Kapitülâsyonların zararları
Kapitülâsyonlar, bir
devleti kesinlikle çökertir. Osmanlı Devleti ile Hindistan Türk ve
İslâm İmparatorlukları bunun en büyük kanıtıdır.
1923 (Atatürk'ün S.D.II, s. 97)
Biliyorsunuz
ki Osmanlı Devleti "uhud-i atika"* adı altında bir takım
kapitülâsyonların esiri idi. Memleket içindeki Hıristiyan unsurlar
birçok ayrıcalıklara, bağışıklıklara sahip bulunuyordu. Bir devlet,
kendi memleketinde bulunan yabancılara yargı hakkını uygulayamazsa, bir
millet, kendi halkından aldığı bir vergiyi yabancılardan almaktan
alıkonulmuş bulunursa, bir devlet kendi yaşamını kemiren kendi içindeki
unsurlar hakkında önlemler almaktan alıkonulursa böyle bir devletin,
egemenliğine sahip bağımsız bir devlet olduğuna inanmak doğru olur mu?
İşte Osmanlı Devleti böyle bir halde idi. Bu kadar da değil... Osmanlı
Devleti, kendisini kuran esas unsurun, milletin insanca yaşamasını temin
edecek işlere de girişmekten alıkonulmuştu. Memleketi bayındır duruma
getiremez, demiryolu yaptıramaz, yaptırmaya giriştiği zaman derhal
yabancılar karışır, hatta bir okul yapmak istediği zaman bile karışmayla
karşılaşırdı. Belirtmeye değer ki, bütün bu fenalıklar, milletin
boynuna geçirilmiş bütün bu zincirler, milletimizin herhangi bir
hastalığından, devletin güçsüzlüğünden ileri gelmiş değildi. Tam tersine
bütün bu tutsaklık zincirleri devletin en güçlü, en kuvvetli bulunduğu
bir zamanda boynumuza, devletin boynuna geçirilmiştir.
Efendiler,
bu halin sebebini devlet kavramını anlayış şeklinde aramak gerekir.
Biliyorsunuz ki tacidarlar, hükümdarlar ve özellikle kendilerine
"Allah'ın Gölgesi" diyen padişahlar, memleketi kendi mülkü ve bütün
temel unsur olan milleti de yine Allah tarafından kayıtsız şartsız
emrine boyun eğen bir kitle sanarlar. Bundan başka padişahların
etrafında birtakım çıkarcılar bulunur ki, onlar da padişahın lütfuna,
himayesine erişmek için bu görüş tarzını iyi imiş gibi gösterirlerdi.
Bütün bu görüş ve yorumlar karşısında masum millet, gerçekten bunun
doğru olduğunu, dinin gereğinden olduğunu farz ve zanneder. İşte Osmanlı
padişahları, milletin bu anlayışından yararlanarak milletin hakkı olan,
milletin şerefi, onuru ve bütün varlığıyla ilgili olan birçok
kaynakları, hediye ve bağış olarak yabancılara vermekte tereddüt
etmemişlerdir. Biliyorsunuz ki ilk kapitülâsyon Fatih zamanında,
İstanbul'da oturan Cenevizlilere verilmiş, biraz sonra genişletilmiş ve
başka milletleri de içine almıştır. Yine çok iyi biliyorsunuz ki,
milletin içinde yaşayan Hıristiyan unsurlara ayrıcalık, aynı tarihte
verilmiştir. Fakat milletin yaşamsal kaynaklarıyla o kadar ilgili olan
bu ayrıcalıklar verile verile o kadar büyüdü ki millet, sırtına yüklenen
bu yükün altında kıvranmaya başladı. Katlanama-maya başladı. Onları,
bir hediye ve bağış olarak alanlar, sonraları bu ayrıcalıkları bir
kazanılmış hak saydılar. Onunla da yetinmediler. Her fırsattan
yararlanarak onları artırmak ve genişletmek yollarına gittiler. Hükümeti
korkutmaya kalkıştılar. Efendiler, görkem ve gösteriş içinde zaman
geçirmeye alışan bu padişahlar, saray ve ileri gelenleri, debdebeyi
devam ettirmek düşüncesindeydiler. Onun için devletin gerçek
kaynaklarını kuruttuktan sonra gereksindikleri parayı dışarıdan
sağlamaya kalkıştılar. Bunun için de birçok borçlanmalar yaptılar.
Milletin bütün kaynaklarını vermek ve onur ve şerefini feda etmek
suretiyle o borçlanmaları yaptılar. Bir gün, o paraların faizlerini
ödeyemeyecek hale geldiler. Devlet, cihan gözünde iflâs etmiş sayıldı.
Osmanlı
Devleti'nin son dakikaya kadar gösterdiği manzara şu idi: Memleket
içinde bütün Hıristiyan unsurlar, esas unsurun çok çok üstünde birçok
istisna ve imtiyazlara sahip... Bu unsurlar, devleti mahvetmek için her
türlü özel örgüte sahip ve dışarının sürekli kışkırtmalarına ve
koruyuculuğuna erişmiş. Devlet ve Hükümet ise bunu önlemekten âciz..
Çünkü bütün bu zararlı girişimlerin dayanak noktası, dışarıda birtakım
kuvvetli devletler idi. Dışarıdaki devletler hem bir taraftan içerideki
unsurları, devlet ve memleketi tahrip etmeye ve birtakım bağımsızlıklar
oluşturmaya kışkırtıyor, harekete getiriyor; bir taraftan da onların
adına ve hesabına karışıyor, çalışıyor ve bu şekilde bütün dünya gözünde
Osmanlı Devleti'nin hiçbir değer, erdem ve onuru
kalmıyor, devlet
onuru adına hiçbir şey kendisinde var kabul edilmiyor, âdeta koruma ve
vesayet altında bir toplum gibi kabul olunuyordu. İşte bu acı darbenin
son evresi olmak üzere memleket ve millete son darbeyi indirmeye
hazırlandıkları sırada, memleketin başında bulunan Saray, Babıâli ve
bütün bunlara bağlı olan kişiler o düşmanlarla beraber olarak milletin
peşini bırakmadılar; en son cinayeti işlediler.
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan,Milliyet gazetesi, 24-25.12.1929)
Kapitülâsyonların,
konferansta* birçok toplantıları işgal etmiş olması sebebini bir türlü
anlayamıyoruz. Bu sorunun söz konusu edilmesi ve görüşülmesi bile millî
onurumuza yöneltilmiş bir hakarettir. Kapitülâsyonların Türk milleti
için ne derece iğrenç bir şey olduğunu size tarife gücüm yetmez.Bunları,
diğer şekil ve isimler altında gizleyerek bize kabul ettirmeyi
başaracaklarını düşünen ve hayal edenler bu konuda pek çok aldanıyorlar.
Çünkü, Türkler kapitülâsyonların devamının kendilerini pek az bir
zamanda ölüme ***üreceğini pek iyi anlamışlardır. Türkiye, esir olarak
yok olmaktansa, son nefesine kadar mücadele etmeye ve savaşmaya karar
vermiştir.
1922 (Atatürk'ün S.D.111, s. 57)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder