonra, Büyük Hun
Devleti’ni oluşturan değişik ve çok sayıdaki kavim dağılmıştı. Bunlar
arasında bulunan Türk asıllı kavimlerin, yeniden Güney Rusya ovalarına
döndüğünü biliyoruz. Bu kavimler, tam bu sıralarda doğudan aynı sahaya
gelerek yerleşen Onogur Türkleri ile karışarak Bulgar adı verilen yeni
bir Türk kavmini meydana getirmiştir. Zaten Bulgar ismi de Türkçe,
karışık manasına gelen bulgamak fiilinden gelmektedir.
Büyük Bulgar Devleti
Bulgarlar, 558 yılından sonra, bir süre Avarların hâkimiyetinde
yaşadılar. Avarların 567 yılında Göktürk baskısı ile, güney Rusya’dan
Orta Avrupa’ya doğru kaçmaları esnasında, çok sayıda Bulgar topluluğunu
da beraberlerinde sürüklerler. Geride kalanlar ise Göktürk hâkimiyetine
girerler. Bu Bulgar toplulukları, Bizans’ın da yardımı ile, VII.
yüzyılın başlarında Göktürk hâkimiyetinden kurtulurlar. Böylece,
Karadeniz kuzeyinde yaşayan Bulgar toplulukları reisleri olan Kobrat
idaresinde, bir devlet kurabilmişlerdir. Onun zamanında devletin
sınırları Kuban ırmağından Tuna’ya kadar uzanıyordu. Ancak Bulgarların
büyük çoğunluğunu bir arada toplayan, bu Bulgar devleti uzun ömürlü
olmaz. Hükümdarları Kobrat’ın ölümünden hemen sonra, Hazar devletinin
baskısı ile parçalanır (643). Kobrat’ın büyük oğlu Bayan Han idaresinde,
Kuban ırmağı boylarındaki yurtlarında kalan bir kısım Bulgarlar,
Hazarların hâkimiyetine girmek zorunda kalmışlardır.
Tuna Bulgar Devleti
Hazarlara bağlanmak istemeyen Bulgarların bir kısmı kuzeye, bir kısmı da
batıya gelerek, Balkanlarda Tuna Bulgar Devleti’ni kurdular (679).
Batıya gelenlerin başında, Kobrat’ın küçük oğlu Asparuh bulunuyordu .
Tuna Bulgarları, bir yandan Avarlar ile bir yandan da Bizans ile
mücadele etmişlerdir. Tuna Bulgarları’nın en büyük hükümdarı Kurum Han
(803-814) idi. Onun zamanında büyük bir Bizans ordusu yenilmiş,
imparatorları da bu savaşta ölmüştü. Bulgarlar, yine onun zamanında
İstanbul’u kuşatacak kadar güçlenmişlerdi. Kurum Han giriştiği
saldırılarla Avarlara da büyük darbeler vurmuştur.
Tuna Bulgarları’nın hâkim olduğu sahada, yoğun Slâv nüfusu
yaşamaktaydı. İki yüz yıla yakın Türklüklerini muhafaza eden Bulgarlar,
Boris Han zamanında Hristiyanlığı resmen kabul etmeleriyle (864) bu Slâv
nüfus arasında eriyip gitmişlerdir. Bu bölgede XIV. yüzyıldan sonra,
beş yüz yıl Osmanlı Türkleri egemen olacaklardır.
İtil Bulgar Devleti
Hazar hâkimiyetine girmek istemeyerek, kuzeye yönelen bir kısım
Bulgarlar, İtil (Volga) boylarında yerleşmişler ve burada Moğol
istilasına kadar devam edecek bir devlet kurmuşlardır.
İtil Bulgarlarının yerleştiği bölge, İslâm ülkeleri ile Hazarlar ve
İskandinav kavimleri arasında ticaret yolları üzerinde idi. Ticaret ve
tarım ile uğraştıklarını bildiğimiz Bulgarlar, uzun bir süre Hazarlara
bağlı kalmışlardır. Bulgar Şehri diye bilinen başkentleri, zamanının
önemli ticaret merkezlerinden idi.
Müslüman tüccarların tesiriyle X. yüzyılın başlarında İslâmiyet ile
tanışan Bulgarlar, Abbasiler ile diplomatik ilişki kurmuşlardır. Bulgar
hanı Almış, Abbasi halifesine başvurarak, İslâmiyet’i öğretecek din
âlimleri istemiştir. Abbasi halifesi bu isteği kabul ederek, kalabalık
bir heyeti 622 yılında Bulgarlara göndermiştir. Bu heyet içerisinde
bulunan İbn Fadlan, başından geçenleri anlattığı seyahatnamesinde,
Bulgarlar ve diğer Türk boyları hakkında önemli bilgiler vermektedir.
İtil Bulgar Devleti’ne 1237 yılında, Altınorda Hanı Batu tarafından son
verilmiştir.
İlk Müslüman Türk topluluklarından olan İtil Bulgarları, bugünkü
Kazan Türklerinin atalarıdır. Diğer Bulgar toplulukları eriyip
gittikleri hâlde, İtil Bulgarları Müslüman olmaları sayesinde
kimliklerini koruyabilmişlerdir
453 yılında Attila’nın ölümünden kısa bir zaman sonra, Büyük Hun
Devleti’ni oluşturan değişik ve çok sayıdaki kavim dağılmıştı. Bunlar
arasında bulunan Türk asıllı kavimlerin, yeniden Güney Rusya ovalarına
döndüğünü biliyoruz. Bu kavimler, tam bu sıralarda doğudan aynı sahaya
gelerek yerleşen Onogur Türkleri ile karışarak Bulgar adı verilen yeni
bir Türk kavmini meydana getirmiştir. Zaten Bulgar ismi de Türkçe,
karışık manasına gelen bulgamak fiilinden gelmektedir.
Büyük Bulgar Devleti
Bulgarlar, 558 yılından sonra, bir süre Avarların hâkimiyetinde
yaşadılar. Avarların 567 yılında Göktürk baskısı ile, güney Rusya’dan
Orta Avrupa’ya doğru kaçmaları esnasında, çok sayıda Bulgar topluluğunu
da beraberlerinde sürüklerler. Geride kalanlar ise Göktürk hâkimiyetine
girerler. Bu Bulgar toplulukları, Bizans’ın da yardımı ile, VII.
yüzyılın başlarında Göktürk hâkimiyetinden kurtulurlar. Böylece,
Karadeniz kuzeyinde yaşayan Bulgar toplulukları reisleri olan Kobrat
idaresinde, bir devlet kurabilmişlerdir. Onun zamanında devletin
sınırları Kuban ırmağından Tuna’ya kadar uzanıyordu. Ancak Bulgarların
büyük çoğunluğunu bir arada toplayan, bu Bulgar devleti uzun ömürlü
olmaz. Hükümdarları Kobrat’ın ölümünden hemen sonra, Hazar devletinin
baskısı ile parçalanır (643). Kobrat’ın büyük oğlu Bayan Han idaresinde,
Kuban ırmağı boylarındaki yurtlarında kalan bir kısım Bulgarlar,
Hazarların hâkimiyetine girmek zorunda kalmışlardır.
Tuna Bulgar Devleti
Hazarlara bağlanmak istemeyen Bulgarların bir kısmı kuzeye, bir kısmı
da batıya gelerek, Balkanlarda Tuna Bulgar Devleti’ni kurdular (679).
Batıya gelenlerin başında, Kobrat’ın küçük oğlu Asparuh bulunuyordu .
Tuna Bulgarları, bir yandan Avarlar ile bir yandan da Bizans ile
mücadele etmişlerdir. Tuna Bulgarları’nın en büyük hükümdarı Kurum Han
(803-814) idi. Onun zamanında büyük bir Bizans ordusu yenilmiş,
imparatorları da bu savaşta ölmüştü. Bulgarlar, yine onun zamanında
İstanbul’u kuşatacak kadar güçlenmişlerdi. Kurum Han giriştiği
saldırılarla Avarlara da büyük darbeler vurmuştur.
Tuna Bulgarları’nın hâkim olduğu sahada, yoğun Slâv nüfusu
yaşamaktaydı. İki yüz yıla yakın Türklüklerini muhafaza eden Bulgarlar,
Boris Han zamanında Hristiyanlığı resmen kabul etmeleriyle (864) bu Slâv
nüfus arasında eriyip gitmişlerdir. Bu bölgede XIV. yüzyıldan sonra,
beş yüz yıl Osmanlı Türkleri egemen olacaklardır.
İtil Bulgar Devleti
Hazar hâkimiyetine girmek istemeyerek, kuzeye yönelen bir kısım
Bulgarlar, İtil (Volga) boylarında yerleşmişler ve burada Moğol
istilasına kadar devam edecek bir devlet kurmuşlardır.
İtil Bulgarlarının yerleştiği bölge, İslâm ülkeleri ile Hazarlar ve
İskandinav kavimleri arasında ticaret yolları üzerinde idi. Ticaret ve
tarım ile uğraştıklarını bildiğimiz Bulgarlar, uzun bir süre Hazarlara
bağlı kalmışlardır. Bulgar Şehri diye bilinen başkentleri, zamanının
önemli ticaret merkezlerinden idi.
Müslüman tüccarların tesiriyle X. yüzyılın başlarında İslâmiyet ile
tanışan Bulgarlar, Abbasiler ile diplomatik ilişki kurmuşlardır. Bulgar
hanı Almış, Abbasi halifesine başvurarak, İslâmiyet’i öğretecek din
âlimleri istemiştir. Abbasi halifesi bu isteği kabul ederek, kalabalık
bir heyeti 622 yılında Bulgarlara göndermiştir. Bu heyet içerisinde
bulunan İbn Fadlan, başından geçenleri anlattığı seyahatnamesinde,
Bulgarlar ve diğer Türk boyları hakkında önemli bilgiler vermektedir.
İtil Bulgar Devleti’ne 1237 yılında, Altınorda Hanı Batu tarafından son
verilmiştir.
İlk Müslüman Türk topluluklarından olan İtil Bulgarları, bugünkü
Kazan Türklerinin atalarıdır. Diğer Bulgar toplulukları eriyip
gittikleri hâlde, İtil Bulgarları Müslüman olmaları sayesinde
kimliklerini koruyabilmişlerdir
Kıpçaklar
Doğuda Kıpçak, batıda Kuman adıyla tanınan bu Türk kavmi, aslında iki
Türk kavminin birleşmesinden meydana gelmiştir. Batı Göktürk
topluluklarından Kimeklerin bir kolu olan Kıpçaklar, önceleri Balkaş
gölünden İrtiş ırmağına kadar olan bölgede oturuyorlardı. Güneyden
Kumanların kendilerine katılmalarıyla güçlerini daha da artırmışlar ve
çeşitli sebeplerle İtil ırmağını geçerek batıya yönelmişlerdir. Batıda
daha çok dış görünüşleri ile alâkalı olarak, sarışın manasına gelen
çeşitli adlar verilen Kıpçaklar, kaynaklarda beyaz tenli, sarı saçlı,
güzel görünüşlü insanlar olarak tasvir edilmektedirler.
Uzun süren mücadelelerden sonra Uzları batıya sürerek, XI. yüzyılın
ikinci yarısında Karadeniz’in kuzeyindeki geniş bozkırlara gelip
yerleştiler. Bu Uz (Oğuz)-Kıpçak mücadeleleri ünlü Dede Korkut
destanlarının esas konusunu oluşturur. Kıpçaklar Karadeniz’in
kuzeyindeki yeni yurtlarında, 150 yılı aşan bir süre hâkimiyet
kurmuşlar, Rus ve Balkan tarihinde derin izler bırakmışlardır.
Yaşadıkları bölge, o zamandan başlayarak, İslâm kaynaklarında Deşt-i
Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) adını alacaktır.
Kıpçaklar bir çok kere Tuna’yı geçerek Balkanlar’a ve Macaristan’a
akınlar yaptılar. Bizans ile zaman zaman savaşmakla birlikte genellikle
iyi ilişkiler kurmuşlardır. Nitekim 1091 yılında Çakan Bey ile ittifak
yapan Peçenekler’i ağır bir yenilgiye uğratarak, Bizans’ı
kurtarmışlardır. Kıpçak ülkesi, 1238-39 yılarında Altınorda Hanı Batu
han tarafından tamamen işgal edilmiştir. Kıpçakların bir kısmı
Macaristan’a çekilmişler, bir kısmı da İtil Bulgarları ile karışarak
Kazan Türklerinin oluşmasında önemli rol oynadılar. Karadeniz’in
kuzeyinde kalan Kıpçaklardan pek çoğu daha sonraki yıllarda Mısır’a
götürülmüş, bir kısmı yüksek mevkilere kadar yükselmiştir. Hatta
aralarında sultanlık mertebesine erişenler dahi olmuştur.
Kırgızlar
Asya Hunları çağından beri varlıklarını bildiğimiz Kırgızlar, o dönemde
Hunlara bağlı Ting-linglerle karışık olarak yaşıyorlardı. Yenisey ırmağı
boylarında oturan Kırgızlar , 560′da Mukan Kağan zamanında Göktürklere
bağlanmışlar, Göktürk Devleti’nin 630′da yıkılmasıyla bağımsız
olmuşlardır.
Ancak 681 yılında II. Göktürk Devleti’nin kurulmasıyla, tekrar
Göktürk yönetimine girmişlerdir. Uygur Devleti’nin kurulmasından sonra,
758′de Mayan-Çur Kağan tarafından Uygurlara bağlanan Kırgızlar, 840
yılında şiddetli bir hücumla Uygur Devleti’ni yıkarak Orhun bölgesinde
kendi devletlerini kurmuşlardır. Ancak bir müddet sonra Kitanlar
tarafından buradan çıkarılan Kırgızlar, eski yurtlarına çekilmek zorunda
kalmışlardır. Böylece Orhun bölgesi Türk yurdu olmaktan çıkıp,
Moğolistan’ın bir parçası haline gelmiştir. Cengiz Han zamanında
Moğollar’a boyun eğen ilk Türk kavmi olan Kırgızlar, bu tarihten sonra
siyasî bir varlık gösterememişlerdir. Uzun yıllar dağınık ve göçebe
olarak yaşayan Kırgızlar, Rus ve Sovyet hâkimiyetinden sonra bugün
Kırgızistan adıyla bağımsız bir devlet hâlinde yaşamaktadırlar. Dünyanın
en uzun destanı olan Manas destanı Kırgız Türkleri’ ne aittir.
Sabarlar
Büyük Hun Devleti’nin dağılmasından
sonra, doğu Avrupa’da görülen kalabalık Türk kavimleri arasında
Sabarlar da bulunur. Kaynaklarda Sabir, Sibir biçimlerinde de gördüğümüz
Sabar adı, Türkçe sapan, yol değiştiren, serbest manasındadır. V.
yüzyılın ikinci yarısında doğudan Juan Juan baskısı karşısında, Batı
Sibirya civarındaki yurtlarını terk ederek batıya doğru göç etmişlerdir.
Ural ve Altay dağları arasındaki geniş bozkırlarda yaşayan Onogurlar’ı
da önlerine katarak, İtil-Don ırmakları arasında ve Kafkasya’nın
kuzeyinde Kuban ırmağı boyunda yerleşirler (515). Sabarlar, bu bölgede
Bizans ve Sasaniler ile temas kurmuşlardır.Bir defasında Sasaniler ile
anlaşarak Bizans’a, doğu Anadolu eyaletleri üzerine büyük bir akın
yapmışlardır (516). Bu devirde başlarında Balak isimli hükümdarları
vardı. Sabarlar, üstün savaş teknikleri ile Bizans-Sasani mücadelesinde
bazen Sasaniler’i, bazen de Bizans’ı desteklemişlerdir.
558 yılına gelindiğinde,
Göktürklerin önünden kaçan Avarlar, Bizans ile anlaşarak Sabar devletine
son vermişlerdir. V. ve VI. yüzyıllarda Batı Sibirya ve Kafkasya’nın
kuzeyinde önemli roller oynayan bu Türk kavminin hatırasına, Sibirya adı
zamanla bütün Kuzey Asya’yı ifade eder olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder