TÜRKİYE MADENCİLİK
SEKTÖRÜNÜN VE MADEN MÜHENDİSLERİNİN GÜNCEL DURUMU GENEL MADENCİLİK SEKTÖRÜNE
İLİŞKİN GENEL DEĞERLENDİRME
Cumhuriyetle
birlikte hedeflenen sanayileşme olgusu sonucu madencilik ön plana çıkarılarak
ayrıcalıklı bir sektör olarak ele alınmış, birçok kurumun alt yapısı
hazırlanmış ve kanun, tüzük, yönetmelikler hızla çıkarılarak yürürlüğe
konulmuştur. Aynı anlayışın ilerleyen yıllarda devam ettiğini maalesef
söyleyemeyiz. Günümüzde de madenlerimize dayalı sanayileşmenin yeterli düzeyde
gerçekleştirilmemiş olması nedeniyle maden üretimimiz, mamul maddeye
dönüştürülmeden ağırlıklı olarak ara ürün ya da hammadde boyutunda kalmıştır.
Ayrıca, 24 Ocak
Ekonomik Kararları ile uygulamaya konulan ihracata dönük sanayileşme
politikaları sonucunda; ithalat artışı engellenemediği gibi teşvikli ucuz ithal
hammadde girdileri karşısında madencilik sektörü eşit olmayan koşullarda
rekabet edemediğinden özellikle özel sektöre ait işletmelerin bir kısmı
kapanmış veya gelişmeleri önlenmiştir. Sektörlerde her türlü soruna ve ihmale
karşın kar edebilen kuruluşlarımız, karlarını aramacılığa ve teknolojik
gelişmelere ayırmamış, madenciliğin kendi yarattığı artı değer dahi madenciliğe
aktarılmamıştır. Bu olumsuz gelişmeler içinde maden üreticilerimiz
birbirleriyle rekabete girmiş ve bunun sonucunda bir çok ürünün iç ve dış
piyasalardaki değerleri neredeyse yarı yarıya düşmüştür. Bilinçsiz rekabet
madencilik sektörünü, bilim ve teknoloji kullanımından, ileriye dönük
planlamalardan uzak, işçi sağlığı, iş güvenliği ve çevreninde göz ardı edildiği
bir anlayış içerisinde, her türlü iş makinesiyle herkes tarafından yapılabilir
bir sektör haline getirmiştir.
Son 15 yıllık
dönemde başta kömür ve demir cevheri ithalatı sonucu, hammadde ve ara ürün
olarak ihraç edilen cevherlerden elde edilen gelir bu iki madene ödenen
dövizden daha geride kalmıştır. 1998 rakamlarına göre toplam ihracatımız 531
milyon dolar, ithalatımız ise 858 milyon dolar olmuştur. 1999 Ocak-Ekim
döneminde ihracat düzeyi 441 milyon dolar düzeyindedir. Gereken önlemlerin alınmaması
halinde bu farkın ithalat lehine açılacağı kuşkusunu taşımaktayız.
Madenciliğimiz
ülkemiz GSMH içindeki payı % 1 civarındadır. Madenciliğin GSMH içindeki payı
ABD’de % 4.2, Almanya’da % 4.0, Kanada’da % 7.5, Avustralya’da % 7.7’dir.
Türkiye, Madencilik Sektörüne ilişkin gerekli stratejileri geliştirmesi
durumunda sektörün GSMH içindeki payı % 4-5 düzeylerine çıkması kaçınılmazdır.
Çünkü Türkiye’nin, önemli ölçüde madencilik potansiyeli ve Cumhuriyet ile
birlikte gelişmiş, kurumsallaşmış kurumları vardır. Bu hedefe ulaşmak için
oluşturulacak politikalar için gerekli bilgi, doküman ve tecrübe mevcut olup
öncelikle yapılması gereken güçlü siyasi irade ile Sektöre ilgi duymaktır.
Dünyanın en büyük
trona yataklarından birine sahip olmamıza karşın, tespit edildiği 1979 yılından
bu yana Batılı tekellerin oyalama politikalarına göz yumulması nedeniyle bu
rezervlerimiz bugüne kadar işletilememiştir. Tronaya ilişkin proje henüz
fizibilite aşamasındadır. Ülkemiz dünya bor rezervlerinin %60’na sahip olmasına
karşın dünya bor pazarındaki payı %23 civarındadır ve yıllardır bu alanda yeni
pazarlara ulaşılamamıştır.
Ülkemiz dünya krom
rezervinin %1’ine sahip olup ortalama 12 milyon ton/yıl olan dünya krom
üretiminin de yaklaşık %3’ünü gerçekleştirmektedir. Dünyada ferrokromun büyük
bir kısmı krom cevherinin elektrik ark ocaklarında indirgeme yöntemi ile
üretilmekte, üretilen ferrokromun yaklaşık %75’i de paslanmaz çelik üretiminde
kullanılmaktadır. Ülkemiz, kalite ve üretim olarak dünyada yıllardır ilk
sıralarda yer almış olmasına karşın, cevherimizin büyük bir bölümü işlemeden
hammadde olarak ihraç ettiğimiz için dünya pazarlarında etkin olunamamıştır.
Ülkemizde yılda
ortalama 1 milyon ton krom cevherinin yaklaşık %20-30’u Eti Holding, %70-80’ni
özel sektör tarafından üretilmektedir. Krom üretimimizin 250.000 tonu yüksek
karbonlu ferrokrom üreten Eti Holding’in Elazığ,ve Antalya tesislerinde, 40.000
tonu sodyum bikromat ve bazik krom sülfat üretimi, 15.000 tonu refrakter ve
döküm kumu olarak tüketilmektedir. Üretilen ferrokromun ortalama olarak yılda
4.500 tonu MKE, Asil Çelik, Çemaş şirketlerinin tesislerinde kullanılmakta,
geri kalanı ihraç edilmektedir.
Eti Holding’in
ihraç ettiği ferrokromun yanısıra özel sektörün ürettiği yılda yaklaşık 700.000
ton krom cevheri, hiçbir metalurjik işlem uygulanmadan ihraç edilmekte, bu
cevherin ferrokroma dönüştürülmesi ile ortaya çıkan katma değerden ithalatçı
ülkeler yararlanmaktadırlar.
Ülkemizde Eti
Holding dışındaki krom üreticilerinin yıllardır ferrokrom tesisleri için yatırım
yapmamalarının nedenlerinden biri elektrik enerjisi fiyatıdır. İthalata dayalı
hurda demirin kullanıldığı ark ocaklarında tüketilen elektrik enerjisine özel
tarife ile yıllardır indirim uygulanırken madencilere bu indirim
sağlanmamıştır. Önemli bir yer altı kaynağı olan kromun katma değeri yüksek
olan ferrokrom ve paslanmaz çelik haline dönüştürülerek ihraç edilmesi için
özel sektör teşvik edilmelidir.
Çelik üretiminde
dünyadaki oran % 70 entegre tesisler, % 30 elektrik ark ocakları şeklinde iken
bu oran ülkemizde tam tersinedir. Entegre tesislerin yıllık demir cevheri
ihtiyacı 9-10 milyon ton olup bunun yaklaşık 4 milyon tonu Yüksek fırınlar için
işletilebilir demir cevheri rezervlerimiz, yıllardır rezerv geliştirme
çalışmaları yapılmaması nedeniyle azalmıştır. Ülkemizde, 1 Milyar tonun
üzerinde düşük tenörlü demir cevheri potansiyeli tespit edilmiştir. Bu
potansiyel rezervler işletilebilir rezervlere dönüştürülmeli, cevher
zenginleştirme projeleri geliştirilmeli ve teşvik edilmelidir. Mevcut tesisler modernize
edilmelidir. Eğer bu çalışmalar kısa zaman içerisinde yapılmaması halinde
işletilebilir rezervler tükeneceğinden hammadde gereksiniminde tamamen dışa
bağımlılık kaçınılmaz hale gelecektir.
Son günlerde
gündeme gelen borla ilgili gelişmeler, 150 yıllık anlayışta pek bir değişiklik
olmadığını ortaya koyuyor. Sanayileşmiş ya da sanayileşecek bir ülkenin
hayatiyende çok önemli yeri olacak boru, küçük hesaplara alet edilmemesi
gerektiğine inanıyoruz. Son yıllarda Etibank Genel Müdürlüğü’ndeki gelişmeler
dikkatle incelenmelidir.
Etibank Genel
Müdürlüğü 26.01.1998 tarihli kararı ile Eti Holding A.Ş.’ne dönüştürülerek
yeniden yapılanma sürecine sokulmuştur. Etibank bu yapılanma sonucu bünyesinde 7 A.Ş. kurarak yeni KİT
yapıları oluşturulmuş ve müessese, işletme, daire başkanlığı düzeyinde görev
yapan organizasyon yapısı yükseltilerek yönetim kurulu, genel müdür, genel
müdür yardımcıları, daire başkanlıkları olmak üzere 150’nin üzerinde yeni
yönetim kadrosu yaratılmıştır. Bu yapılanmanın amacı olarak öne sürülen
gerekçeler şunlardı.
1.
Bankacılık bölümünün özelleştirilmiş olması nedeniyle
Etibank isminin değiştirilmesi,
2.
Yeni yapılanma ile işletme birimlerinin A.Ş. ye
dönüştürülerek yetki ve karar mekanizmalarının yerinden yönetim ile sağlanması,
3.
Ticari alanda daha profesyonel bir yapılanma
4.
Ayrı şirketler haline getirilen yapıların daha kolay
özelleştirilmesi
21.Yüzyıla
girdiğimiz bu günlerde, 2 yıllık süreç içerisinde 1. madde de öne sürülen isim
değişikliğinin dışında bu gerekçelerin hiçbirinin geçerli olmadığı açıkça
görülmektedir.
·
Yetki ve karar mekanizmaları birbirine girmiştir. Şirketler
kendi başına davranmakta biri diğerini tanımamakta, şirketlerde alınan kararlar
ve uygulamalardan ise bilgi akışı istenen düzeyde gerçekleşmemektedir. Sonuç
olarak sevk ve idarede son derece
çelişkili kararlar ortaya çıkmakta ve ciddi bir koordinasyonsuzluk
yaşanmaktadır.
Ticari alanda
profesyonel bir yapılanma iddiası ise tamamen boşa çıkmış bir iddiadır
·
. Şişirilmiş şirket yönetim kadroları ile profesyonel
yapıyı bırakın normal günlük işlerin bile yürütümü çok başlılıktan dolayı
tıkanmıştır. Hukuki açıdan bakıldığında ise Danıştay 1.Dairesince yapılanma ile
ilgili verilen karar çerçevesinde Etibank Madencilik kısmının bir Holding
olamayacağı, şahıs hisselerinden dolayı Bor A.Ş.’nin yasalara aykırı bir durum
oluşturduğu belirlenmiştir.
·
Madencilik yapısı itibariyle kendi alanı dışında (inşaat,
nakliye, enerji, gıda vb.) bir çok sektöre kendi dinamiğinin yaklaşık 5 katı
düzeyinde katma değer yaratan çok önemli bir sanayi faaliyeti olmasına rağmen,
kendi içinde son derece zahmetli ve işletme riskleri yüksek olan bir sektördür.
Dönem içerisinde Eti Holding özelleştirme idaresine müracaat ederek yeni
oluşturduğu şirketlerden Gümüş, Bakır ve Krom da faaliyet gösteren şirketleri
özelleştirmek üzere idareye devretmek istemiş ancak özelleştirme idaresinin
yaptığı ön incelemeler sonunda, geçmişte Karadeniz Bakır İşletmelerinin
özelleştirilmesinde yaşanan başarısızlıkta göz önüne alınarak idarece bu
şirketlerin devri konusu neticelenememiştir. Sonuçta bu çabaların altındaki
gerçek amaç ortaya çıkmıştır. Amaç dünya pazarlarında stratejik ve
niteliğindeki ve kar marjı çok yüksek olan Bor ve ürünlerinin Etibank elinden
çıkarılmasıdır.
Bor ve ürünleri
konusunda istenilen amaca bugün ulaşılamamış olması bir yana, Etibank
Madencilik yapısı da deforme edilmiştir.
Uluslararası
pazarlarda tüm gelişmiş teknolojik üretimlere girdi olan rafine bor ve uç
ürünleri konusunda üretimden yatırıma, pazarlamadan satışa bir master planı
oluşturularak tek elden uygulanmalıdır.
Cumhuriyet
tarihimizle özdeş metal madenleri ve endüstriyel mineraller üzerinde 64 yıllık
deneyim ve birikime sahip olan Eti Holding’in bor madenciliği konusunda da uzun
yıllar ülkemize daha büyük hizmetler verecek tek kuruluştur. Ancak Türkiye’deki
diğer kamu iktisadi kuruluşları gibi idari, mali konularda birçok sorun
yaşaması uluslar arası piyasada faaliyet gösteren Eti Holding’i ciddi
sıkıntılara sokmuştur. Bu sorunların aşılması ve sağlıklı bir yapıya ulaşılması
için çözüm önerilerinin kararlı bir siyasi iradenin uygulamasıyla
gerçekleşeceğine inanıyoruz.
Bugün Ortadoğu
ülkeleri için petrol, Türk Cumhuriyetleri için petrol ve doğalgaz ne ise bor’da
ülkemiz için aynı önemde stratejik bir hammaddedir. Gelecekte çevre dostu ileri
teknolojilerin hammaddesi olma özelliği nedeniyle daha da stratejik olacağı
bilinmelidir. Çünkü bor geleceğin madeni olacaktır ve daha geniş bir alanda da
fazla tüketilecektir. Özellikle çeliğin yerini almaya aday olan çevre dostu
fiberglass sektörü ile deterjan sektöründeki gelişmeler dikkatle
incelenmelidir. Türkiye Dünya Bor rezervlerinin %60’ına sahip bir ülke olarak
bu kozu çok iyi kullanmalıdır. Borla ilgili yatırımlar desteklenmeli, hammadde
olarak ihraç edilmesi yerine mamul madde ihracatına yönelik yatırımlara zaman
kaybetmeden geçilmelidir. Bor üretimi ve ihracatı tek elden kamu tarafından
yapılmalıdır. Bor türevlerini kullanacak sanayilerin kurulmasına destek
verilmelidir.
Seydişehir
Alüminyum tesislerinin kapasitesini artırabilecek rezerv olmasına karşın
yıllardır bu alanda yapılması gereken daha az enerji tüketen ileri teknoloji
yatırımların yapılmaması nedeniyle her geçen gün alüminyum ürünlerinde dışa
bağımlılık artmaktadır.
Türkiye’nin Bakır,
Çinko, Kurşun rezervleri (Metal Cu, Zn, Pb) sırasıyla, 2.28, 2.29 ve 0.86
Milyon ton düzeyinde olup yeterince aranmamıştır. Ülkemizde bakır-çinko-kurşun
üretimi özel ve kamu sektörünce yapılmakta özellikle kamu bakır madenciliği
farklı farklı kurumlarca yürütülmektedir.
Bu sektörde de gerekli rezerv geliştirme çalışmaları ile teknolojik
yatırımların yapılmaması nedeniyle işletilebilir rezervler tükenmek üzeredir.
Ayrıca bir çok işletme ekonomik tenörün altında çalışmaktadır.
Özelleştirme sonucu
İranlılara satılan Çinkur gerekli konsantreyi yurt dışından getirmiş, bölgedeki
madencilerden cevher satın almamıştır. Bunun sonucu olarak da Kayseri
Bölgesinde kurşun-çinko cevheri işletmeleri kapanmıştır. Şimdi de Çinkur’un
kendisi kapanma durumundadır ve bugün çinko üretimi durmuştur.
Madencilik Sektörü
fiyat dalgalanmalarına ve işletme risklerine çok duyarlı bir sektör olup sadece
özelleştirme ile maden işletmeleri verimli hale gelmez ve bu nedenle de
küçültülmüş şirketlerin uluslar arası piyasalarda yaşayabilmesi mümkün
değildir. Geniş ürün çeşidi olan, bu kapsamda makine ve teçhizatı ile
personelinin hareket esnekliğine sahip, alternatif piyasalar yaratabilen,
meslek içi eğitim programları uygulayabilen, aramadan-pazarlamaya kadar AR-GE
yatırımlarına kaynak yaratabilen büyük madencilik şirketleri uzun süre varlıklarını
sürdürebilmektedir. Ancak, özel sektör madenciliği, güçlü kamu madenciliğinin
güvencesi altında istikrarlı üretim yapabilir. Bu kapsamda, Etibank, TKİ ve
TTK’nın küçültülerek özelleştirilmesinin ve/veya kapatılmasının ne özel sektöre
ne de ülke madenciliğine bir faydası olabilir. Bu nedenle, biz Maden
Mühendisleri Odası olarak, hangi işletmelerin geliştirileceği hangilerinin
kapanacağını veya tatil edileceği ile hangi yatırım ve işletme modellerinin
uygulanacağına ilişkin sağlıklı politikaların oluşturulabilmesinin ancak
öncelikle “Kamu Madencilik Kuruluşlarının Özerkleştirilmesi” ve her bir özerk
kurumun kendi yapısına ve faaliyet alanına göre kendi politikalarını
oluşturması ile mümkün olabileceğine inanmaktayız ve bu gerçek göz ardı
edilerek Madencilik Sektörü bir Et-Balık Kurumunun veya herhangi bir bankanın
özelleştirilmesi ile karıştırılmaması gerektiğine inanmaktayız.
Zonguldak Taşkömürü
Havzası son yıllarda devamlı ülke gündeminde kalmıştır. 1980’li yıllara kadar
sürekli artan satılabilir üretim (3.5 Milyon ton satılabilir üretim) o tarihten
itibaren üretim hızlı bir şekilde düşmüştür (1 Milyon ton satılabilir üretim).
Bu düşüşün en önemli nedeni jeolojik koşullar değil tamamen zamanında yapılması
gereken yenileme, modernizasyon ve hazırlık yatırımlarını yapmayan, popülist
politikalarla kurumun mali yapısı ile birlikte çalışma dengesini bozan
iktidarlardır. Bu anlayış içerisinde Havzanın sorunlarına çözüm getirilmediği
gibi Türkiye Taşkömürü Kurumu kaderine terk edilmiştir. Bugün kuruma 4012 işçi
alımı ile siyasi otoritenin TTK’nın kapanmaması yönündeki eğilimi olumlu bir
gelişme olarak değerlendirilse de öncelikle TTK özerkleştirilerek yeniden
yapılandırılmalı, mali yapısının düzeltilmesi için borçları sıfırlanmalı,
lavvar tesisleri dahil gerekli tüm yatırımlar bir program doğrultusunda
gerçekleştirilerek üretim seviyesi eski düzeylerine çıkartılarak Demir Çelik
Sektörünün koklaşabilir kömür talebi karşılanmalıdır. Ayrıca, Amasra B kömür
sahası, 2x300 MW kurulu gücünde temiz kömür teknolojilerine dayalı termik
santral projesi ile birlikte entegre proje olarak derhal projelendirilerek
üretime başlanmalıdır.
2000 yılı
itibariyle Ülkemizin linyit rezervleri 8.4 milyar, yıllık kömür üretimimiz 63
milyon ton civarındadır. Yapılan ileriye dönük enerji projeksiyonlarından
linyit talebimizin her yıl artarak 2010 yılında 120 milyon, 2020 yılında da 192
milyon tona çıkacağı hesaplanmıştır. Bu üretim artışı mevcut termik santrallara
ilave olarak yaklaşık 9000 MW kurulu gücünde santralların ekonomik şekilde kurulabilmesi
ile mümkün olabilecektir.
1980 yılında 14
milyon ton olan linyit üretimi yaklaşık 5 kat artarak 63 Milyon ton seviyesine çıkmıştır. Bu arışın temelinde
dağınık şekilde olan ruhsatların birleştirilerek havza madenciliğine geçilmesidir.
Türkiye dünya
linyit üretiminde sekizinci , Avrupa’da altıncı büyük üretici durunda olup
elektrik enerjisi talep artışı dikkate alınarak kömüre dayalı yeni termik
santralların devreye girmesi ile Avrupa’da üçüncü, dünyada beşinci büyük
üretici durumuna gelebilecektir. Sadece elektrik üretimine esas linyit üretimi
dikkate alındığında elektrik enerjisi satış tarifesi bazında yaklaşık 2 Milyar
dolar düzeyinde ekonomik değere sahiptir ve önümüzdeki kısa bir dönem
içerisinde bu değerin 3 kat artması kaçınılmazdır. Ancak, 1980 sonrası dönemde
linyit rezervlerinin geliştirilmemesi, kömür zenginleştirmede ve yakma
sistemlerinde gerekli teknolojik gelişmelerin sağlanmaması nedeniyle enerjide
dışa bağımlılık her geçen gün biraz daha artmış ve önümüzdeki dönemde de idari
ve teknik yapılanmada gerekli önlemler alınamadığı taktirde bu artış devam
edecektir.
Bugün, Türkiye
Çimento Sektörünün 3 milyon olan katı yakıt talebi, çevre ve insan sağlığına
zararlı maddeler içeren, gelişmiş ülkelerde tehlikeli atık olarak
nitelendirilen, kükürt değeri % 5-8, Kalori değeri 8000 Kcal/kg olan
petrokoktan ağırlıklı olarak karşılanmaktadır. Çevre Bakanlığı’nın çimento
sektörüne verdiği kontrol belgesi kapsamında ithal edilen petrokokun birim
fiyatı 5-11 ABD dolar arasında değişmektedir. Ayrıca, ısınma sektöründe
öncelikle büyük şehirler için kömür ithalatı 4 Milyon ton düzeyini bulmuş olup
dünya kömür piyasalarından CIF 45-50 ABD Dolar/ton fiyat ile pazarlanan bu
ithal kömür tüketiciye belediyeler kanalıyla 180 ABDDolar/ton birim fiyat ile satılmaktadır.
İthal kömürün teşvik edilmesi, kamu ve özel sektörün yapmış olduğu yatırımları
atıl hale getirmiş ve ileriye dönük planlama çalışmalarını, rekabetçi şartlar
temin edilemediğinden, engellemiştir.
Bu tablo,
ülkemizdeki özel ve kamu sektörü kömür üreticilerini olumsuz yönde etkilemiş,
ürettikleri kömürleri pazarlayamaz hale getirmiş ve bir çoğu kapanma noktasına
gelmiştir. Katma değeri çok az olan ithal kömürün yeniden değerlendirilmesi
gerekir. Türkiye’nin bir çok limanından kömür girmektedir. İthal edilen
kömürlerin belirlenen standartlara uygun olup olmadığı konusunda ciddi soru
işaretleri olduğu da bir gerçektir. Devletin katma değeri yüksek öz
kaynaklarımızın değerlendirilmesi hususunda zaman geçirmeden karar vermesi
gerekir. Kömür ve demir cevheri ithalatına mutlaka fon getirilmeli petrokok
ithalatı durdurulmalıdır.
Mevcut termik
santrallerin ve santralleri besleyen kömür işletmelerinde yıllardır yapılması
gereken yenileme, modernizasyon ve rehabilitasyon yatırımları, 3096 Sayılı Yasa
kapsamında yürütülen İşletme Hakkı Devir çalışmaları nedeniyle
yapılamamaktadır. Bu durumun devam etmesi halinde bir çok santralde ve kömür
işletmesinde üretimin tamamen durması kaçınılmazdır. Ayrıca, Afşin-Elbistan
İşletme Hakkı Projesi dikkate alındığında doğal kaynaklarımız, 3096 sayılı yasa
kapsamında şirketlerin inisiyatifinde yıllarca projelendirilerek işletmeye
alınamamaktadır. Bu kapsamda 3096 sayılı Yasa ile birlikte linyit
madenciliğinin aramadan üretime kadar yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’de son
10-15 yıl içerisinde önemli ölçüde altın rezervleri tespit edilmiş olmasına
rağmen kamuoyunun siyanür kullanılmasını gerekçe göstererek yapmış olduğu baskı
nedeniyle bu rezervlere ilişkin yapılmış projeler gerçekleştirilememiştir.
Türkiye her yıl yasal olarak 1.6 Milyar ABD dolar düzeyinde altın ithal
etmektedir. Ayrıca, yılda yaklaşık 2500 ton siyanür ithal edilmekete, bu
siyanürün 1000 tonu ETİ Holding Gümüşköy Tesislerinde gümüş üretiminde
kullanılırken, geri kalan 1500 tonu madenciliğin dışındaki değişik sektörlerce
kontrolsüz olarak tüketilmektedir.
Bu kapsamda;
Altın
madenciliğinin diğer madencilik faaliyetlerinden soyutlanması bilimsel açıdan
yanlıştır. Doğal kaynaklarımız ülkemiz için en yararlı olacak şekilde ulusal
ekonomimizin hizmetine sokulmalıdır. Madencilik faaliyetleri özünde bir kamu
hizmetidir. ve kalkınmamızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Madenlerin aranması,
işletilmesi ve çevre ile ilişkilerinin düzenlenmesi için mevcut mevzuat
yetersizdir. Bu nedenle, günümüzdeki tereddütleri ortadan kaldıracak, çağdaş,
ülkemiz çıkarlarını ön planda tutan yeni yasal düzenlemelerin demokratik
katılımla ve ivedilikle ele alınması gereklidir.
Dünya mermer
rezervi bakımından önemli bir yeri olan Türkiye, 650’ye varan renk ve doku
kalitesine sahip mermer çeşitleri ile pazar şansı çok yüksektir. Ancak ihracat
düzeyi olması gereken düzeyin çok altındadır. 1985 yılı sonrası, mermerin 3213
sayılı Maden Kanunu kapsamına alınması ile sektörde yatırım güvencesi için
gerekli ortam sağlanmıştır. Çeşitlilik, kalite ve rezerv açısından zengin olan
mermerlerimiz, son 10 yılda gelişen üretim teknolojilerinin ülkemizde
uygulanması ile uluslar arası pazarlarda söz sahibi olmaya başlamıştır. 1985
yılından bu yana değer olarak yaklaşık 25 kat artarak 1998 yılında da 128
milyon dolar ihracat ile maden ürünleri ihracatı içinde ilk sıralardaki yerini
korumuştur. Mermer sektörü çok yakın zamanda, maden ihracatında ilk sırayı
almaya adaydır.
Mermercilik
sektörünün, altyapı, ara eleman eksikliği, üretimde standartlaşma, dış
pazarlarda tanıtım eksikliği, ihracatın yeteri kadar profesyonelce
yapılamaması, sektörün üst düzeyde örgütlenememiş olması gibi sorunları vardır.
Bu sorunların devlet-sektör işbirliği içerisinde çözümlenmesi gerekmektedir.
Cam, Seramik ve
Çimento sektörleri üretim bazında Dünya ve AB bazında önemli bir yere
gelmiştir. Ancak, Endüstriyel Minerallerin rezerv durumları, dünya
piyasalarındaki talep artışı dikkate alındığında, üretim değerleri rezerv
değerleri ile kıyaslanamayacak ölçüde azdır. Gelecek de daha fazla ihtiyaç
duyacağımız endüstriyel hammaddeler, haksız rekabet nedeni ile yok pahasına
ihraç edilmektedir. Ayrıca endüstriyel hammaddeler sektörümüzün yıllardır devam
eden liman problemleri en kısa zamanda çözümlenmelidir.
Maden aramacılığı
yıllardır ihmal edilmiştir. 1935 yılında bu amacı gerçekleştirmek üzere kurulan
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) özellikle 1980’lerden sonra
uygulanan yanlış politikalar sonucu bu görevi yerine getiremez hale gelmiştir.
Maden aramacılığı konusunda daha çok şeylerin yapılması gerektiğine inanıyoruz.
Riski yüksek bir altyapı hizmeti olan maden aramacılığının kamu denetim ve
kontrolünde yapılmasının en doğru yol olduğunu düşünüyoruz. Ancak yıllardır
idari, teknik ve teknolojik yönden erozyona uğrayan bu kuruluş, bugünkü
konumuyla bu işlevi yerine getirmesi mümkün görülmemektedir. MTA idari,
personel, teknoloji ve finansman yönünden yeniden ele alınmalı, sadece
“geçmişteki başarıları ile övünen bir kuruluş” olmaktan çıkarak, gelecekle
ilgili nelerin yapılabileceğini planlayan programlayan bir kurum haline
getirmelidir. MTA ülkemizin madensel hammadde potansiyelini ortaya çıkaracak,
teknik ve teknolojik özelliklerini saptamak amacıyla kurulmuştur. Ancak
günümüzde ağırlıklı olarak sıcak ve soğuk su arayan bir kuruluş haline
getirilmiştir. Bu kuruluş yeni bir anlayış çerçevesinde yeniden yapılandırarak
asli görevine dönmelidir.
Madencilik Fonu
3213 sayılı Madden Kanunun 34.Maddesine göre ve sektörün finans yönünden desteklenmesi amacıyla kurulmuştur.
Madencilik sektöründen bilanço karları
üzerinden kesilen %5’ler fonun asıl kaynağını teşkil etmektedir.
Ayrıca maden
ihracattan %1 ithalattan ise %2.5 oranında kesilen miktarlar 1.1.1996 dan
itibaren kaldırılmıştır. Madencilik sektöründen kesilen %5 ler tamamen bütçeye
aktarılmakta, aktarılan miktarın küçük bir oranı fona ayrılmaktadır. Madencilik
Fonu bütçe kapsamından çıkarılmalıdır. Çünkü bu miktarlar sadece madenciler
tarafından ödenmektedir. 12.04.1999 da çıkarılan Bakanlar Kurulu Kararı ile Fon
hesabından yerli demir cevherinin tren yolu ile taşınmadan doğacak giderlerin
%40’ının Fondan karşılanması yaklaşık 10.5 milyon dolar gibi bir miktara
ulaşmaktadır. Fonun bu gideri karşılaması halinde madencilere tahsis ettiği
kredi miktarlarında ciddi bir azalma yaratacaktır. Aynı zamanda bu kaynak geri
dönmeyeceği için Fon gelirleri de zaman içerisinde erime noktasına gelir.
Kamu İktisadi
Teşekküllerinde yıllardan beri devam eden işlevsel ve yönetsel erozyon
sürmektedir. Bu kuruluşlar, yıllardır yapılması gereken yatırımların
yapılmaması sonucu tam kilitlenme noktasına gelmişlerdir. Çalışanlar da
geleceklerinin belirsizliği nedeniyle ciddi motivasyon bozukluğu yaşanmaktadır.
Özelleştirme “her derde devadır” anlayışı terk edilerek, sektörün kendine has
özellikleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu anlayış devam ederse sektörün
gelecekte daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağı gerçeğini unutmamak
gerekir.
Madencilik
sektöründe gerek kamu gerekse özel sektörde çalışan meslektaşlarımız ciddi
ekonomik sıkıntı içerisindedirler. Genellikle özel sektörde, arz talep dengesi
bozulduğundan meslektaşlarımız düşük ücretlere mahkum olmaktadır. Özel sektör
madencileri mühendis istihdamını kanuni vecibelerin yerine getirilmesi şeklinde
değerlendirmemelidir. Bir çok maden işletmesinde hala ilkel yöntemlerle üretim
gerçekleştirilirken, hala mühendisin üretime katkısının anlaşılmadığını
belirtmek isteriz.
Kamuda çalışan
üyelerimizin, ücretleri de bir çok mesleğin çok gerisinde kalmıştır. 657 sayılı
kanun kapsamında çalışan mühendisler yoksulluk sınırının altında bir ücrete
mahkum edilmişlerdir. Bu komik tablonun mutlaka düzeltilmesi, ülke
ekonomisinde, sanayide önemli yeri olan mühendisin eşit iş ve eşit ücret ilkesi
dikkate alınarak maaş ve tazminatlarında iyileştirilmeler yapılması kaçınılmaz
bir gerçektir.
Sonuç olarak
Madencilik sektörü yılların ihmal edilmişliğinin sıkıntısını yaşamaktadır.
Devletin yeni stratejiler oluşturarak hem bugünü hem de geleceği planlamasına
ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Gerekli müdahaleler yapılmazsa kan kaybı devam
edecektir.
Gelir dağılımındaki
adaletsizlik artarak devam etmekte ekonomik sıkıntıların faturası çalışan
kesimlere yüklenmektedir. Bu olumsuz tablodan mühendislerde kendilerine düşen
payı almaktadırlar. Çağdaş dünya ile ilişkilerini geliştirirken, Ekonominin
girdiği dar boğazdan ve kısır döngüden kurtulması için alınan kararların,
sadece IMF ve Dünya Bankası önerileri doğrultusunda faturanın ağırlıklı olarak
yıllardır ekonomik sıkıntı çeken çalışanların sırtına yüklenmesi ciddi sosyal
problemler oluşturulacağı görüşündeyiz. Uzun senelerden beri devam eden bu
anlayış terk edilmelidir. Bankaların içini boşaltılarak trilyonları götüren
kesimlere öncelikle hesap sorulmalıdır. Odamız sektörümüzün ve
meslektaşlarımızın sorunlarının çözümü doğrultusunda elinden gelecek çabayı ve
katkıyı koymaya hazırdır. Yıllardır bu sektörün sorunlarının çözümü
doğrultusunda yüzlerce aktivite gerçekleştirdik. Sektörün sorunları bellidir.
Zaman kaybedilmeden adımlar atılması gerektiğine inanıyoruz. Şayet geç kalınırsa
ülkemiz kısa vadede ciddi hammadde sıkıntısı ile karşı karşıya kalabilir .
Önümüzdeki dönemde
en çok gündemde olacak konu, Türk mevzuatının AB mevzuatına uyarlanmasıdır.
Bekleme süresi kaç yıl süreceği tam olarak kestirilememektedir. Elbette AB
gerçeği özellikle tam demokratikleşmenin sağlanması açısından olumlu
görülmektedir. Ancak tam demokratikleşme AB için değil 40-50 yıl önce kendi
halkımız için gerçekleştirilmesi gerekmekte idi. Ayrıca kamu ağırlıklı Türkiye
Madencilik Sektörünün AB mevzuatı karşısında durumunu tespit etmek öncelikle
yapılması gereken bir çalışmadır. AB, Devlet Yardımları Sübvansiyonlar, Kamu
İhaleleri, Rekabet Koşulları ile çevreye ilişkin alınması gereken önlemler
direktifler ile kurallara bağlamış olup, üye ülkelerin bu direktiflere uymak
zorunluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, madencilik sektörüne ilişkin tüm Yasa
ve Yönetmelikler ile kamu kuruluşların ve mühendislerin durumu AB mevzuatına
göre karşılaştırılarak gerekli stratejiler oluşturulması gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder