Anadolu ve boğazlar güç dengesini öylesine değiştireceklerdir ki herhangi bir büyük gücün buralara hakim olmasi tüm dünya düzeninin tepetaklak olması anlamına gelecektir. büyük güçlerin hiçbirisi bu duruma razı olamayacağı için batı diplomasisi gayrı-resmi bir konsensusa varır: çökmekte olan osmanlı imparatorluğu tüm büyük devletlerin çıkarlarının gözetilecegi bir yarı sömürge haline getirilecek ve nihai paylaşımına karar verilene kadar suni teneffüsle yaşatılacaktır. Batılılar osmanlıya yeni konjonktüre uygun bir isim de bulmakta gecikmezler: avrupanın hasta adamı. 1789′da fransız ihtilali patlak verir. ardından gelen napoleon fırtınası ise tüm avrupa düzenini değiştirecek gibidir. ancak reaksiyoner güçler napolyon’u yenerler ve 1815 viyana kongresinde savaş öncesi statükoya dönülür. doğu sorunu ise yeniden eski mecrasına girer. bu sırada osmanlı artık sistemini yenibaştan kurması gerektiğini yoksa sonunun hiç de hayırlı olmayacağını tüm açıklığıyla görmüştür. ne var ki,avrupanın napolyonla boğuştuğu sırada, fırsattan istifade yapılmaya çalışılan nizamı cedit devrim denemesi irtica-devşirme-ayan işbirliğiyle boşa çıkartılır. bu bir dönüm noktasıdır; taşlarını tekrar yerine oturtan batı artık osmanlıya nefes aldırmayacaktır.
Bu arada ise osmanlı bos durmamış, 1826 vakai hayriyesi ile kör-topal da olsa çağdaşlaşma yoluna girmiştir. sömürgecilerin arasındaki uzun ihtilaf yılları aralarında mustafa kemal, enver paşa, ziya gökalp gibi çağdaş uygarlığı özümsemiş kişilerden oluşan çekirdek kadroların yetişmesine olanak sağlamıştır. yeni nesil 1908 jöntürk devrimiyle tarih sahnesine çıkar. avrupa cephesinde ise almanya, afrika ve doğu asya’nın artık paylaşılmış olduğunu kabul etmek durumunda kalmış;bunun üzerine drang nach osten yani doğuya yürüyüş ismiyle yeni bir politika belirlemiştir. bu politika osmanlı devletinin alman desteğiyle yaşatılması ve en nihayetinde bir alman uydusu halıne sokulması;ardından da hindistan ve kafkasyaya saldırı için bir sıçrama tahtası olarak kullanılmasını öngörmektedir. antant’ın osmanlıyı paylaşmaya kesin karar vermesi ile beraber türkler için almanya’ya sarılmaktan başka çare kalmaz. bu tastamam ölümü görüp sıtmaya razı gelmek durumudur ancak yapacak başka sey kalmamıştır.balkan savaşı felaketinin ardından ipleri ele alan ittihat ve terakki, osmanlının düştüğü çıkmazın farkında olarak çaresiz son kavgaya hazırlanır.
1914 yılında dünya savaşı patladığı zaman hasım kutupların ikisinin de ana savaş gayelerinin başında, şark meselesinin kesin olarak kendi lehlerine çözümü gelmektedir. ancak savaş beklendiği gibi gitmez;batı devletleri kuzey fransada kazdıklari siperlerde birbirlerinin sonunu getirecek sonuçsuz bir yıpratma savaşına girerler. rusya, zayıf ekonomisi savaşın ağırlığı ile çökünce bolşevik ihtilaline sahne olarak paylaşım sofrasından çekilir. osmanlı ise önce çanakkale savaşları ile kendine yönelen saldırıyı püskürtür, ardından da filistin ve irak cephelerinde mucizevi bir savunma yaparak zaman kazanır. 1917′de rusyanın çöküşü kaybedilen kars ve ardahan’in kurtuluşunu getirmekle kalmaz, kafkasya’da mevziler kazanmamızı da sağlar. ancak ekonomi tamamen alman desteğiyle ayaktadır ve 1918 eylülünde bu bağ kopunca arap cephesi de çöker.artık savaştan çekilmekten başka yapılabilecek birşey yoktur.
30 ekim 1918 tarihinde imzalanan mondros ateşkesi ile osmanlı ordularını dağıtmayı, boğazları antant güçlerine açmayı kabul eder. artık ülke fiilen emperyalistlerce işgal edilmiştir. ancak hem fransa,hem de ingiltere savaşın korkunç yükü altında tükenmiştir ve osmanlı topraklarını kendi askerleriyle işgal edecek halde değildirler. bunu yapmak için sahibinin sesi yunanistan maşa olarak ortaya sürülür. megali idea hayalleri ile kıvranan yunanlılar bu onursuz usaklığı düşünmeden kabul ederler. izmir işgal edildiğinde tarih 15 mayis 1919′dur. 1920 yılında imzalanan sevr antlaşması ile de anadolu türklüğünü ortadan kaldırma planına kesin nokta konur. şark meselesi artık çözülmüştür. yoksa çözülmemiş midir ?
Anadolu Türkü varlık-yokluk mücadelesinin basladığını anlamış, kuvayı milliye ile gerilla savaşına girişmiştir. 19 mayıs 1919′da anafartalar kahramanı mustafa kemal paşa ordu müfettişi olarak tayinini istediği samsun’a ayak basar. hemen ardından ise dağınık haldeki direniş odaklarını birleştirmeye koyulur. 20.yüzyılın akıl almaz mucizesi olan Türk kurtuluş savaşı artık resmen başlamıştır. samsunda baslayan yol 9 eylül 1922′de izmir’de yunan maşaları ile emperyalist efendilerinin kesin hezimetiyle sona erecek, yok olduğu,tükendiği varsayılan türk, cevabını tokat gibi verecektir. anadolu’nun ilelebet türk hakimiyetinde kalacağını kesin surette perçinleyen lozan antlaşması ile de şark meselesi, emperyalizmin herhalde işin başında asla tahmin edemeyeceği bir nihai sona ulaşacaktır.
“Şark Meselesi” tabiri siyaset adamları ve tarihçiler tarafından bu güne kadar çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Terimin ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde Rus delegasyonu tarafından kullanıldığını biliyoruz.
Fransız tarihçisi E. Drialut, “Şark Meselesi”ni “İslam- Hıristiyan mücadelesi” olarak yorumlarken bir başka Fransız tarihçisi Albert Sorel “Türkler , Avrupa’ya ayak bastığı günden beri “Şark Meselesi” zuhur etti”diyerek meselenin bir Türk meselesi olduğunu vurgulamaktadır.1
Türkler İslamiyetin hamisi ve İslam aleminin önderi durumuna geçmekle ,Avrupa için“Şark Meselesi”,Türk veya Osmanlı meselesi halini almıştır. Durum bu olunca ,artık İslamiyetle Türklük aynı anlamı ifade eder olmuştur. Böylece Türk-İslam ve Avrupa-Hıristiyan mücadeleleri “Şark Meselesi”nin temelini teşkil etmiştir.2
“Şark Meselesi” , son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, “güç dengesi”nin tesisinde en mühim amillerden biri olmuş , entrikalara , kıskançlıklara ve pazarlıklara sebebiyet vermiştir.
Her Batılı devlet, “güç dengesi “politikasına titizlikle riayet ettiği gibi “Şark Meselesi”ni kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. Bütün Avrupa devletleri , özellikle Çarlık Rusyası , “Şark Meselesi”i ile uğraşmayı dış politikasının esas unsuru haline getirmiştir.
“Şark Meselesi” belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir.
Bunlardan birincisi “1071-1683 yılları arasındaki “Şark Meselesi”dir. Bu tarihler arasında Avrupa savunmada ,Türkler taarruz halindedir. Bu birinci safhada Batı için “Şark Meselesi”;
*Türkleri Anadolu’ya sokmamak
*Türkleri Anadolu’da durdurmak.
*Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek.
*İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek
*Türkler’in Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak v.b. politikalar uygulamaktı.
“Şark Meselesi”nin Batılılarca bu hedeflerine rağmen ,Türkler Anadolu’ya girmiş ,Balkanlar’ı tamamen zaptetmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerindeki yenilgisi “Şark Meselesi”nin birinci safhasını da sona erdirmiştir. Gene bu tarihte “Şark Meselesi”nin ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada,Türkler savunmada, Avrupa ise taarruz halindedir.
“Şark Meselesi”ne ikinci aşamada , özellikle 19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren emperyalist zihniyet ilave edilmiştir. Ancak,Hıristiyan Batı, hem Haçlı zihniyetini hem de emperyalist zihniyetini gölgeleyebilmek için kendisinin daima hümanist zihniyetle hareket ettiğini propaganda yoluyla dünya kamu oyuna telkin etmeye çalışmıştır.
1920 yıllarına kadar devam eden bu safhada “Şark Meselesi”nin gelişmesi şu şekilde gerçekleşecektir.
*Balkanlar’daki Hıristiyan milletlerin Osmanlı hakimiyetinden kurtarılmaları .Bunun için Hıristiyan toplumları isyan teşvik ederek evvela onların muhtariyetini , sonra istiklallerini temin etmek.
Birinci maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse;
Hıristiyanlar için reform istemek ve onların lehine Bab-ı Ali nezdinde müdahalelerde bulunmak.
*Türkleri Balkanlar’dan tamamen atmak.
*İstanbul’u Türkler’in elinden geri almak.
*Osmanlı Devleti’nin Asya toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan azınlıklar lehine reformlar yaptırmak,muhtariyet elde etmek veya mümkün olursa istiklallerine kavuşturmak.
*Osmanlı hakimiyetinde bulunan Kuzey Afrika’yı koloniyalist maksatlarla işgal ve ilhak etmek. Bunun için koloniyalist ve emperyalist devletlerin kendi aralarında anlaşmaları yeterli görülüyordu.
*Türk olmayan Müslüman toplumları , özellikle Araplar’ı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmak ve onları devletten koparmak. Bu hedefe varmak için ,Arap milliyetçiliğinin tahrik edilerek canlandırılması kafi görülmüştür.Bu hususta emperyalist gayeler ön planda tutulmuştur.3
*Anadolu’yu paylaşmak ,Türkleri Anadolu’dan çıkarmak.
Büyük devletler daha 1878 Berlin Antlaşması ile Balkanlar’dan Türkler’i attıklarına veya atmak üzere olduklarına inandıkları için “Şark Meselesi”ni Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarına kaydırmayı başardılar. Nitekim; Berlin Antlaşması’na koydukları 61. Madde ile Anadolu’da Ermeniler lehinde reformlar yapılmasını Bab-ı Ali’ye kabul ettirmişlerdir. Bu durum, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti kurmak anlamına geliyordu.
Her ne kadar dini, ekonomik , stratejik, kültürel, politik, ideolojik v.b. gibi menfaatleri birbirinden ayırmak mümkün değilse de , Avrupalı büyük devletler zaman, mekan ve diğer şartlara göre bu unsurları ayrı ayrı kullanarak hedeflerine yavaş yavaş ulaşmışlar ve Osmanlı Devleti’ni yıkmışlardır.
Avrupalı emperyalist devletler ,Osmanlı tebası olan Hıristiyan azınlıkları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeleri , devletten koparma çabaları bu defa yeni devletin sınırları içinde , İstiklal Savaşı’nı kazanan evladlarını birbirine düşürmek şeklinde ortaya konulmuştur. Öyle ki, aralarında çeşitli şive farklılıkları görülen Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki bir takım aşiretlerin ,Kurmancı ağzı etrafında toplanarak bu bölgede sun’i bir millet olarak ortaya çıkmalarını sağlamak için ilim adamlarıyla , propogandistleriyle,komünizm, Siyonizm gibi ideolojik saldırılarla adeta Türk Devleti’ne savaş ilan etmişlerdir.Bölgede sun’i olarak bir “Kürt” milleti yaratılmak istenmektedir. Halbuki bu gün İran , Irak Türkiye ve Suriye topraklarında dağınık olarak yaşayan ve kendilerine “Kürt” adı verilen bu unsurlar en azından Türkler’in Oğuz-Türkmen boylarının Anadolu’ya gelmelerinden itibaren bin yılı aşkın bir ortak tarihe kültüre sahip oldukları bilinmektedir.
Bütün bu gerçekler açık-seçik ortada iken T.C.Devleti’nin varlığına bir saldırı niteliğinde olan PKK terör örgütünün desteklenmesi “Şark Meselesi”nin günümüzdeki yeni bir uygulamasından başka bir şey değildir.
Özellikle Türkiye için “Şark Meselesi” halen fiili olarak mevcut olup ,stratejik ve ideolojik görünümüyle varlığını sürdürmektedir. Osmanlı Devleti’nin “Şark Meselesi”nden edindiği acı tecrübelerden ders alarak Türkiye Cumhuriyeti’ni günümüzdeki “Şark Meselesi”nden korumanın ve kurtarmanın mümkün olduğuna inanıyoruz.
Acaba Avrupalılar ,Türk Milleti’nden ne istemektedirler. Bu isteğin ne olduğunu anlamanın tek yolu tarihi olayları ilim metodlarıyla tetkik etmektir
KAYNAKLAR
1 A. Haluk ÇAY: Her Yönüyle Kürt Dosyası s:11-12 Turan Kültür Vakfı Ankara
2. Bayram KODOMAN:Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II.Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası
s:7 Orkun Yayınevi İstanbul 1983
3. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi cilt:12 s.21-22 Çağ Yayınları İstanbul 1989
——————————————————————————–
1 A.Haluk ÇAY: Her Yönüyle Kürt Dosyası s:11-12 Turan Kültür Vakfı Ankara 1996
2 Bayram KODOMAN:Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II.Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası s:7 Orkun Yayınevi İstanbul 1983
3 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi cilt:12 s.21-22 Çağ Yayınları İstanbul 1989
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder