5 Mayıs 2012 Cumartesi

Farklı İklim Tiplerinin İnsan Üzerindeki Olumsuz Etkileri

Ekstrem hava olaylarını ve iklimsel olayları kontrol etmek veya zararlarından biraz olsun kurtulmak insanların elindedir. Olayları engellemek mümkün olmasa da, etkilerini azaltmak alınacak tedbirlere bağlıdır. Tüm ekstrem hava olayları hastalıklara neden olmaz, ancak eğer toplum, ekstrem olayın hemen arkasından normale dönemezse, kayıplarını en aza indiremezse o zaman ekstrem olayların arkasından hastalıkların, sağlık sorunlarının çıkması kaçınılmazdır.
Meteorolojik sistemlerin siyasi bir sınırı yoktur, ülke sınırı tanımaz. Tehdit unsuru olan sistem hakkında önceden bilgi sahibi olmak birçok hayat kurtarır, maddi hasarları azaltır. WMO-Dünya Hava Gözlemi (WWW) çerçevesinde, tüm WMO üyeleri düzenli olarak meteorolojik gözlemlerini değiştirmek/takas etmek zorundadır. Bu değişim de hava kaynaklı hasarların önlenmesinde ulusal uyarıların hazırlanmasını sağlar. Mayıs 1994, Bangladeş’teki siklon olayında WWW’ın faydası gözlenmiştir. Erken uyarı ile 1991′de 130.000 ölü veren benzer siklon olayına göre kayıp sadece 200 kişi olmuştur. Bu başarı tamamen erken uyarı sisteminin gelişmesine bağlıdır. Geçen beş yıl içinde, kuvvetli hava olaylarının nasıl oluştuğu ve geliştiği tam olarak anlaşıldığından uyarıların zamanlaması ve doğruluğu da artmıştır. Kuvvetli hava olaylarının uyarıları ülkedeki sağlık birimleri tarafından da olabilecek hastalıklara hazırlıklı olunması açısından yapılır.
İnsan aktiviteleri hem ekstrem hava olaylarını hem de bu olaylara duyarlılığı etkiler. Kuraklık ve çölleşme hem uzun süreli yağışsız mevsim hem de insanların yanlış toprak kullanımı ve ormanları ekimi-dikimi için bilinçsizce kesmeleri sonucunda oluşan bir olgudur. Ekstrem hava olaylarının etkisi sosyal ve teknik açıdan tam gelişmemiş ülkelerde daha fazla hissedilir. Bu tür hava olaylarının etkisinin azaltılabilmesi tamamen hazırlıklı bulunmaya ve alınacak tedbirlere bağlıdır. Aynı zamanda eksterm olayları hakkında bilinçleşme ve bilgi sahibi olma, sıklık ve yoğunluğunu bilme, küresel iklim değişikliğindeki yerini tanıma, olaylardan daha az etkilenmeyi sağlayan faktörlerdendir.


Genel Bilgiler

İklim, yeryüzünün herhangi bir yerinde, uzun yıllar boyunca, belirli ara­lıklarla, ölçülen veya gözlenen hava olaylarının ortalama durumu olarak ta­nımlanır.
İklimi; Güneş, atmosfer, hidrosfer, litosfer ve biyosferin kendi aralarında­ki ilişki ve etkileşimleri sonucu oluşan dünyadaki yaşamı yönlendiren ve kontrol eden doğal, bir sistem olarak değerlendirmek gerekir.
Dünya’mızın yaklaşık 4.5 milyarlık jeolojik tarihi boyunca, iklim sistemini oluşturan unsurlar arasındaki ilişkilerin bozulmasına bağlı olarak, iklimde bü­yük değişmeler olmuştur. Doğal olarak, bu değişiklikler sadece sıcaklık ve yağış koşullarındaki değişmelerle sınırlı kalmamıştır. Farklı dönemlerde görülen ik­limdeki değişmeler, özellikle buzul hareketleri ve deniz seviyesindeki değişme­ler nedeniyle yalnızca dünyanın görünümünü değiştirmekle kalmamış, ekolo­jik sistemlerde de büyük değişikliklere neden olmuştur.
Geçmişte olan değişmeler, iklimin kendi doğal değişkenliğidir ve doğrudan Güneş, atmosfer, ya da yerküre/atmosfer sisteminin Öteki bileşenlerindeki doğal değişikliklerle ilgilidir. Bunların arasında, jeomorfolojik ve klimatolojik sonuçlan en iyi bilinen iklim değişmeleri, günümüzü de içine alan Kuatemer (4.jeolojik zaman)’de olan değişmelerdir.
http://www.cografyam.org/images/orografikyagis.jpg
B. Geçmişte Yaşanan İklim Değişiklikleri
Zamanımızdan yaklaşık 2 milyon yıl önce karasal buzulların alçak enlemle­re doğru inmesiyle başlayan 4.zaman (Kuaterner), Buzul Çağı olarak da anıl­maktadır. Ancak bu çağı; buzulların devamlı geliştiği ve yeryüzünün her tarafı­nı kapladığı bir dönem olarak algılamamak gerekir. Bu çağda kutupların ve ka­raların büyük bir bölümünün örtü şeklindeki buzullarla kaplandığı dönemler olduğu gibi, buzulların inceldiği ve büyük çapta ortadan kalktığı dönemler de olmuştur.
Buzul ilerlemelerinin ve yayılmalarının görüldüğü zaman dilimine buzul dönemi (glasyal dönem), gerileme ve çözülmenin görüldüğü döneme ise; Bu­zullar arası dönem (interglasyal dönem) denilmektedir.
Buzul çağı boyunca çok büyük boyutta glasyal ve interglasyal dönemler ya­şanmıştır. Örneğin, zamanımızdan yaklaşık 18.000 ile 22.000 yıl önce, bütün Ku­zey Yarım Küreyi etkileyen ve Avrupa’yı tamamen kaplayan buzulların kalınlığı en yüksek değerine ulaşmış ve deniz seviyesi bugünküne göre 125 metre alçal-mıştır. Bugünkü Bering Boğazı tamamen kara parçası hâline gelmiş ve Sibirya ile Alaska birleşmiştir. Nitekim bu yoldan kolayca yapılan göç nedeniyle, Ame­rika yerlilerinin Asya kökenli olduğu söylenmektedir.
Günümüzden yaklaşık 14.000 yıl önce yeryüzündeki sıcaklık artmaya bu­zullar çekilmeye başlamıştır. 11.000 yıl kadar önce ise, sıcaklığın tekrar hızlı bir biçimde düşmesiyle ABD’nin kuzeydoğusu ve Avrupa’nın kuzeyi buzullarla ör­tülmüştür. Bu buzul ilerlemesinden 1.000 yıl sonra sıcaklık yavaş yavaş yüksel­miş ve günümüzden yaklaşık 8.000 yıl önce de, bu karasal buzullar tamamen or­tadan kalkmıştır.
Yüzyılımızdan 6.000-5.000 yıl önce, küresel ortalama yüzey sıcaklığı bu­günkünden 1°C daha yüksektir ve interglasyal peryodun veya Holosen (en son jeolojik devir)’in en sıcak dönemidir. Bu döneme Orta Holosen Maksimumu adı verilmektedir. Bu dönem bitkilerin geliştiği, çeşitli ekosistemlerin oluştuğu ve dünyanın bugünkü görünümüne yaklaştığı dönemdir. Bunun için bu zaman di­limi Klimatik Optimum olarak da adlandınlmaktadır.(OHver 2002)
Daha sonra iklimde bir soğuma dönemine girilmiştir. Küçük buzul çağı bu peryotta Alp buzulları gibi dağ buzulları yeniden oluşmuş, buna karşılık kara­lar üzerinde bir buzullaşma görülmemiş ve Kuzey Yarım Küre yaklaşık olarak bugünkü görünümüne kavuşmuştur.
Zamanımızdan yaklaşık 1.000 yıl önce, Kuzey Yarım Küre, nisbeten sıcak ve kurak bir iklime sahiptir. Sıcak ve kurak yazlar, soğuk olmayan ilkbaharlar yaşanmıştır. Ortaçağ Klimatik Optimumu dönemine rastlayan bu dönem, bir­kaç yüzyıl devam etmiştir.
1200′lü yıllarda ılıman, ama çok kuvvetli hava olaylarının görüldüğü, çok değişken bir iklim hâkimdir. Bu nedenle birkaç yüzyıl fırtına, yağış, sel ve ku­raklığın görüldüğü ekstrem sıcak ve soğuk yıllar birbirini takip etmiş ve özel likle Avrupa’da bu yıllarda çok büyük kuraklıklar yaşanmıştır.
1400-1550 yıllan arasında iklimde kararlı bir dönem yaşanırken, 1550′Ierin ortalarında ortalama sıcaklık düşmeye başlamış, bu soğuma eğilimi yaklaşık 300 yıl kadar devam etmiştir. Bu dönem Küçük Buzul Çağı olarak adlandırılmakta­dır. Bu süreçte Alp Buzulları daha da gelişerek, yamaçlardaki vadilere doğru ak­mış, sert ve uzun kışlar ile kısa ve yağışlı yazlar yaşanmıştır.
Bu dönem içinde 1816 yılının ayrı bir önemi vardır. Avrupa o yıl çok büyük bir kıtlık yaşamış, açlıktan çok sayıda insan ve hayvan ölmüştür. Yine ABD ve Kanada, Mayıs-Eylül arasında Arktik havanın baskınına uğramış, çok soğuk günler yaşanmış, bunun için bu dönem iklim tarihine Yazsız yıl olarak geçmiş­tir. Bu ülkelerde yaz döneminde 1.800 kişi donarak ölmüştür.
19. yüzyılın ortalarına kadar görülen ve yukarıda özetlenen iklim değişik­likleri, doğrudan doğal iç ve dış kuvvetlerle ilişkilidir. Yani insanların tarih sah­nesine çıkmasından sonra da uzunca bir süre iklimdeki değişmeler doğal yollar­la olmuştur. Ancak bu tarihten itibaren sanayi devrimiyle birlikte insanların, çe­şitli etkinliklerinin de iklimin üzerinde etkili olduğu bir döneme girilmiştir. Bu durum insanların 3 temel ihtiyacı olan beslenme, üreme ve barınma ihtiyacını karşılayabilmeleri ve her geçen gün yaşam standartlannı yükseltebilmeleri için doğayı tahrip ederek doğal dengeyi bozmalarından kaynaklanmaktadır.
Fosil
yakıtların aşırı kullanımı, ormanların tahribi, yanlış arazi kullanı­
mı, Doğal kaynakların bilinçsizce tüketimi ve atmosfere salınan sera gazları
ile hızlı nüfus artışı, sanayi devriminden beri hızla atmosferin,dolayısıyla ik­
lim sisteminin doğal yapısınsına neden olan olaylardır.Özellikle atmosferde biriken sera gazlarının atmosferin doğal sera etkisini kuvvetlendir­
diği, küresel ortalama sıcaklıkta görülen artışın bundan kaynaklandığı iddia
edilmektedir.
Nitekim 1800′lü yılların sonlarında küresel ortalama sıcaklık yükselmeye başlamış, 1900 ile 1940 yılları arasında atmosferin alt kısımlarının ortalama sı­caklığı 0.5°C kadar artmıştır. Bu sıcak dönemden sonra 25 yıl süren bir soğuma dönemi yaşanmış, 1960 ve 1970 sonlarında ise bu soğuma dönemi sona ermiştir.
1970 ve 1980′lerde küresel ortalama yıllık sıcaklıkta yıldan yıla, bölgeden bölgeye çok değişen, dünyasal boyutta bir ısınma görülmüştür. Küresel ısınma özellikle 1980′li yıllardan sonra daha da belirginleşmiş, 1990′lı yıllarda en yük­sek değere ulaşarak yüzyılın en sıcak 10 yılı yaşanmıştır.
Eski iklim kayıtlarına göre, 20. yüzyılda görülen ısınmanın süresi ve değeri, son 1000 yılın herhangi bir döneminde görülenden daha fazladır.
20 yüzyıl 1000 yılın en sıcak yüzyılıdır. 1990′h yıllar en sıcak 10 yıl, 1998 en sıcak yıl, 2001 ise, ikinci en sıcak yıldır. (1998 yılındaki rekor düzeydeki sıcaklık artışına o yıl etkili olan El Nino olayı neden olarak gösterilmektedir.
Küresel, yıllık ortalama sıcaklık 1990 yılından 1998 yılma kadar yaklaşık 0,7°C artmıştır.
Küresel yıllık ve mevsimlik ortalama sıcaklıklar 1979-1998 döneminde bundan önceki herhangi bir dönemdekinden daha hızlı bir biçimde artmıştır.
20. yüzyılın başından beri Kuzey Yarım Küre’nin Doğu Asya dışındaki, orta ve yüksek enlemlerinde geniş karalar üzerindeki bulut kapalılığı %2 oranında artmıştır. Buna paralel olarak da buralarda yağışlarda hızlı bir artış olmuştur.
Geniş karalar üzerinde küresel boyutta bir ısınma gözlenmiştir. Şüphesiz küresel ortalama yeryüzü sıcaklığındaki artış dünyanın her yerinde aynı değer­de olmamıştır. Örneğin, uzun süreli ısınma eğilimi 40°-70° kuzey enlemleri ara­sındaki geniş kara parçalan üzerinde daha fazla olmuştur. Buna karşılık Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde, son 25-30 yıllık dönemde Türkiye’nin de yer aldığı Doğu Akdeniz ve Karadeniz havzalannda tam tersine bir soğuma eğilimi vardır. Bunun atmosferde, dış kaynaklı uçucu küçük parçacıkların birikiminden bozulan radyasyon koşullan sonucu ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bu böl­gelerde atmosferdeki çeşitli gazların ve partiküllerin yoğunluğunun önümüz­deki yıllarda da artması beklenmektedir. Ancak artan sera etkisi nedeniyle yine de bu bölgelerin, diğer bölgelere göre daha az olmakla beraber ısınacağı tahmin edilmektedir.
1970′lerden beri süren çalışmalarda, elde edilen yapay uydu görüntüleri de değerlendirilerek artan sıcaklığa paralel olarak değişik bölgelerdeki kar örtü­sünde bir azalma, buzullarda ise incelme ve geriye çekilme görülmüştür. Örneğin; Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzullannın alansal yayılışında her 10 yılda, ortalam %2.7 oranında, Alp Dağları ve Himalalar üzerindeki buzullarda ise önemli oranda hem alansal hem de hacimsel bir azalmanın olduğu gözlenmeş-tir. Yine ABD Deniz Kuvvetleri’nin elde ettiği sonar verilerine göre Kuzey Buz Denizi’ndeki buzların kalınlıklarında geçen 20-30 yıllık dönemde 2-3 metreye varan bir azalma ile Bering Denizi’ndeki buz örtüsünde %5′lik bir azalma olmuştur. Buna karşılık Antarktika deniz buzlanda bir değişme tespit edileme­miştir.
20. yüzyıl boyunca deniz seviyesinde yılda ortalama 1.0 ile 2.0 mm ara­
sında bir yükselme gözlenmiştir. Bu artış 19. yüzyıl boyunca görülen artıştan
daha fazladır. 20. yüzyıl boyunca görülen 10-25 cm arasındaki bu yükselmenin,
geçmiş 300 yıldaki küresel ısınmadan mı, yoksa yer kabuğundaki hareketlerden
mi kaynaklandığı henüz bilinmemektedir.
Son yıllarda Dünya’nm bazı bölgelerinde daha çok hissedilen ve belirlenen iklim değişikliği özellikle de sıcaklık artışı, bir çok fiziki ve biyolojik sistemle­ri etkilemiştir.
Bunun önemli sonuçlarını aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.
Orta enlemler yüksek enlemlere doğru genişlemiştir.
Bazı bitki ve hayvanların sayısı azalmıştır.
Yeryüzü ve troposferdeki sıcaklık artışı nedeniyle kar ve buz örtüleri alansal ve hacimsel olarak azalmıştır.
Nehirlerde ve göllerde geç donma, erken çözülme gözlenirken, buzullar­da bir gerileme görülmüştür.
Geçen 30 yıl içinde dünyanın farklı bölgelerinde olağanüstü hava olayları yaşanmıştır. Kuraklıklar tropikal siklonik fırtınalar, seller gibi daha bir çok hava ve iklimle ilgili doğal afetler, daha sık ve etkili olarak görülmüştür.
Küresel boyutta geçen 10 yıl boyunca atmosfer kökenli afetlerin sayısı iki kat artmıştır. Sürekli kuraklık ve çölleşme, 1.2 milyar insanın yaşamını tehdit etmektedir. Bir tek 1997-1998 El Nino olayı tahminen 110 milyon insanı etkile­miş, 100 milyar ABD dolar ekonomik kayba neden olmuştur. 1950-1999 yılları arasındaki hava iklimle ilgili doğal afetlerin neden olduğu ekonomik zarar 960 milyar ABD doları civarındadır.
Bir çok tropikal hastalık yüksek enlemlere ve kutuplara doğru yayılmış, salgın hastalıklarda gelişen teknolojiye rağmen bir artış olmuştur.
1861 yılından beri yapılan sıcaklık ölçümlerine göre, 1998 yılından sonra en sıcak yıl olan 2001 yılında 2371 kişi yaşamını yitirmiş, 13 milyar ABD dolan ekonomik kayıp olmuştur (Cornford, 2002) (Tablo 32). Buna karşılık dünyanın değişik bölgelerinde bu tür doğal afetlerde, 1998 yılında 42.000,1999′da 45.000,
2000 yılında ise 4.000 kişi ölmüş, 1998 yılında 75 milyon, 1999′da 21 milyon ve 2000 yılında ise 13 milyon ABD doları ekonomik kayıp yaşanmıştır.

C. İklim Değişikliklerinin Nedenleri
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde İklim deği­şikliği; Karşılaştınlabilir bir zaman peryodunda gözlenen doğal iklim değişken­likleri ile, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin doğal yapısını bo­zan insan etkinlikleri sonucunda, iklimde oluşan değişikliklerin bütünü olarak tanımlanmıştır.
Tanımdan da anlaşılacağı gibi, doğanın evrimi gereği iklim sistemini oluş­turan unsurlar arasındaki ilişkilerin doğal yollarla bozulması kaçınılmazdır. Za­ten insanların doğa üzerinde etkili olduğunu veya onu yönlendirebileceğini san­dığı zamana kadar olan dönemde iklim, daha önce de açıklandığı gibi, doğru­dan doğal olaylar sonucu değişmiştir. Ancak yine tanımda insan etkinliklerin­den kaynaklanan olaylar sonucunda da iklimde değişmelerin olabildiği vurgu­lanmaktadır. Nitekim Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 1995 II. Değerlendirme Raporu’nda geçtiğimiz yüzyılda görülen iklim değişikliği üzerinde insan etkinliklerinin büyük etkisi olduğu belirtilmiş tir. Hattâ insanlann etkisiyle oluşabilecek iklim değişikliğine bağlı olarak ya­şanacak doğal afetlerin ve bunların yaratacağı ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunların 21. nci yüzyılda yaşanabilecek sorunların en ağın olacağı vurgu­lanmıştır.
Buraya kadar olan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi iklim değişikliğinin nedenleri esas olarak doğal ve insan kaynaklı etkenler olmak üzere iki başlık altında toplanabilir.
Doğal Etkenler
Doğal etkenler, iklim sistemini oluşturan, atmosfer, hidrosfer ve yer küre ile bu kürelerin yaşam alanİanndan oluşan biyosferin doğal yapısını bozarak bunların arasındaki doğal dengeyi etkileyen bütün doğal olaylardır. Bunlar Dünya’mızı oluşturan bu katmanların kendilerinden kaynaklanan, olayları içer­mektedir.
Güneş’ten atmosferin üst sınırına gelen enerji miktarındaki (Güneş sabi-tesi-2 cal/cm2/dakika) değişme, volkanizma, depremler, doğal orman yangınla-n gibi daha birçok olay, hassas bir denge üzerine oturmuş olan iklim sistemin­de bozulmalara neden olan doğal olaylardır (Daha önce bu konuda yeterli bilgi verilmiştir).

İnsan Kaynaklı (yapay-antropojenik) Etkenler
Bunlar, iklim sistemini oluşturan unsurlann ve özellikle de yaşam için vaz­geçilmez bir ortam oluşturan atmosferin, doğal yapısının bozulmasına neden olan, insanlann değişik etkinlikleri (sosyolojik, teknolojik) ile ortaya çıkan olaylann bütünüdür. İnsanlann hemen her türlü etkinliği sonucunda iklim sis­teminin bozulmasına neden olabilecek olaylar ortaya çıkmaktadır. Bunların için­de çok önemli olanlan aşağıda ana başlıklar halinde verilmiştir.

Atmosferin Doğal Sera Etkisinin Değişmesi
İklim sistemi içinde atmosferin ve yeryüzünün ısınması, atmosferin doğal sera etkisi özelliği nedeniyle olmaktadır. Güneş’ten Dünya’ya gelen enerji ile Dünya’dan uzaya geri verilen enerjinin denk olması, atmosferin doğal yapısının korunmasıyla mümkündür. Atmosferi oluşturan gazlann oranlarında olabile­cek bir değişiklik bu dengeyi bozacaktır. Bu da küresel ölçekte sıcaklığın artma­sına veya azalmasına neden olacaktır. Bu denge ise atmosferin doğal sera özel­liğiyle korunmaktadır. Bu konunun iyi anlaşılabilmesi için önce atmosferin sera etkisinin ne olduğunun bilinmesi gerekir.

Sera Etkisi: Atmosferde bulunan ve doğal sera gazlan olarak adlandırılan su buharı (Hp), Karbondioksit (CÖ2), metan (CH4), azotoksit (N20) ve Ozon (03) gibi gazlar, Güneş’ten doğrudan gelen kısa dalgalı ışınların büyük bir kıs­mının yeryüzüne ulaşmasını sağlarken, yerin ısınmasından sonra atmosfere ge­ri verilen uzun dalgalı radyasyonun (yer radyasyonu)da büyük bir kısmını tut­maktadır. Atmosferin bu özelliğine atmosferin doğal sera özelliği denir. Yeryü­zü ve atmosferin ısınması bu yolla tutulan enerjiyle olmaktadır.
Güneş’ten doğrudan gelen enerjinin ne kadar büyük bir kısmı yeryüzüne kadar ulaşarak orada emilirse, yer o kadar ısınacak ve atmosfere o kadar çok enerji verilecek, dolayısıyla atmosfer de o kadar çok ısınacaktır. Ancak atmosfer­deki doğal sera gazlarının miktarında bir artış olursa, yerden verilen enerjinin (uzun dalgalı yer radyasyonunun) daha büyük bir kısmı atmosfer tarafından tu­tulacak dolayısıyla atmosferin alt katlan daha çok ısınacaktır. Yer Küre’nin nor­malden daha fazla ısınmasını sağlayan bu olay da atmosferin sera etkisi olarak adlandınlmaktadır.

İnsan Etkinliklerinden Kaynaklanan Sera Gazı Birikimlerindeki Değişmeler
Atmosferdeki insan kaynaklı sera gazı birikimlerinde sanayi devriminden beri bir artış gözlenmektedir. Sera gazları içinde ayrı bir özellik taşıyan karbon­dioksit (C02), o günden bu güne %30 oranında artmıştır. Bunun yanında, me­tan (CH4) %145 ve Azotoksit (N20) %15 oranında artış göstermiştir. Önümüz­deki yıllarda da bu artışın devam edeceği, örneğin atmosferdeki C02 miktarının 21. yüzyılın sonuna kadar şimdiki miktannın 1.5 katı kadar daha fazla olacağı hesap edilmektedir (IPCC, 1996). Bunun sonucunda sera etkisinden kaynakla­nabilecek küresel ısınmanın büyüklüğünü düşünmek bile ürkütücüdür.

Atmosfere Salınan Partiküllerin Etkileri
İnsanların çeşitli etkinlikleri (tanm,sanayi v.b) sonucu atmosfere verilen partiküller (aerosoller uçucu küçük parçacıklar) ve özellikle de fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan kükürtdioksit (S02) kaynaklı sülfat parçacıkları troposfer içinde dağılır. Bunlar güneş ışınlarını yeryüzüne ulaşamadan tuttukla­rından yeryüzü dolayısıyla atmosfer fazla ısınamaz ve atmosferde genel bir soğuma görülebilir.
Bilindiği gibi doğal etmenler arasında sayılan volkanik etkinlikler sonucu atmosfere verilen kül, toz ve bazı uçucu maddeler de aynı nedenle küresel sı­caklığı azaltan atmosfer kirleticileridir.

Yanlış Arazi Kullanımı ve Doğal Çevrenin Bozulması
Doğal olaylar yanında insanlar da çeşitli amaçlarla doğal çevreyi hızlı bir biçimde tahrip etmekte ormanlar başta olmak üzere, tükenmez kabul ettikleri bütün doğal kaynaklan hızlı ve bilinçsiz olarak tüketmektedir. Ayrıca hızla artan nüfusun ihtiyacını karşılayabilmek için, başka amaçlar için daha uygun olabilecek yerler, çarpık yerleşme ve kentleşmeyle tahrip edilmektedir.
Bu durumda iklimi oluşturan unsurlar doğal özelliklerini kaybetmekte, ara­larındaki karşılıklı ilişkiye bağlı olan dengeler de hızla bozulmaktadır. Bunun sonucu, bu unsurların bir bileşkesi olan iklimde bozulmalar hattâ değişmeler kaçınılmaz olmaktadır.

Ozon Tabakasındaki İncelme
Atmosferde çok az bulunan ve üç oksijen atomundan oluşan Ozon (03)’nun %90′ı stratosferin 19 ile 45.kilometreleri arasında, ozonosfer denilen bölümde toplanmıştır. Ozon, yeryüzündeki yaşam için çok tehlikeli olan çok kısa dalga­lı güneş ışınlan (morötesi=ultraviyole) için doğal bir süzgeç görevi yapmakta ve büyük bir kısmını da tutmaktadır. Aynca tutulan bu enerji nedeniyle de at­mosferin daha fazla ısınması önlenmektedir. Yani Ozon tabakası, atmosferdeki doğal dengenin çok önemli bir Öğesidir.
Ancak doğal mekanizmalar sonucu oluşan ve atmosferde belirli bir mik­tarda bulunması gereken ozon’un son zamanlarda hızla azaldığı görülmüş­tür. İnsanların çeşitli etkinlikleri sonucu atmosfere verilen bazı gazlar (kar­bondioksit, metan, kloroflorokarbon, azot oksitler v.b.) bu azalmanın temel nedenlerindendir.

Ozondaki azalma ozon tabakasının incelmesi olarak adlandırılır. Son yıl­larda küresel boyutta bir incelme gözlenmekle beraber, Antarktika (Güney Kut­bu) üzerindeki incelme, tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bu incelme sonucunda at­mosferde yeterli derecede tutulamayan kısa dalgalı güneş radyasyonu, canlılar üzerinde kanserojen etki gösterirken, yere daha fazla ulaşması nedeniyle de, küresel ısınmaya katkıda bulunmaktadır.
D. Gelecekte Olabilecek İklim Değişikliği ve Sonuçları
İsviçre’nin Cenevre kentinde 1990 yılında yapılan II.Dünya iklim Konfe­ransında, Dünya ikliminde bir değişmenin başladığı, bilim adamları tarafından açık bir biçimde ortaya konulmuştur.

Bunun için doğal kaynakların ve özellikle de Atmosferin korunması ama­cıyla bir İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi hazırlanması önerilmiştir. Ha­zırlanan bu sözleşme, 165 ülkenin temsil edildiği 1992- Rio II. B.M. Çevre ve Kalkınma Konferansında imzaya sunulmuş, bugüne kadar da birçok ülke tara­fından imzalamıştır. Ancak bugüne kadar bu sözleşmede yer alan hususlara ve önerilen önlemlere yeteri kadar uyulduğu söylenemez.
Bununla beraber halen bireysel olarak, toplum hâlinde ve hükümetler dü­zeyinde iklim değişikliği ve bunun neden olacağı olumsuzluklar üzerinde çok yoğun bir biçimde çalışılmaktadır.
Bu çalışmaların başlangıcı çok eskilere dayanmakla beraber, ciddî ve daha kapsamlı çalışmalara 1979,1.Dünya İklim Konferansından sonra başlanmıştır. O günden bugüne çeşitli kaynaklarca, özellikle atmosferde bulunan sera
gazla-nndaki ve aerosollerdeki artışa göre, gelecekte görülebilecek iklim değişikliğiy­le ilgili değişik tahminleri içeren senaryolar ve iklim modelleri ortaya konul­muştur. Ancak, bu senaryolarda, doğanın evrimi nedeniyle veya olası doğal afetlerin etkisiyle iklimde oluşabilecek değişiklikler çok fazla dikkate alınma­mıştır. Bunlardan en önemlileri, Birleşmiş Milletler Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından ortaya konulan ve atmosferdeki değişik sera gazı emisyonları esas alınarak hazırlanan senaryolar ve iklim modelleridir.</SPAN>

Bugüne kadar IPCC ve diğer çeşitli kaynaklarca hazırlanan iklim modelle­rine göre, iklimdeki değişmeler gelecekte de sürecek herbiri bir doğal afet ya­ratabilecek nitelikte olan aşağıdaki ürkütücü sonuçlar ortaya çıkacaktır.
Atmosferdeki sera gazı emisyonlarmdaki artışı esas alarak yapılan iklim modeli çahşmalanna ve IPCCnin hazırlamış olduğu Üçüncü Değerlendirme Raporuna (2001) göre; 1990-2100 yılları arasında küresel yüzey sıcaklıklarında ortalama 1.5 ila 5.8°C ara sında bir artış beklenmektedir (Şekil 114). Bu değer 20. yüzyılda gözlenen değerin çok üzerindedir ve son 10.000 yıl içinde görülen değerden de daha büyüktür. Ayrıca bu konuda farklı kaynaklarca üretilen bü­tün modeller bu ısınmanın dünyanın farklı bölgelerinde değişik büyüklükte ola­cağını gösteriyor. Örneğin, kuzey yarım küredeki geniş kara parçaları daha hız­lı bir biçimde ısınacak ve özellikle de Kuzey Amerika’nın kuzeyi ile Orta As­ya’nın kuzeyindeki ısınma daha fazla olacaktır.
Ana iklim kuşaklarının kapladığı alanların sınırlan kutuplara doğru 150 ile 550 km arasında genişleyecektir.
Buharlaşma-yağış dengesinin bozulmasına bağlı olarak yağış rejiminin değişmesi sonucu, bir yerde şiddetli yağışlar görülürken bir diğer yerde yağış azlığı yaşanacaktır. Böyle yağışlarda mevsimel ve enlemsel kaymalar olacaktır.
Mevsimlik kar örtüleri ile kara ve deniz buzlannda alansal ve hacimsel olarak bir azalma görülecektir. Bu azalmanın kuzey yarım kürede daha etkili olacağı beklenmektedir.
Bütün model sonuçları ekstrem hava olaylarının sayısında, şiddetine ve etki alanlarında bir artışın olacağını göstermektedir.
IPCC’nın değerlendirme raporlarına göre deniz seviyesinde, bu peryotta 1990 yıhndakine göre 0.09-0.88 metre arasında bir artış olacaktır. (IPCC-2001)
Atmosferin genel dolaşımındaki bozulmalar nedeniyle El-Nino’ya benzer nitelikte, bütün küreyi ilgilendiren olağan dışı atmoser-okyanus olaylarında bir artış olacaktır.
Değişik kaynaklı iklim modellerinden ortaya çıkan yukarıdaki sonuçla­ra göre yaşanabilecek doğal tehlikeler ve bunlarla ilişkili olarak görülebile­cek afetler aşağıdaki şekilde özetlenebilir.

Kuzey yarımkürede daha fazla hissedilecek sıcaklık artışı nedeniyle
Grönland ve kutup bölgesindeki buzullar büyük ölçüde eriyecek, Gulfstream
sıcak su akıntısı etkisini yitirecek, bu nedenle Batı Avrupa’nın ikliminde bir
soğuma görülecektir. Bununla ilişkili olarak doğal ve beşerî afetler yaşanacak­
tır.

Sıcak kuşağın kutuplara doğru kayması sonucunda mevcut ekosistemler
kendilerini yeni koşullara uydurmak durumunda kalacak, belki de birçok canlı
türü yok olacaktır.

Yağış rejiminde değişikliğin görüldüğü yerler ile yağışın şiddetinde ve miktarında artış görülen yerlerde sel, çığ, kütle hareketleri gibi daha birçok doğal aferin sayısında ve şiddetinde büyük artış olacaktır.
Uzun süreli yağış azlığı nedeniyle, dünyanın birçok bölgesinde daha et­kili kuraklık ve çölleşme gibi iklim kökenli doğal afetler yaşanacaktır. Bunun sonucunda su kaynaklannda azalma, tarımsal üretimde düşme, kıtlık ve açlık görülecektir. Afrika’da çölleşme giderek yayılırken, Asya’da tarım alanlarında­ki verimlilik düşecek, milyarlarca kişi açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Zaten mevcut olan su sıkıntısı, Ortadoğu, Avusturalya ve Yeni Zellanda gibi ül­kelerde daha da artacaktır. Yaşanacak aşın sıcaklar ve su sıkıntısı ve kuraklığa bağlı olarak geniş orman ve çalı yangınlarında büyük artış olacaktır.
Deniz seviyesinde olabilecek yükselmeler nedeniyle, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün yaşadığı alçak kıyı ovalan ile, deltalar sular altında ka­lacaktır. Kıyılarda erozyon, deltalarda ve alçak ovalarda sel olaylan yaşanacak­tır. Kıyılardaki bataklık ve sulak alanların birçoğu sular altında kalacak, ya da bu tip yeni alanlar oluşacaktır. Örneğin, deniz seviyesinin 50 cm yükselmesi ha­linde dünyadaki kıyı sulak alanlarının %50′si sular altında kalacaktır. Doğal ola­rak bundan ençok ada ülkeleri genellikle de Pasifik ada ülkeleri ile alçak kıyı ovalarına sahip ülkeler etkilenecektir. Denizden olan yükseklikleri ortalama 1 metre civannda olan birçok okyanus adası sular altında kalacak belki de burada yaşayan bütün canlılar yok olacaktır.
Yine deniz seviyesinde görülecek yükselmeden dolayı biyolojik çeşitlilik büyük zarar görecektir. Çünkü kıyı alanlan biyolojik çeşitliliğin en fazla görül­düğü yerlerdir.

Bazı bölgelerde yaygın olarak yaşanacak daha sıcak, nemli ve yağışlı ik­lim koşulları, zararlı mikroorganizmaların üremesine ve çoğalmasına neden ola­caktır. Aynca daha sık görülecek sel ve su baskınları, kene, sivrisinek, fare ve böcek ile diğer mikrop taşıyıcılanmn kolayca yayılmasını sağlayacaktır. Bunun sonucunda halen dünyanın bazı bölgeleri için tehlikeli olan salgın hastalıklar ve böcek istilalan kutuplara doğru daha geniş bir alanı etkileyecektir.
Daha sık yaşanacak ekstrem sıcaklıklar (sıcak dalgaları, soğuk baskınla-n) insanlar başta olmak üzere bütün canlılann yaşamını olumsuz yönde etkile­yecektir. Bütün bu olaylar sonucunda biyolojik tehlikelerde büyük artış olacak, muhtemelen ortalama yaşam süresi kısalacaktır.
Küresel sıcaklıktaki (kara ve deniz yüzey sıcaklığı) artış ve bölgeler ara­sındaki oluşacak büyük sıcaklık farkları Tropikal ve Orta kuşak fırtınaları ile orajların sıklığını ve şiddetlerini artıracak etki alanlarını değiştirecektir.
Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki ekonomik uçurum daha derinleşe­cek, yoksul ülkeler daha da yoksullacaktır. Bunun sonucunda doğal kaynakla-r daha fazla kullanılacak ve oluşacak doğal afetler daha çok can ve mal kaybına neden olacaktır.
Yine yukarıdaki açıklamardan da anlaşıcağı gibi, IPCC’nin senaryolarından başka, bazı atmosferik iklim modelleri de, gelecekte görülebilecek iklim üze­rinde değişik sonuçlara varmaktadır. Bunların birçoğu Doğu Akdeniz Havzası­nı ve Türkiye’yi de içine alan subtropikal kuşağın büyük bir bölümünde, özel­likle kış yağışlarının azalacağını göstermektedir. Akdeniz havzasında bir süre­den beri gözlenen etkili yaz kuraklığının kış mevsimine doğru kayacağını, kış mevsiminde de kuraklık yaşanacağını ortaya koymaktadır.
Görüleceği gibi, dünya iklimindeki bu güne kadar olan değişikliğin ortaya konulması ve gelecekte görülebilecek değişikliklerin incelenmesi amacıyla, IPCC çerçevesinde BM tarafından görevlendirilen bilim adamlarının hazırladığı rapordan ve diğer kaynaklarca yapılan çalışmalardan ürkütücü bir sonuç orta­ya çıkmaktadır.
İklimde doğal ve/veya beşerî nedenlere bağlı olarak olabilecek değişmeler; fizikî çevrenin bozulmasına, birçok ekosistemin yok olmasına, deniz seviye­sinin yükselmesine ve ekstrem hava olaylarının görülmesine neden olacaktır. Bunun sonucunda başta insanlar olmak üzere bütün canlılar, yeni iklim koşul­larına uymakta zorlanacak, belki de bu canlıların önemli bir kısmı yok olacaktır.
E. İklim Değişikliği ve Türkiye
Daha önce de açıklandığı gibi, küresel boyutta olabilecek bir sıcaklık artışı­na bağlı olarak, iklimde önemli değişmeler olacaktır. Bu değişmenin sonuçlan kara ve deniz buzullarının erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim ku­şaklarının sınırlarının değişmesi, ekstrem meteorolojik olayların ve bunlara bağlı doğal afetlerin artması şeklinde görülecektir.

Bu olaylar bölgesel ve zamansal olarak çok değişik biçimde ortaya çıkacak­tır. Örneğin, dünyanın bazı bölgelerinde görülen kasırgalar, kuvvetli yağışlar ile bunlara bağlı olarak oluşan seller ve taşkınlar gibi meteorolojik afetlerin şid derinde ve frekansında artış olurken, bazı bölgelerinde uzun süreli ve şiddetli kuraklıklarla birlikte çölleşme görülebilecektir.
Türkiye, suptropikal kuşak, kıt’alarının batı bölümünde görülen Akdeniz iklim bölgesinde bulunmaktadır. Üç yanı denizlerle çevrili, ortalama yükseltisi 1100 m civarında ve çok farklı topografik ve orografik yapıya sahip bir ülkedir. Ayrıca Türkiye’yi bilinen hemen bütün hava kütleleri etkilemektedir. Orta en­lem, Tropikal ve hattâ kutupsal kaynaklı basınç sistemleri ve hava tiplerinin ge­çiş bölgesi üzerindedir. Buna topografik özelliklerin karmaşıklığı ve kısa mesa­fedeki yükselti farklılığı gibi fizikî coğrafya etmenleri de eklendiğinde, bir gün­de 4 mevsim yaşanmaktadır. Bunun için Türkiye, genel olarak Akdeniz iklim kuşağında yer almakla birlikte, birçok alt iklim tipinin de yaşandığı bir ülkedir. Türkiye, bu karmaşık iklim yapısı içinde, iklim değişikliğinden en fazla etkile­nebilecek ülkelerin başında gelmektedir.
Ülkemiz özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak görülebilecek, su kaynak­larının azalması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalardan etkilenecektir. Türkeş ve diğerleri(2001)ne göre Olası bir iklim değişikliğinin ülkemizde neden olabileceği çevresel ve sosyo-ekono-mik sorunlar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
Sıcak ve kurak devrelerin süresindeki ve şiddetindeki artış, kuraklık ve çölleşme ile tuzlanma ve erozyon gibi olayları hızlandıracaktır.
İklim kuşaklarının kuzeye kayması sonucu Türkiye, daha sıcak ve kurak iklim koşullarının etkisinde kalabilecektir. İklim kuşaklanndaki bu kaymaya uyum sağlayamayan flora ve fauna büyük zarar görecektir.
Türkiye’nin mevcut su kaynakları sorununa yeni sorunlar eklenecek, iç­me ve kullanma suyunda büyük sıkıntılar yaşayacaktır.
Tanmsal üretim potansiyeli değişebilecektir (Bu değişiklik bölgesel ve mevsimsel farklılıklarla birlikte, türlere göre bir artış ya da azalış biçiminde ola­bilir).
Karasal ve akuatik (sucul) ekosistemlerde mevcut dengenin bozulmasına bağlı sorunlar artacak, üretim düşecektir
Karasal ekosistemler ve tanmsal üretim sistemleri, zararlılardaki ve has-talıklardaki artıştan zarar görebilecektir.
Sıcaklıktaki artış insan ve hayvan sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yapa­cak, aşın sıcaktan kaynaklanan hastalık ve ölüm oranları artacaktır.
Deniz seviyesi yükselmesine bağlı olarak Türkiye’nin yoğun yerleşme, turizm ve tarım alanlarının yer aldığı alçak alanları sular altında kalacaktır.

Mevsimlik kar ve kalıcı kar-buz örtüsünün kapladığı alanlarda, erimele­re bağlı olarak kar çığları, sel ve taşkın olaylarında artış olacaktır.
Deniz akıntılarındaki değişmeler, deniz ekosistemleri üzerinde olumsuz etkiler yaratacak, deniz ürünleri azalacaktır.
Şüphesiz küresel iklimde görülebilecek bir değişiklik, Türkiye’nin değişik bölgelerini farklı biçimde etkiliyecektir. Türkiye’nin özellikle çölleşme tehdidi alandaki yan kurak ve yarı nemli özelliğe sahip; İç Anadolu, Güneydoğu Ana­dolu, Ege ve Akdeniz bölgelerinde tarım, ormancılık ve su kaynakları açısın­dan daha olumsuz sonuçlar görülecektir. Son yıllarda Türkiye ormanlarında toplu ağaç kurumalarının, zararlı böcek salgınlarının ve yangınların arttığı bi­linmektedir. İklim değişikliğine bağlı olarak kuraklık derecesinin artması, bu olayları daha da hızlandıracaktır.
Türkeş ve diğerleri (1996)’nın yapmış olduğu çalışmaların sonuçlarına göre; Türkiye’de büyük kentlerde genel olarak gece sıcaklıklarında bir artış, gündüz sıcaklıklarında ise bir azalış eğilimi gözlenmiştir (Şekil 115). 1970′li yıllardan iti­baren bütün Doğu Akdeniz Havzasında olduğu gibi Türkiye’de de kış yağışla­rında bir azalma olmuştur. En şiddetli kuraklık olaylarının 1973,1977,1989 ve 1990 yıllarında yaşandığı tesbit edilmiştir.
F. İklim Değişikliğini Önleme ve Zararlı Etkilerden Korunma
Gezegenimizin ve dolayısıyla bütün canlıların geleceğini yakından ilgilen­diren iklimdeki değişmelerin önlenebilmesi veya belirli sınırlar içinde tutulabil­mesi için, dünyasal boyuttaki çalışmalar yoğun bir biçimde devam etmektedir. Buna rağmen bu gayretlerin çeşitli nedenlerle ve özellikle de gelişmiş ülkelerin ekonomik çıkarları nedeniyle, yeterli olduğu söylenemez.

Bilindiği gibi, iklim değişikliğine neden olabilecek doğal etmenlere müda­hale etmek ve onlan kontrol altına almak oldukça zor, hatta imkansızdır. Ancak küresel ısınmaya bağlı olarak görülebilecek iklim değişikliğinin önlenebilmesi için, hiç olmazsa insanların çeşitli faaliyetlerine bağlı olarak atmosfere verilen sera gazlarının azaltılması ve doğal çevrenin korunması gibi konular, insanın elindedir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (1992, Rio Konferansında imzaya açılan Birleşmiş Milletler İklim Değişik­liği Çerçeve Sözleşmesi ve 10 Aralık 1997 yılında hazırlanan Kyoto Protoko­lü ile ortaya konulan yükümlülüklerin gerçekçi ve adil bir biçimde yerine ge­tirilmesi gerekir. Bunun için kısaca aşağıdaki hususlar bütün ülkelerce kabul edilmeli ve ge­rekli önlemler alınmalıdır.
Enerji üretim ve tüketiminde gerekli tasarruf sağlanmalı, fazla yakıt tü­ketiminin ve hava kirliliğinin önlenebilmesi için yakma teknolojileri geliştirilme­lidir.

Fosil yakacaklar yerine yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklan (hidrolik, güneş, rüzgâr, jeotermal, biyokütle v.b.) kullanımının yaygınlaştırılmalıdır.
Ormanlar başta olmak üzere, biyolojik çeşitliliğin korunması için gerek­li önlemler alınmalıdır.
Kent içi ve kent dışı yolcu ve yük taşımacılığında motorlu araçların daha az yakıt tüketmelerini sağlayacak şekilde düzenlenmeler yapılmalıdır. Bunun için;
Kent içinde toplu taşımacılığa geçilmeli
Yük ve yolcu taşımacılığında deniz ve demir yollarına önem verilmeli
Doğal kaynaklar tüketilmeden bilinçli bir biçimde kullanılmalı, dengeli
ve sürdürülebilir bir kalkınma modeli benimsenmelidir.

Görüleceği gibi alınacak bütün önlemlerin amacı, atmosferin doğal denge­sinin korunmasına yöneliktir. Çünkü 1980 yılında iyice hissedilmeye başlayan atmosferin alt kısımlarındaki ısınma eğilimi halen sürmektedir. Nitekim son yıl­larda rekor sıcaklıklar yaşanmıştır. Bunun için ulusal ve uluslar arası önlemle­rin alınması ve küresel ısınmayı önleyici politikaların geliştirilmesi zorunlu­dur. Şüphesiz bu önlemlerin başında insanların çeşitli etkinlikleri sonucunda at­mosfere bırakılan sera gazlarının belirli bir düzeyin altına çekilmesi, en azından mevcut durumdaki seviyede tutulması gerekir. Aksi taktirde yaşamaya başla­dığımız doğal tehlikelerin afete dönüşmesi kaçınılmaz hale gelecek, çok büyük acılar yaşanacak, belki de bütün canlıların yaşama şansı kalmayacaktır.
G. İklim Değişikliğiyle İlgili Farklı Görüşler ve Bu Konuda Yapılan Çalışmalar
Bu konuda çalışanlar arasında çok farklı görüşler olmakla beraber hemen herkes çeşitli nedenlerle (güneş sabitesindeki, yeryüzündeki ve atmosfer bileşi­mindeki değişmeler vb. gibi) atmosferin doğal dengesinin bozulacağını, bunun genel dolaşımı ve iklimi dolayısıyla bütün atmosfer olaylarını doğrudan etkili-yeceğini kabul etmektedir. Örneğin, atmosferdeki sera gazlarının artmasıyla at mosferin bileşiminin değişmesi, iklimde bugün görülen ve gelecekte olabilecek değişmelerin nedeni olarak gösterilmektedir. Her ne sebeple olursa olsun küre­sel boyutta görülen bir ısınma bu dev termik makinenin (atmosferin) işleyişini değiştirecektir. Bunun soncunda genel dolaşımda bozulmalar, iklim kuşakları­nın sınırlarında oynamalar olacak, lokal ve bölgesel ölçekte beklenilmeyen yerlerde ve şiddette hava olayları ve bunlarla ilişkili büyük afetler yaşanacak­tır. Bunun için iklim değişikliğinin doğal afetlere neden olan olaylar içinde ayn bir yeri vardır. Çünkü olası bir iklim değişikliğinde, bilinen bütün atmosfer kö­kenli doğal afetlere neden olan atmosferik tehlikelerin, oluştukları ve etkiledik­leri alanlar ile şiddetleri ve görülme sıklıkları tamamen değişecektir. Dünya ta­rihi boyunca görüldüğü gibi, bir çok ekosistemin yok olduğu, canlı ve cansız çevrenin büyük zarar gördüğü çok sıcak ve soğuk dönemler yaşanabilecektir.
Ancak iklim değişikliği üzerinde, değişik çevrelerce farklı görüşler ortaya konulmakta ve çok değişik senaryolar üretilmektedir. Bu iklimin karmaşık ya­pısından, birçok bilim dalını ilgilendirmesinden ve çok değişik etmenlerin kont­rolü altında olmasından kaynaklanmaktadır. Güneşten dünyaya gelen enerjide azalma-çoğalma, yerin hareketleri ve eksen eğimindeki bir değişme, atmos­fer, hidrosfer ve yerkürenin doğal yapısının değişmesi, iklimi doğrudan etki­leyen iklim değişikliğine neden olan doğal olaylardır. Bir de insanların çeşitli et­kinliklerine bağlı olarak ve Özellikle de atmosfere fazla miktarda verilen sera gazları nedeniyle, iklimde görülen ve gelecekte de kaçınılmaz olan değişmeler eklendiği zaman, konu içinden çıkılmaz hale gelmektedir.
Tartışılmayan konu yaklaşık 4.5 milyarlık yaşa sahip olan dünyamızda doğal olarak bu güne kadar çok büyük boyutta iklim değişikliklerinin yaşandığı ve dünyanın coğrafyasının defalarca değiştiği, doğanın evrimi gereği bu değiş­melerin mutlaka gelecekte de yaşanacağıdır. Nitekim son 500 yılda küresel bo­yutta bir ısınmanın görüldüğü ve bunun günümüzde de devam ettiği bilinmek­tedir. Burada belirsiz olan durum, iklimde olabilecek değişmelerde insanın et­kili olup olamayacağı, ya da etkilerinin gelecekteki doğal süreç içindeki derece­sinin ne olacağıdır.
Bir çok bilim adamı bugün görülen ve gelecekte görülecek küresel ısınma­nın doğayla insan arasındaki ilişkinin bozulmasına bağlı olamayacağını, insanın bunu yapabilecek güçte olmadığını, bu iddialann altında bazı siyasal, sosyal ve ekonomik nedenlerin olduğunu belirtmektedir. Buna karşılık daha büyük bir bilim adamı grubu ile bilimsel kuruluşlar ve özellikle de Birleşmiş Milletlere bağlı kuruluşlar, (IPCC gibi) son yüzyılda görülen ve gelecekte görülebilecek küresel ısınmayı daha çok insanların çeşitli etkinliklerine ve genellikle de at­mosfere verilen sera gazlarındaki artışa bağlamaktadır.
İklim değişikliklerinin tartışıldığı ilk ciddi ve kapsamlı uluslararası toplan­tı 1979 yılında yapılan, B.M 1. Dünya İklim Konferansıdır. İkinci önemli top­lantı ise; 1990 yılında Cenevre’de yapılan II. Dünya İklim Konferansıdır.
İkinci Konferansının birinciden farkı ve en önemli yanı, ülkelerin bakan, devlet ya da hükümet başkanları tarafından temsil edilmeleri, iklimde değiş­melerin başladığının vurgulanması ve insanlığın gelecekte yaşayacağı en önem­li çevre sorunlarının da bu değişmelerden kaynaklanacağının açık ve net bir bi­çimde ortaya konmasıdır.
Ayrıca bu konferansta, son 100 yılda gözlenen küresel ortalama sıcaklıkta görülen 0.3 ile 0.6 °C civarındaki artışın, doğal nedenlerden çok insanların çe­şitli etkinliklerinden kaynaklandığı vurgulanmıştır. Bu nedenlerin başında at­mosfere verilen sera gazlarındaki, özellikle de COz miktarındaki artışın başta geldiği, bunun için insanların bu emisyonları azaltmak için gerekli önlemleri al­ması tavsiye edilmiştir. Aksi takdirde iklimdeki bu değişmenin 21. yüzyılda da devam edeceği, buna bağlı olarak tehlikeli meteorolojik olayların yayılma alanlarının genişleyeceği, etkilerinin daha da artacağı vurgulanmıştır.
Nitekim bu tarihten sonra 1992 Rio Konferansında imzaya sunulan atmos­ferin korunmasıyla ilgili BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi hazırlan­mış, çeşitli iklim değişikliği ve muhtemelen zararları üzerinde bireysel, ulusal ve uluslararası düzeyde yoğun çalışmalar ve bilimsel araştırmalar başlamış, bu konuda geniş katılımlı toplantılar birbirini takip etmiştir. İklim değişikliğiyle il­gili olarak B.M. bünyesinde oluşturulan en önemli kurumlardan birisi de 1988 yılında çeşitli ülkelerden 2500 bilim adamınm katkıda bulunduğu Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli – IPCCdir. Bunun görevi iklim değişikliğinin çevresel ve sosyo-ekonomik etkilerini belirlemek ve bunu önlemek için yeni stratejiler geliştirmektir. 1998 yılından beri yaptığı çalışmalar ile birçok üniver­site ve enstitülerin yaptıkları araştırma sonuçları ısınma sürecinin küresel ölçek­te devam ettiğini ve bunun 21. yüzyılda da süreceğini göstermektedir. IPCC’nin görevleri, iklim değişikliği ve iklim değişikliğinin çevresel ve sosyo-ekonomik etkileri konusunda bilimsel verileri belirlemek ve uygun stratejileri tesbit etmek­tir. IPCC bu güne kadar üç değerlendirme raporu yayınlamıştır. Bunlar Birinci Değerlendirme Raporu (1990), İkinci Değerlendirme Raporu (1995) (Bu rapo­run Kyoto Protokulu hazırlanmasına katkıda bulunmuştur) ve nihayet Üçüncü Değerlendirme Raporu (Eylül 2001) dur. Bu son raporda geçmiş 50 yılda görü len küresel ısınmanın önemli bir bölümünün insan etkinliklerine bağlı neden­lerden kaynaklandığı konusunda yeterli kanıtlar olduğu vurgulanmıştır (WMO, 2003).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder