Birinci Kişi: Geleneksel
olarak, öteden beri kullanılan bir anlatı yöntemidir. Ben'li bir
anlatımdır bu. Birinci kişi başından geçen bir olayı, içinde bulunduğu
bir durumu, gözlem ve izlenimlerini bize anlatır. Bunun gibi çevresini,
çevresindeki kişileri, bu kişilerin duygu ve düşünce evrelerini de yine
birinci kişinin gözüyle görür, onun duygularıyla tanırız. Bu tür
anlatışın doğrudanlık, okur için sağladığı yakınlık, canlılık gibi üstün
yanları vardır. Dilsel engellerle karşılaşmadan anlatılanların içine
kolayca girebiliriz. Öykünün kişilerini ayrımda da kolaylık sağlar bu
anlatış biçimi. Bunu da ekleyelim, öyküleyen birinci kişi her zaman
öykünün ana kişisi olmayabilir, bunun yerine yardımcı kişilerden biri
olabilir. Bu durumda daha nesnel bir anlatış belirir. Ama ister ana
kişilerden biri olsun, ister yan kişilerden biri olsun öyküyü anlatan
birinci kişi, yaşantıyı doğrudan verir bize. Şu örnekte olduğu gibi.
"... Ben mağaranın kapısı önünde, bir ayağım içerde, bir ayağım dışarda
beklerdim. Bir kapkaralık mağarayı, bir ışık içinde yüzen bahçeyi
seyrederdim. Güneş ağaçlardaki eriklerin üzerinde ışıldardı. Komşu
bahçeden küçük ağabeyimin sevgilisi 'Ayva çiçek aç-mış'ı bize duyurmaya
çalışır, arada bir annem evin penceresinden belirip bana 'Sakın sen
içeri girme...' diye seslenip kaybolurdu. Yaz akşamının tatlılığı geniş
bahçeye, yeni açmış çiçeklere, meyva dolu ağaçlara sinerdi. Komşulardan
birinin kuyudan su çektiği çıkrığın gıcırtısı derinden gelir, bir yanda
da ağabeylerimin sesleri, kazma ile küreğin toprağa çarpmasının
gürültüsü işitilirdi.
Sur dibindeki mağara bana korku verirdi. Gündüzleri yalnız başıma
kapısından bile bakmak beni korkutuyordu. İçerisi daima karanlıkla,
rutubetle, bir sürü bitip tükenmeyen çıtırtılarla dolu olurdu. Geceleri
ise bahçeye çıkmak imkânsızdı. Bizans'tan kalma bu surların hikâyesini,
alayı, şakayı, mübalayı seven güler yüzlü haliyle anlatır, bizleri
heyecandan heyecana sürükler, sonra 'Biz vaktiyle bu mağaradaki defineyi
çok arardık. Hele biçare Nihat Bey amcanın ömrü bu define peşinde
geçti,' der, bizi sıcak hayallere, bir binbir gece masallarına doğru
götürürdü."
(Oktay Akbal, Bizans Definesi’nden)
Birinci kişili anlatımın tüm özelliklerini bu kısa alıntıda bulabiliriz.
Buradaki "ben", yazarın kendisi midir, yoksa öykünün bir kahramanı
mıdır; bu önemli değil. Mağarayı, mağaranın çevresini öyküyü bize
anlatan çocuğun gözüyle görüyor, onun izlenimlerini, onun gözlemlerini
paylaşıyoruz. Böylece öyküden içeri girmemiz kolaylaşıyor. Anlatıcıyla
(birinci tekil kişi) aramızda bir yakınlık, bir dostluk kuruluyor.
Böylelikle onunla yer değiştirmemiz, kendimizi anlatıcının yerine
koymamız kolaylaşıyor.
Gördüğümüz gibi, bu alıntıdaki birinci kişi hem bir gözlemci, hem de
izlenimci kişi gibi davranıyor. Bir yandan gördüklerini
gözlemlediklerini anlatırken bir yandan da anlattıkları üzerine
görüşlerini belirtiyor. Böylece dolaylamalara başvurmadan, doğrudan
anlatılanı algılamamıza olanak sağlıyor.
Kaynak: Emin ÖZDEMİR - Yazınsal Türler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder