9 Mayıs 2012 Çarşamba

Barış Manço Hayatı Hakkında Herşey


Hayatı
Konya ovasında yaşayan Mançozade adlı büyük bir aile, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması ile birlikte Rumeliye göç etmiş ve Selanik’e yerleşmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na kadar Selanik’de yaşayan Mançozade ailesi, savaşın hayat koşullarını güçleştirmesi nedeniyle tekrar İstanbul’a göç etmiştir. Mançozade’lerden Mehmet Abdi bey İstanbul’da bir konağa yerleşmiş ve arkadaşının kızkardeşi olan Nimet Hanım’la evlenmiştir. Yıllar sonra Nimet Hanım, Barış Manço’nun “Gülpembe” şarkısının ilham kaynağı olacaktır…


Cumhuriyet devrimlerini yaşayan aile, soyadı kanunu ile birlikte “Mançozade” olan aile adlarını değiştirerek, “Manço” soyadını alırlar. Abdi bey ile Nimet Hanım’ın oğlu Hakkı Bey, Rikkat Uyanık ile evlenir. Hakkı Bey ile Rikkat Hanım’ın ikinci çocuğu 2 Ocak 1943 tarihinde doğan Mehmet Barış Manço’dur. Onlar, Barış Manço, Oktay Manço, Savaş Manço ve İnci Manço olarak dört kardeştiler.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarında doğan Barış Manço, ailesinin savaşın bitmesine duyduğu özlem nedeniyle “Barış” isminin kendisine verildiğini söylemektedir. Dönemin Türk Sanat Müziği sanatçısı olan Rikkat Hanım ile Hakkı Bey, Barış 3 yaşındayken ayrılırlar. Babasının yanında büyüyen Barış Manço’nun çocukluğu Kadıköy’de geçmiştir. İlkokulu Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nda tamamlamış, daha sonra Galatasaray Lisesi’ne devam etmiştir. 10.sınıftayken babasını kaybeden Barış Manço, Galatasaray Lisesi’nden ayrılarak Şişli Terakki Lisesi’ne gitmiş ve oradan mezun olmuştur.
Barış Manço, aileden gelen yetenekle 2 yaşından itibaren şarkı söylemeye ve Ortaokul 2.sınıf öğrencisiyken de amatör olarak müzikle uğraşmaya başlamıştır. Liseyi bitirince 20 Eylül 1963 tarihinde, önce Paris’e, oradan da Belçika’ya ağabeyi Savaş Manço’nun yanına gider. Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim, grafik ve iç mimari okur. Lisede çok başarılı olmayan hatta müzik ve coğrafyadan ikmale kalan Barış Manço, bu okuldan çok iyi bir derece ile; okul birincisi olarak mezun olmuştur. Galatasaray Lisesi’nde başlayan müzik hayatı, Belçika’da da devam etmiştir…
Manço, 1969′da yurda döndüğünde, “Dağlar Dağlar” şarkısını yaptı. Bu şarkı, O’nun hayatında önemli bir dönüm noktası oldu. Aynı yıllarda görüntüsü değişmekte, müziği ve kıyafetleri ile bir ekol oluşturmaya başladı. Barış Manço, insan ilişkileri konusunda çok iyidir. Bağlantı kuramayacağı hiçbir canlı yok denebilir. Zaten daha sonraki yıllarda da yaptığı bir röportajında; “Kendimi, toplumla diyalog kuran bir iletişim aracı olarak görüyorum” diyecektir.
1971 yılında askerlik yılları başlayacaktır. Askerdeki ilk ayları; hem ani olarak askere alınması, diplomasına rağmen üniversite mezunu olmasının tartışılması, hem de saçlarının kesilmesi nedeniyle çok keyifli başlamadı. Askerliğini Polatlı’da Topçu asteğmen olarak yaptı. Askerliğin son ayları ise güzel dostluklar ve askeriyede bir dizi konserlerle üretken bir hale dönüştü.
Askerlikten sonra yine bir süre Belçika günleri araya girmektedir. Barış Manço, sıradışı kıyafetleri, takıları, enterasan el hareketleri ve şarkılarına çektiği klipler ile bizleri şaşırtmayı sürdürmeye devam eder. Sanatçı, görevinin biraz da şaşırtıcı şeyler yapmak olduğuna inanmıştı. Yıllar geçtikçe bu davranış ve biçimlerin onun özgün kişiliği olduğunu daha iyi anlayacaktık…
Barış Manço, 18 Temmuz 1978′de Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde Lale Çağlar (Manço) ile evlendi. Bu konuda da topluma örnek olmayı başaran Barış Manço, evliliğinde de İstanbul geleneğini sürdürdü. Bu evliliği, Lale Manço da 1998 yılında yaptığı bir röportajda “Barış içinde 23 yıl” diye tanımlıyor. Çiftin evdeki birliktelikleri, iş hayatında da devam etmiştir. Lale Manço, televizyon programlarına yönetmen ve yapımcı olarak imzasını atar. Bu beraberliğe, oğulları 19 Mayıs 1981′de Doğukan Hazar, 24 Temmuz 1984′de de Batıkan Zorbey katılır. Dünya çocuklarının Barış abisi, kendi çocuklarıyla da iyi arkadaş olduğunu söylemektedir. Yoğun iş programı çocuklarını ihmal etmesine asla neden olmamıştır.
Çocukları için en büyük öğüdü, yaptıkları işin en iyisini severek yapmaları gerektiğidir. Çocukları için tek kaygısının “adam gibi adam”lık konusunda olduğunu dile getiren Barış Manço, çocuklarının hangi mesleği yaparsalar yapsınlar, tornacı bile olabilirler ama kendi deyimiyle onlar için “Doğukan usta, öyle bir vida sıkar ki başka türlü sıkar” denmesini arzu ettiğini söylemektedir. O, doğu ile batının sentezini yapmıştı. O’na göre, doğunun herşeyi kötü, batının herşeyi iyi doğru bir kavram değildi. Oğullarına da Doğukan ve Batıkan isimlerini koyması, doğu ve batının barış içinde olması dileğinden kaynaklanmaktadır.
Barış Manço’ya göre, Türkiye’nin de bulunduğu konumun kesin bir sınırlaması yoktur. Türkiye, doğudan bakıldığı zaman batıda, batıdan bakıldığı zaman da doğudadır. Bu konudaki duygularını ise, Japonya konserinde 20.000 Japon’un Türk bayrağı çıkartıp sallamasından televizyon başındaki 60 milyon insanın gözyaşları içinde izlemesi gibi heyecanlandığını ve gurur duyması ile ifade ediyor. Barış Manço yabancı ülkelerdeki çalışmaları için yaptığı değerlendirmede, “Japonlar beni sahiplendiler, milyonlarca Japon konserlerime geliyor, CD’lerimi alıyor, Japonlar bende doğru birşeyler buluyor. Şarkılarımı didik didik inceliyorlar, onlardan konferanslar hazırlayıp televizyon programları yapıyorlar. Türkiye’de bunun onda biri yapılmadı. Belçikada ise, onların ülkelerini tanıttığım için Liege Prensliği onur ödülü verdiler. Törene limuzin ve dört eskort ile gittik. Belçika’nın en büyük gazetesi birinci sayfada yarım sayfa ayırdı. Türkiye’de ise 40 yıllık sanat yaşamımda baş sayfaya çıkamadım” gibi bir serzenişte bulunmuştu. Ne yazık ki yıllar sonra baş sayfada bulunma nedenin “vefat” olması çok hüzünlü bir durumdu…
Önemli olmaktan çok değerli olmayı tercih ettiğini söyleyen Barış Manço, duygusallığı, seçtiği bir yaşam biçimi olduğunu vurgularken, kendi deyimiyle kuzey kutbunu da asla kaybetmediğini de sözlerine ekliyor. Manço; Rus romantikleriklerinden, Korsakof, Musolski ve Çaykoski’den etkilenerek, evinin dekorasyonunda da romantik çağı, 19.yüzyıl sonu ile 20.yüzyılın başını yansıtan tarzı tercih etmişti.
Türkiye’deki en uzun ve en başarılı televizyon programlarını yaptı. 200′den fazla şarkısı O’na; 12 altın ve platin albüm/kaset ödülü kazandırdı. Şarkılarının bir bölümü Yunanca, Bulgarca, Arapça, Farsça, Japonca, İbranice, Fransızca, İngilizce ve Flemenkçe’ye çevrildi. Her ülkede şarkıları çok sevildi. Kongo’daki 12-13 bin kişinin katıldığı konserde “Domates Biber Patlıcan”ı söylerken, Kongoluların koro halinde şarkıya eşlik etmeleri şarkının evrenselliği hakkında bilgi vermektedir. Bu konuya başka bir örnek de Mısır’da yaşanmıştı. Barış Manço, Mısır Televizyonu’nda canlı yayında Dağlar Dağlar’ı Arapça söylemişti, bu programın sonunda Mısırlılar sokağa döküldüğü gibi, program da defalarca tekrarlanmıştı.
En büyük arzusunun ansiklopedilerde yer almak olduğunu söyleyen ve “Barış Manço Müzesi” kurmak isteyen Manço, “20. yüzyılda yaşamış, o yüzyıla damgasını vurmaya çalışan bir Türk’üm, 20.yüzyılın Türk müziğini yapıyorum” demektedir. Müzik ve televizyon hayatında sayısız ödüller alan Barış Manço, 1991 yılında devlet sanatçısı ünvanı, yine aynı yıl Hacettepe Üniversitesi onursal doktora ünvanı, Uluslararası Teknoloji Ödülü, Japonya Uluslararası Kültür ve Barış ödülü, Belçika Krallığı Leopold II Şövalyesi nişanı, Fransız Kültür Bakanlığı Edebiyat ve Sanat Şövalyesi nişanı, Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı; Türkmen Vatandaşlığı ödülleri kazanmıştır…
Barış Manço, 1999 yılında 31 Ocak’ı 1 Şubat’a bağlayan gece, geçirdiği kalp krizi sonucunda hayata veda etmiştir. Ancak, bu büyük sanatçı bıraktığı eserler ile her zaman Türk Milleti’nin kalbinde yaşayacaktır…
SAÇSIZ SAKALSIZ
BARIŞ MANÇOYU
ANNESİ BİLE TANIYAMADI

Herkesin tanımakta güçlük çektiği yedeksubay Barış Manço, İstanbul’da vapurda saçlı-sakallı bir arkadaşı ile beraber. Manço, genç arkadaşında, kendi eski halini görüyor.


HANGİSİ BARIŞ MANÇO

Barış Manço’yu tanır mısınız? Şimdi çoğunuz biraz da soruda gizli “Cahilliğe” gülerek “Elbette tanırız” diyorsunuz bu satırları okurken. Ama ben de diyorum ki “zor tanırsınız!”… “Anacığı” bile tanımamış oğlunu “Askerlik dönüşü”. Açmış kapıyı da karşısında “yolunmuş horoz” gibi birisini görünce basmış feryadı:

- “Kimsin sen efendi?”
Zor tanıtmış kendini Barış Manço.
- “Anacığım” demiş, “Ben Polatlı Topçu ve Füze Okulundan yedeksubay öğrencisi oğlun Barış Manço!”
Artık olayların zincirini siz kurun. İstanbul’a izinli olarak geldiği günden beri Barış Manço bir “Yabancı” olmuş tüm dostlarının içinde.
- “Ayakkabı boyacım bile eskiden 10 dakika uğraşırdı. Bu halimle beni tanımadı, 2 dakikada baştan savdı.” diyor Barış. Ve İstanbul’daki “Garip olaylar zinciri”ni anlatıyor aklına geldikçe.
(Necmi Onur, 30.6.1972, Hürriyet)

HOCANIN KÜRKÜ BARIŞIN SAÇI

TANINMAYAN ŞÖHRET

Barış Manço eskiden bir çıksa Beyoğlu’na peşine bir sürü insan takılırdı. Oysa bugün kimse tanımıyor Barış’ı.
Nasreddin Hoca’mızın bir “Kürk Hikayesi” vardır, ünlüdür. Asker ocağına girdikten sonra da Barış Manço’nun bir Saç-sakal hikayesi çıktı ortaya.

SAÇSIZ SAKALSIZ BARIŞ MANÇONUN HALİ

Saçı ve sakalı kesildikten sonra “Yolunmuş tavuk” örneği, “Anacığı” tarafından bile tanınmayan Barış Manço’yu yanıma aldım. Önce, bir plak şirketine gittik. Elinde bir saz. Işık Plak şirketinin sahibi Fahri Bey’e Barış’ı şöyle tanıttım:
- “Fahri Bey, Kozanlı Aşık Ferhat’ı takdim ederim size. Elini uzatsan da bir plağını çıkarsan piyasaya.”
Plakçı Fahri Bey açık konuştu:
- “Vallahi beyim” dedi. “Biz ancak gözümüzle görünce adamlara sarılırız. Meşhur oldu mu arkalarından koşarız. Bu arkadaş yeni, iş yapmaz ki!..”
O zaman tanıştırdım Barış Manço’yu asıl kimliği ile fahri Bey’e. Adamcağız “şoke oldum” dedi ve şöyle konuştu:
- “Ağrıma giden ne, biliyor musunuz? En azından bin defa görmüşümdür Barış Bey’i. Ve takdir ettiğim bir sanatçıdır. Nasıl oldu da tanımadım, hayret!..” SATICI DA TANIMADI
Bir plak satıcısına gittik. Barış, satıcıdan kendi plaklarını istedi. Adam çıkarıp verdi. Sordum satıcıya:
- “Bu plak alan beyi tanıdın mı?”
Satıcı Cevat Onat:
- “Tanımadım ama her müşteri bizim için muhteremdir.” dedi. Tekrar sordum:
- “Barış Manço’nun plaklarından çok satıyor musun?”
- “Çok” dedi plak satıcısı…
- “Karşındaki Barış Manço” dedim, satıcının ağzı açık kaldı.

RAHAT HAYAT BU

Beyoğlu’nda bir tur attık Barış Manço ile. Simitçiden simit alıp yiye yiye gezdik. Kimse aldırmadı ikimize de. Barış dedi ki:
- “Eski halimle burada acaba adım atabilir miydim! Bir bakıma rahat hayat bu.”
Tek tük uyananlar çıktı gençlerden. Fısıltı halinde “Bu Barış Manço galiba” dediler o kadar. Ve bu gezimizin sonunda anladık ki, Barış Manço saçsız ve sakalsız, “Kürksüz Nasreddin Hoca”ya çok benziyor.
Şimdi Barış’ın içinde bir askerliği bitirme telaşı var. Saçına ve de sakalına kavuşmak için…
(Necmi Onur, 29.9.1972, Hürriyet Kelebek)


Eski defterlerimizin altın varakları üzerinde yerini aldın Barış.
Gözümde yaş görseler
Erkek ağlar mı derler
Gökler ağlıyor dostlar
Ben ağlamışım çok mu
Rahmet yağarken dostlar
Ben ıslanmışım çok mu

Bir gün dönsem sözümden
Düşerim dost gözünden
Dünya dönüyor dostlar
Bir sözden dönsem çok mu
Devran dönüyor dostlar
Ben dönmüşüm çok mu
Barış yolun sonunda
Yürü demek boşuna
Hayat duruyor dostlar
Ben durmuşum çok mu
Yaşam bitiyor dostlar
Ben bitmişim çok mu

NELER DEMİŞTİ?
‘‘Ülkemizdeki şöhret meselesine gelince… Amerikalı bir meslektaşımın lafını çok tutmuştum. 2000′li yıllarda herkes meşhur olacak ama sadece 15 dakika için…’’
‘‘Ben gerçek bir rocker’ım. Belki kimse farketmiyor ama hayatımı hep rock felsefesine göre yaşadım. Çok gezdim, çok gördüm ve gördüklerim sayesinde bilgimi arttırdım… Hep sordum, sorguladım…’’
‘‘Biz evde Lale’ye çocuklarla birlikte anne deriz… Çünkü o ben dahil hepimizin annesi… Ona çok şey borçuluyum.’’
‘‘Ben hiçbir zaman Japonya’da yaşamak istediğimi söylemedim. Bu çok komik… Evet bana pek çok olanak sunuldu ama ben ülkemi seviyorum ve buradan ayrılmayı da düşünmüyorum…’’
‘‘Yaşantımızın her dakikası programlıdır. Başka türlü bu tempo ayak uydurmak mümkün değil… Çalışmayı seviyorum, bu yaşam tarzımı da. Tek programlayamayacağımız şey ölümdür…’’
“Fizik varlığınız itibarıyla bu dünyadan ayrılınca ölmüş olmazsınız. İsminiz ne zaman artık anılmıyorsa bu dünyada, o gün hem ölmüş hem de unutulmuş olursunuz.”
Öğrenilmesi Gereken ilk Dil Tatlı dildir.”
“Geçmişini Bilmeyen Bugunu Anlayamaz Yarınını Kuramaz.”
“Gençlerimizin Ülkemizi iyi yerlere getirceğinden eminim biz onlara köstek olmayalım yeter.”
Barış MANÇO’nun özellikleri * Hayret bir şey… 40 yılı aşkın sanat yaşamı boyunca hiçbir gazeteciyi dövmedi,küfür etmedi… * İçkili,sarhoş,kendini kaybetmiş bir halde tek kare fotoğrafı çekilmedi.
* Okur-yazar olmamayı marifet sayanların aksine,yüksek tahsil yapmış olmasına rağmen “ben böyle eğitim gördüm,yurt dışında mürekkep yaladım” diye hava atmadı.
* Aydın,düşünür bir insandı;ama halktan hiç kopmadı,iç içe yaşadı.Şarkılarının çoğunda onları anlattı.
* Ve çok ünlü olduğu halde,korumalarla dolaşıp,kendini insanlardan soyutlamadı.
* Erişilmezi oynamadı.Basın ile ilişkilerinde aracılar kullanmadı.
* 40 yıl boyunca,bir meslektaşıyla kavga etmedi.Kötü söz söylemedi.
* Sanat aleminde en geçerli yöntem olan “iki yüzlülüğe” rağbet etmedi.Doğruyu söylemekten çekinmedi.
* Gündemde kalmak için,olur olmaz şeylere hiçbir zaman itibar etmedi.Öyle ki günlerce kendisinden medyada tek kelime söz edilmediği halde “tık”ı çıkmadı.
* Şarkıları doruklara çıktıkça,onun alçakgönüllülüğü arttı.
* İmaj ve farklılık olsun,dikkat çeksin diye (askerlik haricinde) bıyığını,saçını kesmedi.
* Gece kulüplerinde boy göstermedi.
* Ailesini mecbur olmadıkça medyanın huzuruna çıkartmadı.
* Tantanalı,şaşaalı yaş günleri,evlilik yıl dönümleri kutlamadı.Bunları hiç haber malzemesi yapmadı.
* Gerginlik yaratarak gündeme gelmek yerine,uzlaşmacı ve barışçı olarak geri planda kalmayı tercih etti.
* “Bana niye bunu vermediler,şunu yapmadılar” diye devlet büyüklerine,yönetenlere karşı saygısını hiç bozmadı.
* Plakçısıyla hiç tartışmadı.Bu şekilde haber olmadı.
* Gazete gazete,televizyon televizyon dolaşıp,birilerini şikayet etmedi.Koltuğunun altına klibini alıp,magazin programları ve haberlerin kapısını çalmadı.
* “Benim bestelerimin fiyatı 60.000 dolardan başlar” diye kendini beğenmiş demeçler vermedi.Eğer 100.00 0 dolara da beste sattıysa,helal olsun.! Bunun reklamını asla yapmadı.
Barış Manço’nun antikaları ve koleksiyonları
Barış Manço tarafından 25 yılda biraraya getirilen 19. ve 20 yüzyıllın ilk dönemlerine ait olan 2000 parça antika, İngiltere, Fransa, Macaristan, Çekoslavakya gibi ülkelerden toplanmıştır. Barış Manço, elindeki özellikle porselen koleksiyonu ile dünyada ilk üçe girebileceğini iddia etmektedir. Koleksiyon, müzayedelere katılmadan, yurtiçi ve yurtdışında özel şahıslardan toplanarak elde edilmiştir.
Koleksiyon; porselen cam vazolar, tablolar, mobilyalar, radyolardan oluşmuştur.
Mobilyalar; Evde kullanılan mobilyalar arasında; Moroeau imzalı saatli şamdan takımı, Rus kilisesinden avize, Steinway B 210 piyano, 1902 Chicago yapım story&clark marka org, 1904 yılında Türkiye’ ye gelin gelen bir Fransızın çeyizinden 9 parçalık yatak odası takımı, 3. Napolyon yatak odası takımı, Art Nouveau komod, Villanis imzalı büstler.
Tablolar; 18. yüzyıl romantik ve oryantalist tablolar, Fahri Kaptan imzalı “Göksu” manzarası, Fransız ressam Girodet’nin “Ataların gömülüşü” isimli tablonun kopyası, orjinali Louvre müzesindedir.
Radyolar; 20 adet antika radyo kolleksiyonu oluşturmaktadır. Eski radyoların mobilyaları, maun ve gül ağacındandır. Yenilemek için pelesenk ve zeytin kaplama yaptırılmıştır. 1910 -1930 yıllarında yapılan radyoların tüm parçaları orjinalliğini korumaktadır. Büyük boy olanlar – ki bunların boyları 1 metreyi geçmektedir – içlerinde pikap ve gramafon bulunmaktadır.
Rakamlarla Barış Manço
-gittiği her ülkenin nüfus tabelasına 1 rakamını eklerdi, kendisinide o nüfusu dahil ederdi.
sadece 1 kez, “baba bizi eversene” adlı türk filminde oynamıştır. -2 ocakta’ta doğdu.
2 yaşında şarkı söylemeye başladı.
ortaokul 2. sınıf öğrencisiyken amatör olarak müzikle uğraşmaya başladı.hayatını 2 kere yaşadı o aslında 112 yaşında öldü.(lale manço’dan)
-5 kıta dolaştı.
-şarkıları rumca, ibranice, bulgarca, arapça, farsça, japonca, flemenkçe, fransızca ve ingilizce olmak üzere 9 ayrı dilde söylendi.
-adam olcak çocuk programında çocuklar arasında haksızlık olmaması için bütün çocuklara 10 puan verirdi.
-rolls royce(1965), MG(1952), musteng(1967), jaguar(1957), gibi arabalarının da arasında bulunduğu 12 tane arabası vardı.
-ilk kez, 15 yaşında moda düğün salonunda elvi presley’den 2 şarkı söyledi.
-kendini 19. yüzyıla ait hissederdi.
-1998′de 40. sanat yılını kutladı.
-kafardarlar adlı grubuyla kazandığı ilk para 50 lira…
-dünya çapında 150 değişik ülkeye gitti.
-şarkıları 200′ü aşmaktadır.
-fotoğraf makinelerinin sayısı 300′ü aşmıştı.
-otuz yılda topladığı porselen sayısı 320′yi bulmuştu.
-6000 çocuğa yardım konseri düzenledi.
-yaklaşık olarak 600.000 km yol katetti.BARIŞ MANÇOYU KURTARMA OPERASYONU
Fatih Koleji’nin kuruluş aşmasında (1997) rahmetli Barış Manço Ching Nai’ye geliyor. Burada faaliyet gösteren “Türk Hamamı” isimli bir masaj salonundaki cinsel servisi öğrendiğinde tepesi atıyor. Türk hamamlarında böyle şeyler olmaz diyerek, kamerasıyla tesisin kapısına dayanıp çekim yapmaya başlıyor. Tayland yasalarına göre böyle bir şey yapabilmesi için yetkili makamlardan izin almak zorunda olduğunu ıskalıyor. Tesis sahiplerinin şikayete üzerine gözaltına alınıp kalmakta olduğu otelin odasında konuluyor.
Manço büyük bir kızgınlık içinde Türkiye’nin Bangkok Büyükelçiliği’ni arıyor. Durumunu anlatıp “acil yardım” isteğinde bulunuyor. Büyükelçilik görevlileri çaresizliklerini anlatmak için kıyaslamalı bir örnek veriyorlar:
-Barış Bey, siz bize göre İzmir ile Artvin arasındaki mesafe kadar uzaktasınız. Bizim oraya birini yollamamız mümkün değil!”
Barış Manço otel odasında çaresizlik içinde kıvranırken kapısı tıklanıyor:
Türk Hamamı’ndaki rezaleti çeken Barış Manço gözaltına alınıyor. Ünlü sanatçıyı Gülen’in öğretmenleri kurtarıyor.
“Geçmiş olsun Barış Abi başınız dertteymiş?”
Barış Manço yalnızlık ve çaresizlik içinde karamsarlığa doğru yol alırken karşısında Türkçe konuşan, üstelik Türkiyeli gençleri görünce şaşırıyor:
“Yahu siz kimsiniz?”
“Abi biz buradaki Türk okulunun öğretmenleriyiz. Sizi yardım edeceğiz. Merak etmeyin her şey yoluna girecek!”
Büyükelçilik Manço’nun telefonundan sonra Bangkok’taki Türk okulunun yöneticilerini arayıp durumu anlatıyor:
“Sizin Ching Nai’deki arkadaşlarınız Barış Manço’nun oteline gidip durumu öğrenebilirler mi?”
Fatih Koleji’nin öğretmenleri Barış Manço hakkında dava açan hakime gidip, onun Türkiyeli ünlü bir sanatçı olduğunu, Tayland hakkında kötü şeyler yapacak biri olmadığını, ülkelerinin Türkiye’de tanıtımlarını yapacak bir iyi niyet elçisi olduğunu anlatıyorlar. Manço hakkında açılan dava düşürülüyor. Oteldeki göz hapsi kaldırılıyor. Barış Manço kentteki çekimlerini tamamlıyor. Ama Türk Hamamı çekim dışı kalıyor!
Bütün operasyon bittiğinde Barış Manço yaşadıklarına inanmakta zorluk çekiyor:
“Bu bir rüya mı?”
Sanatçının kabus gibi başlayan Tayland seferi Türk öğretmenler sayesinde mutlu sonla bitiyor. Manço bütün yaşadıklarını o dönemde çalıştığı televizyon kanalından bütün detaylarıyla aktarıyor. Türkiyeli gençlerin çabalarını takdir ederken bir de sıfatlandırma yapıyor:
“Siz, devlet dışında devlet gibisiniz!”
Barış abi’den küçük bir hatıra
Barış abi,bir gün köprüden arabayla geçerken köprü memuru para istemiş ancak yanında bozuk parası yokmuş ve
köprü memuruna dönüşte veririm demiş. ama köprü memuru Barış abiyi tanımamış ve ben sana neden güveneyimki demiş. Barış abi de ben şarkıcıyım demiş ve (daha şarkıyı çıkarmadan önce) sarı çizmeli mehmet ağa bir gün öder hesabı diyip geçmiştir….

Barış Manço’nun Kameramanı Erkan Umut’tan Hiç bir yerde duymadığınız Anıları Önemli bir not: Erkan abi, sen yüreğinde Barış Manço besleyen onun felsefesinde dört dörtlük bir insansın, tüm yardımların için sana minettarız.
İMZA
Yer: Japonya Yıl: 1995

Japonya’daki Barış Manço’nun ikinci tunesinde otobüsümüzle yol alırken sahil kenarında bir kasabada mola verdik. Orada bulunan üç kadın Barış’ı tanıdı ve ondan imza istedi. Barış bize dönerek kağıt ve kalem istedi ama hiçbirimizde o an yoktu. Bir klasik Barış Manço espri yeteneği ve zekası olarak kadınların sırtlarını döndürerek tek tek herbirine parmağıyla imza attı… Kadınlar hem şaşkınlık hem de hayranlık ifadeleriyle Barışa teşekkür ettiler. Bu kendi video kameramla bizzat filme alınmış olup, gösterileceği günü bekliyor…
KARATE
Yer: Japonya Yıl: 1995 Şehir: Osaka

Japonya’daki Barış Manço’nun ikinci tunesinde Osaka Concert Hall’da Barış için en önemli konserin başlangıcına dakikalar var. Bu konserin verilen diğer konserlerden farkı Japon TV tarafından filme ve plak şirketince de CD ve kaset yapılmak üzere ses kaydının alınacak olmasıydı. Bizler de aynı zamanda her konser gibi çekim yapacaktık. Kameranın akülerini sahneye bağlantısı olan makyaj odasında şarja bağlamıştık. Konserin başlamasına bir dakika kala aküleri heyecanla odada unuttumuzun farkına vardım. Konser salonu çok karmaşık bir yapıya sahipti. Arkadan dolaşıp makyaj odasına ulaşmak epey zaman alacak ve kaybolup odayı bulup ve dönene kadar konser başlamış olacaktı. Konserin bizce baştan sona alınması Barış tarafından tembihlenmişti. Dolayısıyla en pratik çözüm sahneye çıkıp oradan makyaj odasına sızmaktı. Ben de onu yaptım ve olanlar oldu… Sahneye çıkar çıkmaz biri sahne sorumlusu diğeri bizim sorumlumuz beni makyaj odasına girmeme ramak kalmışken yakaladılar ve bana bir güzel birkaç karate darbesi verdiler. Bu olayın olmasına saniyeler kala Barış böyle bir olay olacağını gördü ve zekasıyla o an bile durumu hafifletmek için bana “Erkan, what are you doing maaan? (Erkan, oğluuum ne yapıyorsun?)” diye anlamaları için Türkçe yerine İngilizce bağırdı… Meğersem Japonyada insanlar sahneye bir Tanrı gibi tapıyorlarmış ve bu yaptığım çok büyük saygısızlıkmış… Tabii sonra benden defalarca özür dilendi ve benim için özel bir yemek düzenlendi ama ben o gün hayatımın en zor çekimini herşeye rağmen yaptım.
Önemli bir şeyler eklemek isterim: Barış Japonca olarak seslendirdiği “Tokino tabibito” adlı parça her konserde Japon’ları duygulandırdı ve biz dahil olmak üzere ağlattı. Bu çok büyük bir başarı ve yetenektir.
Biz ekip olarak (çekim ekibi ve Kurtalan Ekspres üyeleri) ondan bir hafta sonra Tokyo’ya geldiğimizde Barış Japonca konuşuyordu!…
Geniş plan Barış’lı manzara çekimleri yaparken genelde pan dediğimiz kameranın yatay hareketini kullanıp o resimde yokken onu resme sokardık… Biz söylemeden o ne zaman resme girdiğini hisseder ve hareketine başlardı.
SÜRPRİZ TIRMANIŞ
Maalesef tam olarak hatırlayamadığım tropik bir yerde Barış’ın meşhur kameraya doğru yürüyüşlerinden birini çekiyorum. Barış herzaman hareketlerine başladığında muazzam olaya konsantre olur ve gözü hiçbir şeyi görmezdi… Bana doğru epeyce yürüdükten sonra resmin içerisinde kompozisyon olarak hoş duran ve önüne çıkan yatık ağaca gayriihtiyari tırmanmaya başladı. Bir süre sonra tam olarak çıkamayacağını anlayıp “yavvv ben ne yapıyorum arkadaş!” dediğini ve bizim de onunla birlikte kahkahalara boğulduğumuzu daha dün gibi hatırlıyorum… Hatta o an, kameraya sallantılı bir şekilde kaydedilmiştir. Barış bambaşkaydı. Bana inanın ki 20 seneyi aşkın meslek yaşamımda onun gibi bir başka kişiyle daha karşılaşmadım! Onu tanıdığım ve onunla çalıştığım için gurur duyuyorum!!!
SAVAŞ MANÇONUN KALEMİNDEN….
4 Mayıs 1959 günü yitirdiğimiz babamız Hakkı Manço Beyin elinde eskiyazı bir aile ağacımız vardı. Babamız arada sırada bunu bizlere gösterip ailemizin öyküsünü bizlere anlatırdı. Aradan geçen yıllar içinde 1962′de kızkardeşimizin Ankara’ya gelin gitmesi ve ardından benim, 1963′te de Barış’ın Belçikaya göçlerimizin telaşı arasında bu çok değerli belge de maalesef kayboldu.
Babamızın anlattığına göre İbrahim Bey 1424′te Karaman (Latin’ce Caramania) beyi olur. 1464′te vefat ettiğinde ardında 4 oğul bırakmıştır: İshak, Kasım, Pir Ahmet ve Osman. 3 ağabeyinin yetişkin olmalarına karşın Osman o gün henüz 10 yaşındadır. Kasım bey, Fatih Sultan Mehmet’in küçük oğlu ve II. Beyazıt’ın kardeşi Cem Sultan’ın en yakın arkadaşıdır ve onu Vatikan sürgününde de yanlız bırakmaz. Dostu Cem Sultan’ın Papalık’ta, Sultan Beyazıt’tan para alan Lükres Borjiya tarafından zehirlenmesinden sonra Fransa’ya geçen Kasım bey silahının gücüyle yaşamını sağlar ve soyluluğunu korur. Bugün gerçi Güney Fransa’da, Doğu Pirene’lerde şarapçılık ile geçinen Caramany adlı bir köy varsa da, Karaman silahşörleri, biraz da “göçmen” olduklarından ve “hristiyan asıllı” olmadıklarından olsa gerek, “Bey – Prens, Dük. Kont, Marki” gibi soyluluk ünvanlarını taşımış olsalar bile genelde “fakir soylu” kalmışlardır. 17’nci yüzyılda ise bir Caraman (Karaman) Prensi zengin bir Chimay (Şimey) Prensesi ile evlenir ve bundan böyle Caraman-Chimay Prensliği kurulur. Bu adı taşıyan büyük şato şimdiki Belçika’nın güneyinde, Fransa sınırı yakınındadır ama şatoda kimse 1500 yılından önceki tarihleri hakkında bilgi verememektedir: sanki islam geçmişlerini saklamak istiyorlarmış gibi!… Gelelim geride kalanlara: İshak Bey 1465′te vefat eder. Fatih’in veziri Gedik Ahmet Paşa 1471′de Karaman beyliğinin güney vilayetlerini alır. O zaman 17 yaşında olan Osman Bey de Alanya’da esir düşer ve Gedik Ahmet Paşa’dan aman dileyerek Osmanlı hizmetine girer. Fatih Sultan Mehmet te Osman Beye, bugün Arnavutluk ve Makedonya sınırları içinde bulunan, Vardar nehrinin güney-batısındaki o zaman Serfice diye adlandırıldığını düşündüğüm bölgede, 1000 sipahilik bir uçbeyliği bahşeder. Böylece 1471 yılında, Karamanzade Osman Bey ve ahfadının 4 yüzyılı aşan sürgünlük yaşamı başlar. Osman Bey gençliği ve iyi davranışlarıyla bölgede sempati odağı olur ve ailenin adına, yerel bir sevgi eki olan “ço” gelir. 1875 Yugoslav isyanlarında yani tam 404 yıl sonra, Karamançozadeler yanlarında 2 oğulları Abdi (4) ve Avni (2) ile ve dedelerinden kalan zenginliklerden kaçırabildikleriyle İstanbul’a göçederler. Abdi Bey Mekteb-i Mülkiye’de (şimdiki Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) okur. Sınıf arkadaşı Macit Bey (daha sonra en son Osmanlı Büyük Filistin eyaleti Genel Valisi olan Macit Paşa’dır. 1989′da gittiğim Suudi Arabistan ve Arap emirliklerinde, Macit Paşa’nın küçük yeğeniyim dediğimde büyük itibar görmüstüm: 1918′deki Osmanlı Büyük Filistin eyaleti bugünkü bütün Arap yarımadasını kaplıyormuş) İstanbul’lu ve Osmanlı sarayına yakın bir ailenin oğludur.
Konaklarında karşılaştığı, Macit Beyin en küçük kızkardeşi Nimet Hanıma (Barış’ın “Gülpembe” şarkısının ilham kaynağı) aşık olur ve onu ağabeyinden ister. Apti Bey ile 1881 doğumlu Nimet Hanımın aralarında 10 yaş vardır. Böylece Karamançozade Abdi Bey, zamanın Esvapçıbaşı’sının kızıyla evlenir. Apti Bey eğitimcidir: İstanbul’da 2 özel lise kurup işletmiştir. Bu arada servetini toprağa yatırır ve Kadıköy’de, Kuşdili deresinden bir yanda Göztepe tren istasyonuna, öte yandan da eski sarayın duvarına (Fikirtepe’sinin Kuzey – Kuzeydoğu arkası) kadar gelen geniş araziyi satın alır Büyükbabamızın Gülpembe’ye dediğine göre toprakları 6 göbek ahfadına yetermiş ama babamızın, Doğu illerimizde 20 köprü yapmak üzere devlete karşı yükümlülük alan bir mühendislik şirketi adına kefil olması ve ardından bu şirketin işleri başaramayıp iflas etmesi sonucu bütün topraklarımızı kaybettik. Bu kötü sonuç ta babamızın beyin kanamasından vefatına yol açtı. Bu olayı yakından yaşayan bizler “kefâlet” sözcüğünden umacı gibi korkarız. Bilhassa parasına çok bağlı olan Barış, kimseye borç vermemeye ve kefil olmamaya yeminli idi. Bugün ailemizin 1950’lerde yitirdiği bu topraklarda yaklaşık 500.000 kişi yaşıyor. O bölgede bulunan Abdi Bey, Hakkı Bey, Hilmi Bey, Nezih Bey ve Mançolar sokakları, 1940 – 1945 arasında arazide yapılan ilk parselleme çalışmalarından kalmadır. 1895’te çiçeği burnunda evli olan bizim Karamançozade çiftimiz Apti Bey ve Nimet Hanım başlangıçta Kızıltoprak’ta, tren yoluna ve köprüsüne bitişik bir köşkte, daha sonra da Ziverbey yolunda, kendi toprakları üzerinde yaptırdıkları beyaz boyalı büyük bir köşkte yaşarlar. Evliliklerinden 8 çocuk doğar ama 1913′de, Abdi bey’in vefatında ancak 4′ü hayattadır: sırasıyla Raife hanım (1897), İsmail Hakkı (babamız, doğumu İstanbul 1901), Hilmi (1903) ve Nezih (1906) beyler. Nezih beyin kız ikizi Nezihe bebek dizanteriye kapılıp 6 yaşında (1912), babasından 1 yıl önce yaşama veda etmiştir. Babaannemizin 17 yıl kadar süren ama çok mutlu evliliğinden kalan en güzel ve en gurur duyarak anlattığı anısı, telefonun İstanbul’a gelişidir: Gülpembe bize “evimde telefon vardı ama kullanamıyordum” derdi. O zaman İstanbul’a 3 numara vermişler. 1 Saray’a, 3 Başnazıra (şimdik Başbakan), 2 ise Karamançozade Abdi Beyin köşküne. “Telefonu kaldırdığımda ya Padişah sarayıyla ya da Başnazır köşküyle konuşmak zorundaydım” derdi ama 2 numaranın kendi evinde olmasından da sonsuz gurur duyardı…
1914 başında İsmail Hakkı Beye verem teşhisi konur. Dul ve 4 evlat acılı anne hemen kararını verir: o zaman verem tedavisi sadece İsviçre’de, o da çok az garantili yapılabilmektedir. Böylece İsmail Hakkı Bey henüz 13 yaşında bir çocuk iken, dilini bilmediği bir ülkeye ve yanlız başına, meşhur Orient Express’e bindirilerek yollanır. Gün ilk dünya savaşının başlamasına rastlamaktadır ve birbirlerine düşman devletler çocuklarına bile casusluk yaptırtmaktadır. İsmail Hakkı Bey ise yolda, ilk defa gördüğü istasyon isimlerini günlüğüne yazmaktadır. Bu yüzden Macaristan’da tutuklanır. Neyse ki 3 gün sorgudan sonra suçsuzluğu anlaşılır, serbest bırakılır ve başka bir trenle yeniden İsviçre’ye yolcu edilir. İsviçre’ye, Mondorf sanatoryumuna geldiğinde doktorlar onu oradan kovalarlar: “sende bağırsak şeridi var. Burada kalırsan gerçekten vereme yakalanacaksın!” diyerek. Ama bu arada savaş ta başlamıştır.
1914 – 1918 arasını ve arkasından gelen Kurtuluş savaşımız sürecini babamız İsviçre’de geçirir ve 1923 yılında ülkesine; gencecik, yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’ne; Almanca – Fransızca – İngilizce bilen, Lozan Yüksek Ticaret Okulu diploması sahibi, 22 yaşında bir yetenek olarak döner ve hemen Ziraat bankası İzmir müdürlüğüne atanır. İsmail Hakkı bey giderek aynı bankanın Genel müdürlüğüne kadar yükselir. Buna paralel olarak yurdumuzda “Köy Kredi Kooperatifleri” ve “Umumi Mağazalar” adlarıyla tanınan kurumların kuruluşlarına katkıda bulunmuştur. İkinci dünya savaşı başladığında ise babamız, kendi isteğiyle, serbest meslek sahibi olmuştur. Ancak 6 yıl süren genel savaşın ve onun arkasından yaşanan güç yılların içinde işleri ters gitmiş ve yukarda yazdığım gibi aile zenginliğini elden çıkartmak zorunda kalmıştır. Öyle ki 4 Mayıs 1959 günü onu yitirdiğimizde, Kadıköy’deki Karacaahmet kabristanındaki aile bahçemizin dışında, bir karış toprağımız bile kalmamıştı.
Gelelim soyadımıza: bilindiği gibi Cumhuriyetimiz tüm eski soyluluk ünvanlarını yasaklamıştır. Bu nedenle babamızın soyadımız olması gerektiğini düşündüğü “Karamançozade” bileşiğinin kuyruğu gitmiş. “Kara” sözcüğünü pek sevmeyen babamız da kalanın başını kesmiş ve sonuçta soyadı olarak sadece “Manço” sözcüğünü benimseyip almış. Sanıyorum benzer aşamalar başka ülkelerde de olmuş ki eski sosyalist devletlerde yaşayan “Manço” soyadlı kişilerin varlığını duydum.
1 Mayıs 1921 Adana doğumlu annemiz Rikkat Hanım zamanın Ziraat bankası Adana şubesi hukuk danışmanı Tahsin Yüzbaşıgil Bey ile Bahriye Hanımın kızıdır. Anneannemizin yaşam öyküsü hayli ilginçtir. Osmanlı denizcilerinin (Oruç Reis, Hızır Reis, Barbaros Hayrettin Paşa, Uluç Reis, Turgut Reis, …) Kuzey Afrika fetihleri sonucu bir çok Türk ailesi oralara göç etmiştir. Bu toprakların 18 ve 19’uncu yüzyıllarda yavaş yavaş Fransız egemenliğine girmesi ise bir çok Türk kökenli aileyi, 300 yıl yaşadıkları toprakları bırakıp anayurda dönmeye zorlamıştır. Anneannemiz böyle bir ailenin kızı olarak Tunus’tan İstanbul’a gelen bir gemide, Akdenizde doğmuştur. Ona bu nedenle “Bahriye” adı verilmiştir. Büyük bir rastlantı sonucu denizde doğan anneannemizi yine denizde yitirdik: bir 1958 akşamı Eminönü – Üsküdar vapurunda bir kalp krizi onu bizlerden ayırdı.
Annemiz çok güzel alto sesi ve müziğe son derece kabiliyeti vardı. Rikkat Hanım bu nedenlerden ötürü Klasik Türk Müziği eğitimi almıştır. 1940 içinde evlenen anne ve babamız 1946’da, üçüncü çocukları doğduktan sonra ayrıldılar. Annemiz ikinci evliliğini Asaf Uyanık Bey ile yaptı ve sanat çevrelerinde, ikinci eşinin soyadıyla, “Rikkat Uyanık” diye, tanındı. 1992 Şubatında yitirdiğimiz annemiz bir ara İstanbul Klasik Türk Müziği Konservatuarı’nda usul dersleri vermişti ve, bir rastlantı sonucu, Zeki Müren onun öğrencisi olmuştu. Yaşamında 2 kere evlenen İsmail Hakkı Bey aramızdan ayrıldığında ilk eşi Nezihe Hanımdan Oktay Kaan (vefatı 24 Aralık 2004) ve ikinci eşi Rikkat Hanımdan Savaş, Mehmet Barış ve Fatma İnci isimli 4 çocuğu vardı. Onu 1959’da yitirdiğimizde ağabeyimiz, üçümüzün henüz orta öğretimde olduğumuzu düşünerek, miras hakkını biz kardeşlerine bırakmıştı. Haliyle olmayan Karaman beyliğinin olmayan tacı da, ikinci oğul olan bana düşmüştü. Bu nedenle Barış’a hep takılırdım: “ben nasıl olsa Karaman Prensiyim. Sen, olsa olsa, bir halk çocuğu olarak, ancak Türkiye Cumhurbaşkanı olursun” diye!… Nur içinde yatsın. Nur içinde yatsınlar…
Manço Soyadının Sırrı
Pek çok kimse Manço soyadının sırrını merak etmiştir. Savaş Manço önce şakayla “Anlatamam” diyor. “Anlatırsam Cumhuriyet kanunlarına göre başım belaya girer.” diye gülüyor. “Bizim unvanımız aslında Karamançozadeler. Büyük büyük dedem Karaman Beyi ve 3 oğlu var. Büyük dedem Fatih’le yaptığı savaşı kaybediyor, kendisi ve büyük oğlu savaşta ölüyor. Küçük oğlu Kadir, Cem Sultan’ın arkadaşı. Beraber Rodos adası üzerinden Vatikan’a sığınıyorlar. Sonra da Fransa’ya yerleşiyor. Ortanca oğul Osman Bey ise Fatih’ten aman diliyor. Fatih de kendisine 1000 asker verip Makedonya’ya sipahi olarak gönderiyor. Aile burada 400 yıl yaşıyor. Sırbistan’ın bağımsızlığı üzerine tekrar Anadolu’ya dönüyor. ‘–ço’ eki Balkanlar’da ‘sevgi’ anlamı taşıyan bir ektir. Dedemler Makedonya’da Karamançozadeler olarak biliniyor. Sonra Cumhuriyetle birlikte asalet belirten ekler de atılıyor. ‘–zade’ ekini kaybediyoruz. Manço soyadını alıyoruz.” ‘Neden Karamanço değil de Manço?’ sorusuna Savaş Manço, “Herhalde dedem ‘kara’ kelimesini çok sıcak bulmadı ve kısaca Manço yaptı.” cevabını veriyor.
Barış Manço Tüm Albümler
Moğollar:
1) İşte Hendek İşte Deve / Katip Arzuhalim Yaz Yare Böyle (1971) Sayan FS-266 Moğollar / Kaygısızlar:
1) Bin Boğanın Kızı / Ay Osman (1971) Sayan FS-271
Les Mistigris / Kaygısızlar:
1) Fil İle Kurbaga / Je Te Retrouverais (1972) Sayan FS 279
Kurtalan Ekspres:
1) Ölum Allahın Emri / Gamzedeyim Deva Bulmam (1972) Yavuz YA 1544
2) Lambaya Püf De / Kalk Gidelim Küheylan (1973) Yavuz YA 1548
3) Gönül Dağı / Hey Koca Topçu Genç Osman (1973) Yavuz YA 1554
4) Nazar Eyle Nazar Eyle / Gülme Ha Gülme (1974) Yavuz YA 1562
5) Bir Bahar Akşamı / Estergon Kalesi (1974) Yavuz YA 1569
6) Ben Bilirim / 2023 (1975) Yavuz Plak YA 1573
7) Çay Elinden Öteye Rezil Dede / Vur Ha Vur (1976) Yavuz Plak YA 1580
8) Nick The Chopper / Lonely Man (George Hayes Orchestra – Kurtalan Ekspres) (1977)Yavuz YA 1584
9) Halhal / Eğri Eğri Doğru Doğru Eğri Büğrü Ama Yine De Doğru (1981) Türküola 239
Düğün Plağı:
(Ne Kadar Mutluyuz / Ne kadar Mutlusunuz) (1978)(Lale Manco Ile olan Dügünde Davetlilere dagitilan Plak)
Zamanında Plak Olarak Çıkmamış 45′lik Şarkılar:
1) Kızılcıklar Oldu Mu? / Urfanın Etrafı Dumanlı Dağlar (1962) Grafson
2) Diles, Le Nous, Les Filles (1966)
3) La Charette (1966)
4) Lory (1968) Sayan LPFS 112
5) Keep Lookin (1968)
6) Fairground / Susanna (1968) Türküola 1110
7) Kağızman (1969) Sayan LPFS 112
8) Kağızman (1969) Harika 10014
9) Bolu Dağları (1969) Türküola 1110
10) İşte Hendek İşte Deve (1971) Türküola CD 8011
11) Dağlar Dağlar (Arapça) (1971)
12) Cağrı – (Kurtalan Ekspres) (1972) Türküola 1110
13) İnce İnce Kar Yağar (1972)
14) Derbeder (1972)
15) Tambur Taksimi (1974) Türküola 373
16) Irgat (1974)
17) Sandığımı Açamadım (1974)
18) Ce Sera Le Temps (1976) Türküola 1110
19) Bahcede Hanimeli / Hamburger/ Ce Sera Le Temps (1981) Türküola
20) Nenni Bebek / Çıt Çıt Çedene (1983)
21) Bu Kuruş Kaç Kuruş? (Barış Manço’nun oğlu Batıkan için yaptığı parça) (1985)
22) Dut Ağacı (1985)
23) Dön Desem Döner Misin Bana? (1985) Uzelli Kaset 1124
24) Dağlar Dağlar / Hoy Harim (Gali Atary ile İbranice Düet) (1996)
Albümler:
1) Dünden Bugüne (1971) (Sayan) LPFS 112
2) 2023 (1975) (Yavuz Plak) LP 1015
3) Sakla Samanı Gelir Zamanı (1976) (Yavuz LP 1018)
4) Baris Mancho (1976) (Yavuz LP 1017) (C.B.S. Disques / Grammofoonplaten S.A.B.V.) cbs 81784
5) Yeni Bir Gün (1979) (Yavuz ve Burç Plakçılık) lp.1024
6) 20. Sanat Yılı Disco Manço (1980) (Türküola) 1341
7) Sözüm Meclisten Dışarı (1981) (Türküola) TR-ST 342 (Lp) 1525 (Tape) CD 206
8) Estağfurullah…Ne Haddimize! (1983) (Türküola) 7478 (Lp) 1776 (Tape) CD-203
9) 24 Ayar Manço (1985) (Emre Plakçılık) H.E-33-531(Lp) TS2240 (Tape) H.E. 039
10) Değmesin Yağlı Boya (1986) (Emre Plakçılık) HE.539 (Lp) H.E. 560 (Tape) H.E. 040
11) 30 Sanat Yılı Fulaksesuar Manço – Sahibinden İhtiyaçtan (1988) (Emre Plakçılık) H.E.545 (LP) H.E.004
12) Darısı Başınıza (1989) (Yavuz ve Burç Plakçılık) 581 (Tape) 003 (CD) (cd)
13) Mega Manço (1992) (Emre Plak) 622 (Tape) H.E. 031 (CD) (cd)
14) Musaadenizle Çocuklar (1995) (Emre Plak) H.E.CD.056 (CD) (cd)
15) Barış Manco Live In Japan (1996) (Emre Plak) HE.074 (CD) (cd) 1- Dönence 2
16) Mançoloji (1999)( Emre Plak) H.E. 103 + H.E. 104 (CD) 1 1
Barış Manço
Beşir Ayvazoğlu
Afişlerdeki fotoğrafını ilk gördüğümde çok yadırgamıştım; saçları omuzlarına dökülmüş, bıyıkları çenesinin altına kadar uzanan ve soyadıyla Moğolları hatırlatan tuhaf bir adam.
Yıl yanılmıyorsam 1970′ti; Barış Manço ve Kurtalan Ekspres Sivas’ta konser verecekti. Biz ki saçlarımızı biraz uzatsak, her sabah okulun kapısında bekleyen müdür beyin veya disiplin düşkünü öğretmenlerin hışmına uğrardık; makası yedikten sonra kafayı üç numarayla kurtaranlar şükrederdi. N’olurdu, saçlarımızı uzatmamıza izin verselerdi de, mahallenin bıçkın delikanlıları gibi sabahları ayna karşısında ıslatıp ıslatıp tarayabilseydik. Kimbilir, belki de bu adı sanı duyulmadık şarkıcının saçları kıskançlık duygularımızı kabartmıştı; hoş uzatabilseydik de hiç bir zaman onunki kadar uzun olmasına izin verilmezdi. Akıllı uslu çocuklar saçlarını kısacık kestirirdi; ideal traş bizi yankilere benzeten traştı. Barış Manço’nun saçlarının eski zaman dervişlerinin saçlarına benzediğini farketmem uzun sürmedi; o, ne kadar sıradışı olursa olsun aslında bizden biriydi, bizim türkümüzü söylüyordu. Evet, önce yadırgadım, fakat sonra sevdim ve çalışmalarını dikkatle takip ettim. Meylim klasik müzikten yana olduğu için pek pop dinlemez, sadece kulak misafiri olurdum. Dinleyebildiğim birkaç pop şarkıcısı varsa biri, hatta birincisi Barış Manço’ydu.
Aradan yıllar geçti ve birgün kendimi Tercüman gazetesinin Kültür Servisi şefi olarak buldum. Bu görevim sırasında tanıdığım yüzlerce kültür ve sanat adamı arasında Barış Manço da vardı; telefonla zaman zaman çeşitli konularda görüşüne başvururdum; birkaç defa da yüzyüze görüştük. O yıllarda, sık sık Kültür Bakanı olmak istediğini söylüyordu. Birgün birlikte yediğimiz bir yemek sırasında kendisine niçin Kültür Bakanı olmak istediğini sordum. Gerekçelerinin beni tatmin etmediğini hatırlıyorum. O gün ona söylediklerimin doğruluğuna hep inanmışımdır. Kültürümüze bir sanatkâr olarak daha iyi hizmet ediyordu ve edebilirdi. Kültür Bakanı olduğu takdirde saçlarını ve bıyıklarını kesip yüzüklerini çıkarmak, takım elbise giyip kıravat takmak zorunda kalacak, bürokrasinin ayak oyunları karşısında şaşkınlığa ve hayal kırıklığına uğrayacaktı. Daha kötüsü, ister istemez seçimlere hangi partinin saflarında girerse artık o partinin adamı olarak bilinecek ve toplumun bir kesimi için azçok yabancılaşacaktı. Doğrusu “Kültür Bakanı olmak istiyorum!” derken takındığı ciddiyetin şakayla karışık olmasına bakarak birileriyle dalga geçtiğini ve fanteziler ürettiğini düşünürdüm; birgün Kadıköy’den belediye başkanı adayı olunca hayretler içinde kaldım. Demek ki politikaya girmeyi gerçekten kafasına koymuş, üstelik daha büyük bir hedefe göz dikmişti; artık Kültür Bakanı değil, Cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Bu hevesin hüsranla sonuçlanıp hastahanede noktalandığını onu tanıyanlar hatırlayacaktır.
Barış Manço, politikayı asla düşünmemesi gereken, uzun saçları, bıyıkları, çizmesi, cepkeni, kaftanı, folklorik takıları, yani kolyeleri, iri gümüş yüzükleri, kemer tokaları ve şarkılarıyla sıradışı bir sanatkârdı. Süslenirdi, fakat bu süslülük o yıllarda hâlâ bir idol olan Zeki Müren’inki gibi efféminé değil, bir erkeğe yaraşır nitelikteydi, fazla yadırganmamış ve çok geçmeden onun bir parçası olarak algılanmaya başlanmıştı. Çünkü süslerinde topluma ve değerlerine karşı bir meydan okuma ve istihfaf yoktu; tam aksine, Kurtalan Ekspres adını taşıyan orkestrasıyla Anadolu’yu adım adım dolaşıyor, birileri Türkçe sözler uydurulmuş yabancı bir müzikle kendilerini kabul ettirmeye çabalarken, o, bu topraklardan ses ve söz devşiriyor, halk türküleri söylüyordu. İlk büyük çıkışı olan Dağlar Dağlar şarkısı, hem melodik yapısıyla, hem de sözleriyle, râyihası kır çiçeklerinden toparlanmışçasına yerliydi; Ferhat ile Şirin’lerden, Kerem ile Aslı’lardan gelen bir aşk anlayışını terennüm ediyordu. Aslında isteseydi o da yabancı şarkılara keyfince sözler yazıp söyleyebilir, hatta biraz gayret gösterse Avrupa’da şöhretli bir pop yıldızı olabilirdi. Fakat o otostopla gittiği Avrupa’dan Belçika Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirerek ülkesine döndü; kulakları annesinden dinlediği şarkıların nağmeleriyle doluydu. İstanbul Belediye Konservatuvarı Türk Musikisi İcra Heyeti’nde yıllarca görev yapan ve sesi radyo devrini yaşayanların kulaklarında hâlâ yankılanan Rikkat Uyanık, güçlü bir Türk musikisi sanatkârıydı; hem de piyasaya hiç iltifat etmemiş bir sanatkâr. Bu bakımdan savaşın bütün dünyayı kasıp kavurduğu 1943 yılında Üsküdar’da dünyaya gelen ve muhtemelen derin bir özlemin ifadesi olarak Barış adı verilen küçük Manço, hiç şüphesiz bütün çocukluğunu Türk musikisinin ses ikliminde yaşamıştı. Bu iklimi Türk popuna taşıdı; orkestrasında Türk musikisi sazlarını ilk defa o kullandı. Ve bu sesleri daha sonra bütün insanlara dinleterek dünyaya yerli değerlerle açılmanın da mümkün olduğunu gösterdi.
Türk dünyasının da ortak seslerinden, ortak değerlerinden biri olmayı başaran Barış Manço kelimenin asıl mânasında bir avantgarde idi; ama kendi kültürünün avangardı. Halk türkülerini ve Türk musikisinin bazı parçalarını pop müziğine kazandırarak hem yeni bir senteze ulaşmak, hem de farklı müzik türleri arasında akrabalık ve duygu birliği tesis etmek istemişti. Aslında yaptığı bir çeşit milliyetçilikti; fakat anlayışını hiç bir zaman bir tarifin içine sıkıştırmak ve kendini herhangi bir ideolojik kampta konumlandırmak istemedi. Daha kuşatıcı bir tavrı benimsemiş, adını koymadan yerli olmayı ve bütün toplum kesimlerine hitap etmeyi başarmıştı. Aynı yıllarda onun gibi halk türkülerinden yola çıkan, onun gibi saçlarını uzatmış başka bir sanatçı, Cem Karaca, Türk toplumu tarafından aynı ölçüde kabul görmedi. Çünkü bir ideolojinin sözcüsü olarak “savaşçı” bir dili benimsemiş ve ister istemez kendisi gibi düşünmeyenleri karşısına almıştı. Aykırı görünüşüyle önceleri “komünist” zannedilen, fakat farklılığı çabuk keşfedilen Barış ise, adına uygun olarak barıştırıcı, birleştirici, yapıştırıcıydı. Bu tercihi ve başarısı onu bir ortak değer haline getirdi. Sıradışılığına, avangardlığına rağmen kitlelerce sevgiyle benimsenmiş olması, aslında Türk toplumunun açıkgörüşlülüğünü, değişmeye, yeniliğe, hatta aykırı olana karşı hoşgörüsünü gösteriyordu; tek istediği kendi dilince konuşulmasıydı! Barış Manço bu dili iyi konuşuyordu.
Barış Manço’nun o kadar sevilmesinin sebeplerinden biri de bence şöhretinin zirvesindeyken bile şımarmaması, mazbut bir aile hayatı yaşaması ve adının hiç bir skandala karışmamış olmasıdır. Bu bakımdan o, magazin basını için ideal bir “sanatçı” değildi; paparazzilerin iş çıkaramadıkları için muhtemelen hiç sevmedikleri bir sanatkârdı. Şarkılarında terennüm ettiği aşk da hiç bir zaman belden aşağı inmedi. Yukarıda da belirttiğim gibi, gelenekten süzülüp gelen aşk anlayışını terennüm ediyordu. Kısacası, Barış Manço’nun müziğinde bizim kültürümüz ve hayatımız vardı. Onun şarkılarında birgün Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’nın macerasını dinliyordunuz; başka bir gün attar kokuları geliyordu. Ve başka bir gün sokak satıcılarının feryadını dinliyordunuz: “Domates biber patlıcaaan”. Mizahı ve çocuksuluğu da ihmal etmemişti; çocuklarımız Arkadaşım Eşek ve Ayı şarkılarını dinleyerek ve televizyon programlarında Barış Çelebi’yle dünyayı gezerek büyüdüler. Bazı şarkıları vardı ki hikmet yüklüydü. Gülpembe gibi bazı şarkılarını mistik açıdan bile yorumlayabilirsiniz. Anadolu turnelerinde topladığı rini, deyimleri ve hikmetleri şarkılarında büyük bir ustalıkla kullanıyordu. Halil İbrahim Sofrası şarkısını, yoksul Anadolu insanının sofrasına oturmamış olanlar anlayamazlar, bundan eminim.
Barış Manço, hiç şüphesiz bir musiki dehası değildi; fakat doğru bir zamanda, doğru yerde durmuş, bütün toplumun kılcal damarlarına ulaşan bir ana damarı yakalamıştı. Evet, kim ne derse desin, bizden biriydi o.


Barış Manço’nun Son Röportajı
Siz bir radikal misiniz?
Hayır ben bir Barış Çelebiyim.
Bence bir radikalsiniz. Sizin çok özel bir ilgi alanınız da çocuklar. Bizim çocuklarımıza olan o yoğun ilginin nedeni?
O çocuklar hepimizin. Onların adam gibi adam olmasında hepimizin sorumluluğu var. Aslında ben sadece bir çocuk programı yapıyor değilim. Biliyorum ki, beni çocuklar seyrettiği kadar onların büyükleri, anneleri, babaları, dedeleri, amcaları, anneanneleri, babaanneleri de seyrediyor. Daha güzel imkanlar sunarak daha huzurlu bir dünya kuralım istiyorum çocuklar için.
Biz sizi tevazu ve içtenliğinizle tanıyoruz. Her sanatçı, toplumun kendisini baş tacı etmesini ister…
Bir şartla bunu istemeye hakkı olur sanatçının; onun da toplumu baş tacı etmesi ve bunu en yalın haliyle göstermesi şartıyla. İyi niyetli, samimi ve içten bir insan olduğumu düşünüyorum. Bana ulaşmak, benimle konuşmak kolaydır. Sanata kırk yılımı verdim. Beni mahcup etmeyecek eserler ortaya koydum. İddialı olmadım; ama otuz yıl önce bestelediğim, söylediğim bir şarkı bugün hâlâ aynı coşkuyla dinleniyor. Sanatla başladım hayata ve sanatçı olarak bitirmek istiyorum. Siyaset aklımdan geçmiyor. Niye geçsin ki, ben şimdi iyi bir noktadayım. Konuştuğunda sözü dinlenen ve halkı tarafından oldukça sevilen biriyim. Aradığım şey geniş kitlelere seslenmek ve onlardan bir ses duymaktı. Bir usta olduğumu söyleyenler de oldu; ama ben buna ‘estağfirullah’ dedim. Hayatım boyunca da, ustayım, sanatçıyım gibi iddialarda bulunmayacağım. Benden sonra insanlar benim için böyle güzel şeyler konuşurlarsa, buna da çok memnun olacağımı itiraf etmeliyim.
‘Benden sonra’ diyorsunuz. Hayatı fâni olarak görebilmek, insanın kendisini inşa etmesi ve ilişkilerini düzenlemesi açısından da çok önemli bir fırsat değil mi?
İsabet buyurdunuz. Bizler genel anlamda elimizdeki şeylerin kıymetini onu kaybettikten sonra anlıyoruz; ama iş işten geçiyor çoğu kere. İhtiraslarımız, hırslarımız insani değerlerimizin, insana yaraşır kabiliyetlerimizin önüne geçiyor. Hayatın ve dolayısıyla kendimizin fani olduğunu unutmazsak, elimde ne kadar olduğunu bilmediğimiz zamanı kendimizi gerçekleştirmeye ve eser ortaya koymaya ayırırız. Hayatın böyle kavranıldığı bir toplumda, bir ülkede, bir dünyada da sevgi ön plana çıkar.
Şarkılarınızda çağrışım dünyası oldukça geniş ve daha çok bir filozof edasıyla ifade edilmiş bu tür parçalar var değil mi?
Ben hayatın gerçeğini anlatıyorum. Sevda kadar, ayrılık kadar ölüm de bizim bir gerçeğimiz. Bunlardan kaçmak yerine anlamak ve zaman içinde içimize sindirmek zorundayız.
Hüzünlenince daha fazla mı düşünüyoruz ayrılığı ve ölümü?
Olabilir, tam bilemiyorum. Ama genellikle pek fazla düşünmediğimiz, hatta kendimize ölümü yakıştıramadığımız için, her gelen ölüm bir şok etkisiyle geliyor. İnsan aynı zamanda düşünen ve hisseden bir varlık. Sanıyorum düşünerek ve hissederek yaşamak gerekiyor.
Yahya Kemal’in on beş yılda tamamladığı Sessiz Gemi’yi hatırlıyorum da anlam zenginliği ve çağrışımları açısından sizin birkaç eseriniz de ruhumda aynı etkiyi yapıyor.
Elbette ki bende Sessiz Gemi kıvamında bir eser yok. Merak ettim hangi eserim sizde ona benzer bir çağrışım yapıyor?
Mesela; Ömrümün Sonbaharında, mesela; Dağlar Dağlar… Kendi kendime soruyorum acaba bir yolculuk mu var ve yolcu kim?
Yolculuk sürekli var ve sıramız gelince hepimiz yolcuyuz. Bir gün söylemeye, vedalaşmaya fırsat bulamayız belki. Onun için şimdiden söyleyeyim:
Çoktan uçmuş güvercin,
Tahta masam devrilmiş
Can dostum çoban uykuda.
Tatlı komşu Ayşe Teyze
Emekli Salih Öğretmen
Hepinize, hepinize elveda…
Dostlar elveda…
Gözlerim kurşun gibi ağır ağır kapandı bu gece
Elveda…
Allah gecinden versin, emr-i Hakk vaki olduğunda geride kalanların size hangi eserlerinizle seslenmelerini istersiniz?
Biz nasıl yaşamışsak ona göre eserler bırakmışızdır geriye… Gülpembe, Unutamadım…
Unutulma korkunuz var mı?
Hayır yok. İnsan ne zaman ölür biliyor musunuz? Fizik varlığınız itibarıyla bu dünyadan ayrılınca ölmüş olmazsınız. İsminiz ne zaman artık anılmıyorsa bu dünyada, o gün hem ölmüş hem de unutulmuş olursunuz.
İnsanın yüreğine seslenen ve kalıcı izler bırakan pek çok esere imza atmış bir insan olarak kimseden beste istemediğinizi, almadığınızı biliyorum; fakat bir istisnası var.
Bir dostumun çok güzel bir bestesi vardı: ‘Canım Oğlum.’ İlk dinlediğimde gözyaşlarımı tutamamıştım. Onu çok fazla istedim; fakat vermedi. Dilerseniz okuyayım:
Biz ölü seven bir topluma benziyoruz. Çünkü sevdiklerimize sevgilerimizi onlar da hayattayken neredeyse hissettirmemek için bir çaba sarf ediyoruz.
Siz toplumdan, bizlerden yeteri kadar sevgi gördünüz mü?
Ben sevildiğimi biliyorum ve oldukça fazla hissediyorum; fakat her insanın benim kadar bu konuda nasipli olmadığını da biliyorum. Ne var biliyor musunuz? İnsanlar korkuyorlar birbirlerinden; çünkü çok ciddi bir çatışma sürecinden geçtik yakın tarihlerde. Ben o süreçte taraf olmadım ya da taraf olduysam sadece ve sadece ‘insanın’ tarafında oldum. 7’den 77’ye bu ülkenin tüm insanlarına aynı gözle baktım ve hepsini sevdim. Dedim ya ben hep sizin şarkınızı söyledim. Biliyorum ki, sanatçıya sevginizi ne kadar çok hissettirirseniz, o zaman o sanatçı ortaya çok daha güzel eserler koyar. Çıkmaz sokağa girmeden gösterelim ve hiçbir insandan esirgemeyelim sevgilerimizi. Üç-beş günlük dünya hayatı değmiyor hiçbir kavgaya…
Bu bir veda sohbeti olsaydı nasıl seslenmek istediniz bize?
Dün yine yapayalnız
Dolaştım yollarda
Yağmurlarda ıslanan
Bomboş sokaklarda
Unutmak kolay demiştin
Alışırsın demiştin
Öyleyse sen unut beni
Yeter ki benden isteme
Gözlerimde yaş, kalbimde sızı, unutmadın seni…
Gözlerimde yaş
Kalbimde sızı
Unutmadım seni
Unutamadım seni
Not: Bu röportaj Mehmet Gündem’in Barış Manço ile yaptığı röportajdan alınmıştır.
Kaynak: Aksiyon Derg., sayı: 218, 06 Aralık 1999.
Aldığı Ödüller
Türkiye Cumhuriyeti: Devlet Sanatçısı – Ankara (1991)
Hacettepe Üniversitesi: Onursal Doktora- Ankara (1991)
Soka Üniversitesi: Uluslararası Kültür ve Barış Ödülü- Tokyo, Japonya (1991)
Belçika Krallığı: Leopold II Şövalyesi Nişanı Brüksel- Belçika (1992)
Fransız Kültür Bakanlığı: Edebiyat ve Sanat Şövalyesi Nişanı Paris, Fransa (1992)
Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı: Türkmen Vatandaşlığı Askabat, Türkmenistan (1995)
Pamukkale Üniversitesi: Onursal Doktora- Denizli (1995)
Min-On Vakfı: Yüksek Şeref Madalyası Tokyo, Japonya (1995)
Basında Barış Manço
Son Osmanlı’nın vedası
Fikret ERCAN
Bir kaç ay önce eşi Lale Manço ile Hürriyet’e gelmişti. Yazı işlerinden arkadaşlarla oturup sohbet ediyorduk. Birden gülerek gözlerimin içine baktı ve ‘‘Fikret, hep merak ederim, sen beni o gün nasıl buldun’’ dedi. Herkes onun birkaç gün öncesinden söz ettiğini sanıp bu sözlere fazla ilgi göstermedi. Oysa sözünü ettiği gün tam 30 yıl önceydi.
Gazetenin birinde kısa bir haber çarpmıştı gözüme:
‘‘Bir Türk gencinin başarısı… Belçika’da okuyan Barış Manço adlı bir Türk genci Fransızca söylediği şarkılarla büyük ilgi çekiyor.’’
İsmi o zaman kazınmıştı aklıma. Bundan bir iki ay sonra onu tanıyan bir Kadıköylüden, Türkiye’ye tatile geldiğini, bir plak şirketiyle anlaşma yapmak için uğraştığını söyledi.
Sonra ben kendisine ulaştım ve Eminönü’nde plak şirketinde buluşmaya karar verdik. Ben gazetecilikte ilk röportajlarımdan birini yapmanın heyecanı içindeydim. Buluştuğumuzda onun da aynı heyecan içinde olduğunu gördüm.
DEVLERİN ARASINDAN SIYRILDI
Kısacık kesilmiş öğrenci saçları ile zayıf, ufak tefek bir gençti karşımda oturan. O zamanlar dünyada Beatles, Rolling Stones fırtınası esiyor, Türkiye’de ise Alpay, Erol Büyükburç, Haramiler, Mavi Işıklar büyük ilgi çekiyordu… Bunların arasından bu genç nasıl sıyrılacaktı?..
Bir süre sonra öyle bir girdi ki müzik dünyasına, herkes şaşkınlık içindeydi. Zaman tünelinden geçip gelmiş bir Osmanlı kahramanı esiyordu sahnelerde. Çizmeleri, gümüş kemeri, simli kaftanı ve uzun saçları ile ilk dinleyişte ezberlenen şarkılar söylüyordu:
‘‘Gümüş kemer ince bele dar gele… İşte hendek işte deve…’’

LİSTELERLE DALGASINI GEÇTİ

Televizyonsuz dönemin reyting şampiyonu olmuştu… Plak listeleriyle dalga geçiyordu… Bir gün bir derginin listesinde bir numarayı gösterip ‘‘15 gün sonra yeni kırkbeşliğimle beni burada göreceksin demişti’’ ve dediği de oluyordu.
Türkiye’nin sanatçılarıyla bile sağ-sol olarak ikiye bölündüğü dönemde onu kimse bir yere oturtamadı. Kim ne derse desin, o bildiğini söylüyordu. ‘‘Ben annemin uduyla büyüdüm, onunla beslendim… Geçmişimle de gurur duyuyorum’’ diyerek ısrarla çizgisini sürdürdü. Küçük büyük herkesin dilinden düşmedi şarkıları…
Türkiye gerçek bir starını kaybetti.
Biz de bir gün gideceğiz ama Barış, şarkıları ile hep yaşayacak…
Güle güle son Osmanlı…
BARIŞ MANÇO ve TÜRKİYE
Barış Manço’ya göre Türkiyenin de bulunduğu konumun kesin bir sınırlaması yoktur. Türkiye, doğudan bakıldığı zaman batıda, batıdan bakıldığı zaman da doğudadır. Bu konudaki duygularını ise, Japonya konserinde 20.000 Japon’un Türk bayrağı çıkartıp sallamasından televizyon başındaki 60 milyon insanın gözyaşları içinde izlemesi gibi heyecanlandığını ve gurur duyması ile ifade ediyor. Barış Manço yabancı ülkelerdeki çalışmaları için yaptığı değerlendirmede “Japonlar beni sahiplendiler, milyonlarca Japon konserlerime geliyor, CD’lerimi alıyor, Japonlar bende doğru birşeyler buluyor. Şarkılarımı didik didik inceliyorlar, onlardan konferanslar hazırlayıp televizyon programları yapıyorlar. Türkiyede bunun onda biri yapılmadı. Belçikada ise, onların ülkelerini tanıttığım için Liege Prensliği onur ödülü verdiler. Törene limuzin ve dört eskort ile gittik. Belçikanın en büyük gazetesi birinci sayfada yarım sayfa ayırdılar. Türkiyede 40 yıllık sanat hayatımda baş sayfaya çıkamadım” gibi serzenişte bulundu. Ne yazık ki yıllar sonra baş sayfada bulunma nedenin “ölüm” olması çok hüzünlü idi. Önemli olmaktan çok değerli olmayı tercih ettiğini söyleyen Barış Manço, duygusallığını seçtiği bir yaşam biçimi olduğunu vurgularken, kendi deyimiyle kuzey kutbunu da asla kaybetmediğini de sözlerine ekliyor. Rus romantikleriklerinden, Korsakof, Musolski ve Çaykoski den etkilenerek, evinin dekorasyonunda da romantik çağı, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın başını yansıtan tarzı tercih etmişti. Türkiyedeki en uzun ve başarılı televizyon programlarını yaptı. 200′ ün üstünde şarkısı ona 12 altın, platin albüm/kaset ödülü kazandırdı. Şarkılarının bir bölümü Yunanca, Bulgarca, Arapça, Farsça, Japonca, İbranice, Fransızca, İngilizce ve Flemenkçeye çevrildi. Her ülkede şarkıları çok sevildi. Kongo’daki 12-13 bin kişinin katıldığı konserde “Domates Biber Patlıcan” ı söylerken, Kongoluların koro halinde şarkıya eşlik etmeleri şarkının evrenselliği hakkında bilgi vermektedir. Bu konuya başka bir örnekte Mısır da yaşanmıştı. Barış Manço, Mısır Televizyonunda canlı yayında Dağlar Dağlar’ı Arapça söylemişti, bu programın sonunda Mısırlılar sokağa döküldüğü gibi, program da defalarca tekrarlanmıştı. En büyük arzusunun ansiklopediler de yer almak olduğunu söyleyen ve Barış Manço müzesi kurmak isteyen Manço, ” 20. yüzyılda yaşamış, o yüzyıla damgasını vurmaya çalışan bir Türküm, 20. yüzyılın Türk Müziğini yapıyorum” demektedir. Müzik ve televizyon hayatında sayısız ödüller alan Barış Manço 1991 yılında devlet sanatçısı ünvanı, yine aynı yıl Hacettepe Üniversitesi onursal doktora ünvanı, Uluslararası Teknoloji Ödülü, Japonya; Uluslararası Kültür ve Barış ödülü, Belçika Krallığı; Leopold II şövalyesi nişanı, Fransız Kültür Bakanlığı Edebiyat ve Sanat Şövalyesi nişanı, Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı; Türkmen Vatandaşlığı ödülleri kazanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder