Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
KİRALIK KONAK
Naim Efendi çok zengin, zengin olduğu kadarda hesaplı bir kişiydi.
Babasından kalma bir servetti. Büyük bir ihtimamla idare ve muhafaza
ediyordu. II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulundu.
Bir çok defalar valiliklerde dolaştı. Şürayı Devlet Azası, Rüşümat
Müdiri Umumisi oldu. İnkılaptan iki sene evvel dolaşık bir “TEVLİYET”
(Mütevellilik) davası yüzünden istifasını verdi ve Hükümet işlerinden
tiksinerek bir köşeye çekildi. Fakat memuriyet döneminden kalma
bayramlaşma ve özel deftere imza olayını hiçbir zaman aksatmazdı.
Bütün çocukluğu, bütün gençliği İstanbul ‘un en kalabalık konağında
geçen Naim Efendi eğlenceli meclisleri, ahbap arasındaki sohbetleri,
misafirlere ziyafetleri çok severdi. Fakat öyle bir zaman yaşadı ki
bunların hepsi yasaktı. Naim Efendi yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk
almak şöyle dursun, son senelerde yazılan ve konuşulan Türkçe’yi de
anlamıyordu.
Bundan beş sene öncesine kadar karısı Nefise Hanımefendi yanı başında
idi, rahatını huzurunu mümkün mertebe koruyordu. Zira, bu ihtiyar kadın
ölünce evin içinde yalnız kaldı. O öldükten sonra yerine Sekine hanım
geçti; fakat Sekine Hanım hiçbir cihetten annesine benzetmiyordu. Tabi
ki babası gibi çekingen, içinde titiz, iradesiz, tembel bir kadındı;
hususiyle kocasının nüfusuna ve çocuklarının arzularına son derece
uyardı. Kocası ise kırk beş yaşında bir züppeden başka bir şey değildi.
Naim Efendinin damadı Düyunu Umumiye Müfettişlerinden Servet Bey, Naim
Efendinin saflığından yararlanarak bütün iradesini konak içerisinde
istediği gibi yürütüyordu. Servet Beyin oğlu Cemil henüz yirmi yaşında
bir mektup çocuğu olmasına rağmen Beyoğlu’ndaki büyük lokantaların,
gazinoların, barların sadık gediklisi idi. Bu yaşında bir çok zevkleri
vardı. Biraderinin küçük sırlarında vakıf olan Seniha ise son çıkan moda
gazetelerinin resimlerine benzerdi. Körpe ince ve çolak vücudu ipek
böcekleri gibi daima biçim değiştirme, başkalaşma içerisindeydi.
Pazartesi günleri Seniha’nın çay günleridir. Avrupa’nın bütün kibar
kadınları gibi o günleri giyinir; kuşanır ve tam beşte konağın salonunda
nadir görülen bir hanımefendi vakariyle ziyaretçilerini beklerdi.
Seniha salonun bir köşesinde iki genç kızla halasının torunu Hakkı
Celis’in kendisine okuduğu şiirleri dinler, gözüküyordu. Bu genç
kendisinden iki ay küçük olmasına rağmen ve bir çok şiiri bazı
mecmualarda çıkmasına rağmen ona parmakları mürekkep lekeli ve
pantolonunun dizleri çıkmış zavallı bir mektep çocuğu gibi görünmekten
kurtulamıyordu. Saat beşe henüz gelmişti ki; Faik Bey konağı ziyarete
geldi. Faik Bey Cemil’in yakın arkadaşları arasındaydı. Kumral, zayıf,
uzun saçları iyi taranmış bir gençti. Küçük yaşından beri Avrupa’nın
muhtelif şehirlerinde dolaşmış, oturmuş olduğu için hareketlerinde hiç
sahte görülmeyen bir frenk zarafeti ve kıvraklığı vardı. Faik Bey ile
Seniha arasındaki münasebetin bir arkadaşlık derecesinden fazla olduğunu
genç kızın bütün erkek ve kadın arkadaşları bili verirlerdi.
Fakat, buna da hafif bir flört manasını verirlerdi. Zira Faik Bey, pek
çapkın bir delikanlı ve Seniha, pek şuh bir genç kızdı. Günden güne
aralarındaki sevgi çoğalmaya başladı. Faik Bey için Seniha’yı sevmek
birdenbire vazgeçilmeyen ihtiyarlardan biri oluverdi. O şimdi kumara ne
kadar düşkün ise, Seniha’yı da o kadar arıyor. Seniha’ya kendini o kadar
düşkün hissediyordu. Dört günlük bir ayrılıktan sonra sabah Faik Bey
konağa geldi. Henüz herkes uykudaydı. Saçları karma karışık, yüzü
sapsarıydı. Yanaklarında üç günlük bir sakal, toz renginde bir kir
tabakası vardı. Seniha ne var? Ne oldu? Demek isteyen gözlerle Faik Bey’
i süzdü. Faik Bey sessiz bir şekilde hiçbir şey söylemiyordu. Seniha
daha sonra kardeşi Cemil’ den öğrendiği kadarıyla Faik Bey’ in kumarda
Üç yüz elli lira kaybettiğini ve paraya ihtiyacı olduğunu öğrendi. Cemil
parayı Seniha’nın büyükbabasından istemesini söyledi. Seniha’nın bunun
mümkün olmayacağını söylemesi üzerine Cemil Seniha’nın elmaslarını rehin
koymasını istedi.
Seniha dolabını açtı içinden bir çekmece çıkardı. Çekmecenin içinden birkaç tane mahfaza aldı ve birer birer Cemil’e uzattı.
Ve hayatında ilk defa olarak ağır ve ciddi bir şekilde düşündü, kaldı.
Hayat bir an içinde, ona çıplak ve en kaba haliyle görünmüştü. Bu
dünyada her şey ne bayağı, ne beyhude, ne kirliydi... Bu dünyada
güzellik bir hayal, sezgi bir efsane, asalet ve zerafet, insanın üstünde
hafif bir cilaydı. En güzel bir yüze bir iskelet ifadesi vermek için
iki gecelik bir uykusuzluk, bir sevgiyi bir alışverişe çevirmek için
birkaç paket iskambil kağıdı, en zarif bir adamı bir dilenciye döndürmek
için üç yüz elli liralık bir borç kafiydi.
Seniha kalbinin bu bir günlük imtihanından epeyce değişmiş çıktı. Aşktan
evvel ki alaycı, havai, şuh ve işveli haline avdet etti.
Konağı kiraya verip kardeşi Selma Hanımefendinin yanına taşınma bahsi
çıktığından beri Naim Efendi’ nin rahatı huzuru büsbütün kaçtı. Selma
Hanımefendinin kararı o kadar katıydı ki hiçbir mazeretle bunun önüne
geçmek kabil olmuyordu.
NAİM EFENDİ;
“Burada doğmuşum, burada yaşamışım, ihtiyarlamışım! Nasıl bırakır giderim? Diyordu.”
SELMA HANIM;
“Burada, fareler, örümcekler ortasında yapayalnız öleceğine, benim yanımda benim gözüm önünde ölürsün” diyordu.
Konak, Naim Efendiyle beraber, her gün biraz daha yıkılıp gidiyordu.
Zili bozulan sokak kapısı ağır bir tokmakla vuruluyor ve bir çok
gıcırtılarla mustarip bir hayvan gibi sarsıla açılıyordu.
SONUÇ
Kitabın Ana Fikri ve Kitap Hakkındaki Genel Değerlendirme :
Kiralık Konakta Osmanlı İmparatorluğunun çöküş dönemindeki toplumsal nedenler dile getirilir.
Kiralık Konak İmparatorluğun çöküş çanlarının kulak yırtan sesleri
içinde, kuşaklar arasındaki değişen değer yargıların buna bağlı olarak
da yaşam biçimlerinin çelişkisini sergileyen bir romandır.
Seniha – Faik – Hakkı Celis üçgeni romanın yapısının iskeletidir.
Toplumsal rüzgarların savurduğu bu insanlar birer yaprak gibi
uçuşuyorlar, hiç toprağa düşmüyorlar. Kiralık Konaktaki kahramanların
ortak özelliklerinden biri de düşün-dükleri, ettikleri dünya ile gerçek
yaşamları arasındaki bağlantısızlıklardır. Onlar için yaşamın her
gerçeği birer beklenmeyen darbedir.
Konağın dağılıp satılığa çıkarılmasıyla biten roman bir zümrenin çöküntüsünün üç kuşaklık hikayesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder