EKOLOJİST SİVİL MUHALEFET HAREKETLERİ
Yüzyılımızın
sonlarına doğru ortaya çıkan “çevreci”, “yeşilci” ve ekolojist akımlar,
madenciliğin gelişimini dünya ölçeğinde engelleyerek, özellikle yakıt
madenlerinin tüketim tarzını doğrudan yönlendirebilecek kadar başarılı oldular.
Aslında, çevre gündemi kapsamında tartışılan sera etkisi kaynaklı küresel
ısınma, ozon tabakasının delinmesi, nükleer tehlike vb. sadece Yeşilcilerin
değil, herkesin ciddiye alması gereken bir düzeyde önem kazanmış ve artık
günümüzde dünyanın sonunun gelip gelmediği değil, sona ne kadar kaldığı
tartışılmaya başlanmıştır.
Yeşilci baskılar
sonucunda, özellikle arsenik, kadmiyum, kalay, çinko, civa, bizmuth, kurşun,
telluryum, selenyum gibi ağır ve/veya toksit metallerin kullanım alanlarında
yoğun ikame arayışları başladı; talep geriledi ve fiyatlar düştü. Özellikle
ABD, Kanada ve Avustralya gibi yaygın ve yoğun madencilik işlerinin yürütüldüğü
metropollerde, çevre mevzuatı hükümlerine uyulup uyulmadığının ciddi, sıkı ve
etkin bir biçimde denetlenmesini sağlayan işleyişlerin oluşumu sonucunda, ocak
dizaynları ile ilgili mühendislik kavramları da değişim geçirerek açık işletme
sınırları önemli değişimlere uğradı. Örneğin, eşdeğer metalik içerik ile benzer
topoğrafya ve geometriye sahip iki maden yatağından biri için 1970’li yıllarda
açık işletme tercih edilirken, 1980’lerden itibaren diğeri için aynı
şirketin yöneticilerince arazi ıslahı
giderlerinin ağır yükü nedeniyle yer altı işletmesi kararı verildi.
Çevreci görüşler,
kömür, petrol, doğalgaz ve uranyum gibi yakıt madenlerinden üretilen enerji ile
barajlardan üretilen hidroelektriğin tümünün kullanımına ve ayrıca odun ile
tezek yakımına, doğayı kirlettiği ve tahrip ettiği gerekçesiyle kökten karşı
çıkmakta ve bugün birincil enerji üretimindeki payı binde 2’yi bile bulmayan
güneş, rüzgar, jeotermal, med-cezir enerjisi vb. gibi yeni ve yenilenebilir enerji
türleri ile yetinilmesini tüm insanlığa çözüm olanak öneriyorlar. Yeşilcilerin
enerji politikalarının sonuç vermesiyle bizim gibi GOÜ’in küçük ölçekli linyit
ocakları kapanmaktadır. Ancak uç ürün değeri bazında 2 trilyon $ hacmindeki
yakıt madenleri pazarında paylaşım savacı veren ÇUŞ’ler, sorunun özünü saklayan
sığ ve kısmı politik programları ciddiye almadan çalışmalarını
sürdürmektedirler
TEKELLEŞME VE DİKEY ENTEGRASYON EĞİLİMLERİ
Dünya madencilik
sektörü, demiryolları, havayolları, denizyolları gibi kitlesel ulaştırma
hizmetleri ile enerji sektörü gibi kendi özgül yapısından kaynaklanan
nedenlerle de tekelleşme eğilimindedir. Örneğin “Batı Dünyası’nda yakıt
madenleri dışında üretimin değer bazında yarısından fazlası, 39; 1/3’inden
fazlası, 15; 1/5’inden fazlası da 5 tüzel kişi tarafından
gerçekleştirilmektedir. Sözkonusu tüzel kişiler arasında bazı geri kalmış
ülkeler ile bazı metropollerin kendileri de bulunmaktadır. Örnek verilecek
olursa, “Batı Dünyası” ndaki demir cevheri üretiminin %42’si, blister bakırın
%57’si, kalayın %56’sı ve altının %55’i birkaç ÇUŞ eliyle üretilmektedir.
Yakıt madenlerinde
ise, tekelleşme daha da yoğun yaşanmaktadır. Örneğin 1989 itibariyle, dünya ham
petrol çıkartımının tonaj bazında 1/6’i, “yedi kardeş (seven sisters)in dördü
(ARAMCO, Royal Dutch/Shell, EXXON ve BP) eliyle gerçekleştirilmişti. Ancak
rafine ürün cirosu ile ilgili sıralamada, diğer üçü (CHEVRON, Mobil, ve TEXACO)
ile beraber yedisi birden listenin başına yerleşerek dünya petrol türevleri
üretiminin değer bazından 1/3’inden fazlasını ciro etmişlerdir. Ancak bu
şartlar altında bile paylaşım savaşı bitmemiştir. Yedisinin de birbirinin
hisselerini almak için milyarlarca dolar harcanmaktadır. Çoğunluk itibarıyla,
yine bu yedisinin kontrolü altında bulunan doğalgaz ve kömürün çıkartımı ile
pazarlanması sürecindeki görünüm de pek farklı değildir.
Büyüklerin
küçükleri yutmasıyla başlayan tekelleşme sürecinin ileri aşamalarında, ÇUŞ’lar
da kendi aralarında birleşerek daha da büyümekte ve ayrıca, bir anlamda müşteri-satıcı
veya üretici-tüketici ittifaklarından
oluşan farklı iş kollarındaki şirketler arası birleşmeler de gözlenmektedir.
Tekkeleşmenin bir
diğer yüzü ise, arama-ihzarat-istihraç-zenginleştirme işlemleri ile izabe,
rafinasyon ve pazarlama gibi faaliyetlerinin tümünün birden tek bir ÇUŞ eliyle
yürütülmesi anlamına gelen “dikey entegrasyon” eğilimleriyle biçimlenmiştir. Bu
eğilimler, özellikle endüstriyel mineraller alanında, daha üst boyutlara
sıçrayarak madencilik-metalurji ötesi sektörlerin madencilik faaliyetlerini de
kendi bünyesi içine almalarına neden olmuştur.
Sonuç
olarak;
Dünya ekonomisinde
yüksek teknoloji kullanımının giderek yaygınlaşmasıyla, ekonomik yapı giderek
hammadde-yoğun niteliğini yitirmekte ve kazanç sağlanan ticari ürünlerde
giderek bir boyut küçülmesi görülmektedir. Dünya ticaret rakamları
incelendiğinde; demir, bakır, çinko, kurşun ve kalay gibi geleneksel metallerin
kullanımı düşerken, ileri seramik malzemeler, plastik ve polimer kökenli
malzemeler gibi yüksek teknoloji malzemelerinin
kullanımı giderek artmaktadır.
Çevre sorunları ve
enerji fiyatlarının yüksekliği nedeniyle, hemen hemen tüm metallerde görülen
ikincil üretim ve (Recycling) en şiddetli olarak alüminyum, demir çelik ve
bakır sektörlerinde kendini hissettirmektedir. Birincil Alüminyum üretiminde
gereken birim enerjinin % 5’i kadar bir enerji tüketimi ile hurda ürünlerin
geri kazanılması giderek yaygınlaşmakta olup bugün Dünya Alüminyum talebinin %
50’si ikincil üretimden karşılanmaktadır.
Yeni Dünya
Düzeninin getirdiği en önemli değişim; kaynakların kıt olması, çevre ve insan
sağlığı için atıkların kontrol edilmesinin ön plana çıkması, üretimde ve
kullanımda önemli teknolojik gelişmelerin sağlanması sonucunda, daha az
hammadde ve yakıt ile temiz bir çevre içerisinde insanlık için maksimum
faydanın sağlanması gelişmişliğin temel göstergesi olarak gösterilmesidir.
Bugün, kişi başına hammadde ve enerji tüketimleriyle hararetle planlamaların
yapılması gerçekçi değildir. Planlamalar; teknoloji alanında ve dünya
ticaretindeki gelişmeler göz ardı edilmeden istenilen standartlara uygun
özellikte ve miktarda hangi hammaddelerin ne zaman üretilmesi gerektiğini
içerecek şekilde kısa, orta ve uzun dönemli olması gerekmektedir.
Madenciliğin
gelişmesi, artık kapalı ekonomi dönemindeki gibi her dalda ve her projenin
desteklenmesi yoluyla olmayacaktır. İhracata dönük sanayileşmede “rekabet
edebilirlik” kıstası ön plandadır. Bu sebeple; rekabet gücü olabilecek
dallarda, rekabetçi işletmecilik anlayışıyla yönetilen işletmelerde, sanayinin
girdi, ara malı ihtiyaçları ile bütünleşebilen işletmelerde, yeni kurulacak,
madenciliğe dayalı rekabetçi sanayi dallarında yer tutmayı hedef alarak
gelişmek mümkün olacaktır.
KÖMÜR POLİTİKALARINDA GELİŞMELER
Dünya taşkömürü
ticareti giderek artan bir trend göstermektedir. 1995 yılında 468 milyon ton
olan taşkömürü ihracatı 1996 yılında %2.2’lik bir artışla 478.6 milyon ton’a
ulaşmıştır. Bu artış trendinin önümüzdeki yıllarda da devam edeceği tahmin
edilmektedir. 1996 yılında Asya-Pasifik bölgesinde ithalat artmasına karşın
Avrupa-Akdeniz bölgesinde düşmüştür.
Avustralya Dünya’da
kömür ihracatında 140.40 milyon tonla ilk sıradadır. Bu ülkeyi sırası ile ABD,
Güney Afrika, Endonezya, Kanada, Çin, Polonya, Kolombiya ve eski SSCB takip
etmektedir.
Dünya kömür ithalatında
en büyük pazarları başta Japonya olmak üzere Güney Kore, Tayvan, Hindistan,
Hong Kong gibi Asya-Pasifik ülkeleri ile İngiltere, İtalya, Hollanda, Almanya
başta olmak üzere AB ülkeleridir.
Deniz
taşımacılığında en önemli yük kömürdür. Kömür ticaretinin %92’si deniz
taşımacılığı ile yapılmaktadır. Dünya kömür ticaretindeki gelişmeler deniz yolu
taşımacılığının tarifeleri belirlemektedir.
Uluslararası Enerji
Ajansı IEA tarafından yapılan tahmine göre 1996 yılında 478.6 milyon ton olan
dünya kömür ihracatı 2000 yılında 561.1 milyon tona ulaşacaktır. Yapılan
tahminlere göre bu ihracat hacminin %60’ını buhar kömürü, geri kalanı
koklaşabilir ithal kömür talebi
oluşturacaktır.
Dünya kömür
piyasasında fiyatlar; kömürün kalitesi, nakliye masrafları ve tedarik güvenliğini de içeren faktörlere bağlı
olarak gelişmektedir. Koklaşabilir ve buhar kömürü pazarları birbirleriyle
yakından ilgilidir. Buhar kömüründe piyasa fiyatlarının oluşmasında Avrupa
ithalatçıların etkileri önemlidir. En önemli kömür ihracatçısı durumunda olan
ABD’li üreticiler uluslar arası piyasaya kömür fiyatlarının kendilerini tatmin
edecek ölçüde yükselmesi ve yerli talebin karşılanması halinde ilave üretim
kapasitelerini devreye alarak girmektedir. Son yıllarda Asya-Pasifik-Pasifik bölgesinde
kömür spot pazarı giderek önem kazanmaktadır.
Dünya Kömür
Ticaretinde ve kömür fiyatlarında oluşan bu dengeler dikkate alındığında bazı
ülkelerin Kömür Politikaları çok çarpıcı görünmektedir.
Almanya’da yer altı
işletme yöntemi ile yapılan taşkömürü üretim maliyeti, ithal kömüre göre
yüksektir. Üretime, devlet sübvansiyon uygulamaktadır. Alman Hükümeti, 1996
yılı itibarı ile termik santrallere verilen kömüre yapacağı sübvansiyonun
tavanını 7.5 milyar DM, 1997-2005 yılları arasında ise 7 milyar DM olarak
belirlemiştir. 2001 ile 2005 yılları arasında bu sübvansiyonun giderek
azaltılması öngörülmektedir.
Fransa’da kömür
sektörüne, 4.5 milyar Frank tutarındaki devlet yardımının yapılması Avrupa
komisyonunca onaylanmıştır.
Macaristan’da
enerji sektöründeki şeffaflığı artırmak üzere yerli kömür endüstrisi yeniden
yapılandırma yoluna gidilmiştir. Hükümet, üretimi ve tüketici fiyatlarını
kontrolüne almış ve işletmelere finansal destek sağlamıştır. Hükümetçe
desteklenen işletmelerde üretim ve istihdam en yüksek seviyelere ulaşmıştır.
İspanya’da 1997
yılında hükümet ve elektrik sektörü ile yapılan çerçeve anlaşmasına göre,
sübvansiyonla sürdürülen kömür üretiminin on yıl daha devam etmesi
kararlaştırılmıştır. Bu çerçeve anlaşması, deregülasyonu ve elektrik fiyatının
düşük tutulmasının hedeflemekte ve santrallerde kullanılacak yerli kömürün
minimum %15 olmasını garanti etmektedir. Endüstriyel faaliyetler, sübvanse
edilen bazı madenlerin kapatılmasının ertelenmesini gerektirmiştir.
Polonya’da 1990
yılı itibarı ile dondurulmuş olan kömür fiyatları şu anda serbest durumdadır.
Markowski planına göre, Hükümet 1995 deki üretim seviyesini 130 milyon ton/yıl
dan 2000 yılında 120 milyon tona, 1995 itibarı ile 32 milyon ton/yıl olan
ihracatı 2000 yılında 20 milyon tona düşürmeyi hedeflemektedir. Bu plan bütün
partiler ve ayrıca, fazla miktarda işçi çıkarılmaması, sosyal hakların
sağlanması ve yeni iş olanaklarının yaratılması koşuluyla sendika tarafından da
desteklenmektedir.
Polanya Hükümeti
tarafından 1996-2000 yılları arasında bu tedbirler için, sosyal yardım da
dahil, 5.3 milyar Ziloti karşılığı 2 milyar $’lık bir kaynak gerektiği
hesaplanmıştır. 1997’den sonra kömür endüstrisinde üretimle doğrudan ilgisi
olamayan faaliyetlerin Weglokok’tan başlamak üzere kamuya ait ticari
şirketlerin 1998 yılı sonuna kadar özelleştirilmesi öngörülmüştür. Bu
özelleştirmeden edinilecek deneyimlerle, diğer işletmelerin özelleştirilmesine
devam edilecektir. Kömür hazırlama tesislerinin ayrı şekilde özelleştirilmesi
düşünülmektedir.
Çin’de hükümetin
2000 yılına kadar yerli talebi ve ihracatı arttırmaya yönelik planların
hedefine ulaşması için belirlenmiş politikalar, merkezden idare edilen devlet
madenlerinin geliştirilmesi yönündedir. Buna göre yeni maden işletmelerinin
devreye sokulması ve mevcut işletmelerde de verimliliğin arttırılması söz
konusudur. 1997’de yeniden yapılanma gündeme gelmiş olup 14 adet devlet
tekelindeki kömür işletmesinin dört grupta birleşmesi öngörülmüştür. Bu gruplar
sırasıyla, kömür ticaretinden sorumlu “China Coal Industry Import Export
Group”, kömür kullanımıyla ilgili “The China Coal Comprehensive Utility Group”,
üretimle ilgili “The China Coal Construction and Development Group” ve maden
makine ve ekipmanları ile ilgili “The China Coal Meterials and Equipment Group”
dur.
Rusya ve Ukrayna’da
yaşanan ekonomik olumsuzluklar nedeniyle bu ülkelerin politikaları ile ilgili
yorum yapılamamıştır.
ABD’de kömür, yerli
enerji kaynakları içinde en büyük değere sahip olup, fosil enerji kaynakları
arasındaki payı %94’dür. ABD’nin üretilebilir kömür rezervleri 1 trilyon varil
petrol eşdeğeridir. Ülkenin birincil enerji ihtiyacının %90’ı fosil yakıtlardan
elde edilmektedir. ABD ithal edilen petrole bağımlılığı azaltabilmek için yerli
enerji kaynaklarının özellikle kömürün üretimine büyük önem vermektedir. ABD’de
enerji üretiminde kömür en ucuz yakıt olarak diğer enerji kaynaklarının
fiyatlarının ayarlayıcı bir rol oynamaktadır. Temiz Kömür Teknolojilerinin
uygulanışı ile elektrik üretiminde kömürden büyük oranda faydanılmaktadır. ABD
halen enerjinin %52 sini kömür ile çalışan termik santrallerden sağlamakta ve
2010 yılında bu oranı %62’ye çıkarmanın planlarını yapmakta ve yatırımlarını
gerçekleştirmektedir.
ABD’nin Wyoming
eyaletindeki büyük linyit rezervleri son 25 yıl içinde, ileri teknolojiler
kullanılarak bulunmuştur. Ayrıca, ABD Enerji Bakanlığı, temiz kömür
teknolojilerinin gelişmesini sağlayacak bir program çerçevesinde son 10 yıl
içinde 6 milyar dolar düzeyinde para harcamış ve temiz kömür üreten prosesler
geliştirmiş, temiz kömür üretmek için yatırım yapan şirketlere önemli
sübvansiyonlar uygulamıştır. Ayrıca, North Dakota ve Pitsburgh’da yer alan
enerji araştırma merkezlerinde çok sayıda yüksek verimli yeni kömür
teknolojileri ve kükürt arındırma sistemleri geliştirilmiştir. ABD’de kömürden
enerji üretimi için yeni geliştirilen yakma teknolojileri, yüksek kalorili
kömürleri yakmayı hedeflemişlerdir. Akışkan yatakta yakma sistemi enerji
üretiminde önemli bir yer tutmaktadır.
OECD raporlarına
göre, dünya fosil yakıt tüketimi 1993-2010 yılları arasında, yılda %2.2
oranında artış gösterecektir. Bu artışlar genelde jeolojik ve üretim şartları
uygun, kömür ihraç eden ülkelerde olmaktadır. Üretimi düşen ülkelerde de açığın
önemli bölümü yine kömürle dengelenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder