Benedictus de Spinoza veya Bento d’Espiñoza olarak da bilinmektedir.
René Descartes ve Gottfried Leibniz ile birlikte 17. yüzyıl felsefesinin
en önde gelen rasyonalistlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Zamanında anlaşılmayan pek çok filozof gibi Spinoza da yanlış
anlaşılmanın ve anlaşılmamanın muhatabı olmuş, tuhaf bir çelişkiyle hem
en büyük din düşmanlarından biri sayılmış, hem de eserinin temel
kaynağının Tanrı sevgisi olduğu söylenmiştir. Bunlarla birlikte
Spinoza’nın tam bir bilge yaşamı yaşadığı belirtilebilir. En büyük eseri
Ethica isimli kitaptır.
Yaşamı
Spinoza, Hollanda’da ticaretle uğraşan bir ailenin çocuğu olarak
doğdu. Ailesi Yahudi’ydi ve Portekiz’den engizisyonun baskıları
dolayısıyla kaçıp önce Nantes’a sonra da Amsterdam’a (1622 yılı olarak
tahmin ediliyor) gelmişlerdi. Bilimsel buluşların, dinsel bölünme ve
çatışmaların, siyasal değişikliklerin ve felsefi gelişmelerin yoğun
olduğu bir sırada Hollanda’da yaşadı. Spinoza’nın babası ticaretin yanı
sıra sosyal alanda da gelişme kaydetmiş ve Amsterdam’daki Sinagog’un ve
Yahudi okulunun müdürü olmuştu. Ailesi Spinoza’nın Yahudi hahamı olarak
yetişmesini istemiş ve bu yönde gelişmesi için her türlü eğitim
olanaklarını sağlamıştı. Spinoza bu sebeple erken yaşta gittiği Yahudi
okullarında ve Sinagoglarda İbranice öğrenmiş, Yahudi ve Arap
teologların çalışmalarını öğrenme imkanı bulmuştur.
Spinoza’nın laik ve sorgulayıcı düşünceyle güçlü bağlantısının
başlangıcında eğitim sürecinin başlarında yer alan öğretmeni liberal
haham olarak bilinen Manasseh ben Israel’in (Amsterdam Yeshiva’sına
1638′de atandı) etkisi olduğu söylenebilir.
Yaşam Kronolojisi
1650′de Franciscus van den Enden’ın okulunda Latince, doğa bilimleri
(fizik, kimya, mekanik, astronomi ve fizyoloji) ve felsefe okumaya
başladı.
1651′de Spinoza’nın Descartes’in eserlerini okumaya başladığı tahmin ediliyor.
1652′de babasının tüm karşı çıkışına rağmen Spinoza mercek yontma işine başlar.
1653′de Jan de Witt Hollanda bölgesi konsey yönetimi’ne atanır.
1654′de Spinoza’nın babası Michael’ın ölümü.
1655′de Spinoza, Cemaat Mahkemesi tarafından din dışılıkla
(materyalistlik ve Tevrat’ı küçük görmek ile) suçlanır. Bu sorgulamada
Tanrı’nın bir bedene sahip olduğunu savunan Spinoza, sonunda hahamlar
tarafından din düşmanı olmakla suçlanır ve pişman olmaya zorlanır. Bu
yıl içinde Spinoza Tractatus de Deo et homine etjusque felicitate (Korte
verhandeling van God, de mensch en des zelfs welstand, Tanrı, İnsan ve
İnsanın Refahı Üzerine Kısa Bir İnceleme) isimli çalışmasını da bitirir.
Bu kitap çok güçlü olmamakla birlikte Spinoza’nın felsefesini tüm temel
tezlerini barındıran bir yapıt olarak değerlendirilir.
1656′da 24 yaşındaki genç Spinoza Amsterdam Sinagog’u tarafından, her
ikisi de Dekartçılığın bir formuna dayanan, “Tanrı’nın evren ve doğanın
işleyişi olduğu, bir kişiliği olmadığı ve İncil’in Tanrı’nın doğasını
öğretmek için mecazi ve simgesel bir kitap olduğu” iddialarını savunduğu
için Yahudi cemaatinden kovulur (cherem veya herem; Yahudilikte,
Katoliklikteki aforoz benzeri bir ceza) (bknz. René Descartes)
Kovulmasını takiben, ismini Benedictus’a (ilk ismi olan Baruch’un
Latince karşılığı) çevirdi. Cherem’in şartları çok kesindi, ceza asla
geri alınmazdı (bknz. Kasher ve Biderman).
1660′da Amsterdam Sinagog’u yerel yetkililere Spinoza için “her türlü din ve ahlak için bir tehdit” diyerek şikayette bulunur.
1661′de Spinoza Amsterdam’ı terk eder, yakınlardaki Rijnsburg’a
yerleşir, Etika ‘sını yazmaya başlar ve hayatının sonuna kadar
mektuplaşacağı Henry Oldenburg ile tanışır.
1662′de Tractatus de intellectus emendatione isimli eserini bitirdiği tahmin edilmektedir.
1663′de Lahey yakınlarındaki Voorburg’a ressam Daniel Tydemann ile birlikte yerleşir.
1664 yılında Lahey’de Descartes Felsefesi’nin İlkeleri isimli
kitabını yayınlar. Bu kitabın ekinde Metafizik Düşünceler adlı çalışması
yer almaktadır. Aralık 1664′den Haziran 1665′e kadar amatör bir
Kalvinist teolog olan ve Spinoza’ya şeytan konusunda sorular soran
Blyenbergh ile mektuplaşır. 1665′in son aylarında Oldenburg’a, 1670′te
basılacak olan yeni kitabı Teolojik Politik İnceleme ‘ye çalışmaya
başladığını yazar.
Bazı arkadaşlıkları (Jan de Witt gibi) nedeniyle politik
kamplaşmalarda taraf olmak durumunda kalmış, yazdığı ve isimsiz olarak
yayınladığı Teolojik-Politik İncelemeler kitabı bu kamplaşmalar
dolayısıyla tepkiyle karşılanmıştır. Spinoza bu kitabından sonra
yazmamaya karar verir.
1670′de Teolojik-Politik İncelemeler Amsterdam Kilise Konseyi
(Kalvinist)tarafından “Dininden dönen bir Yahudi ve Şeytan tarafından
Cehennem’de uydurulmuş ve Sayın Jan de Witt’in bilgisi dahilinde
yayınlanmıştır” ifadesiyle eleştirildi. Spinoza Lahey’de Stille
Veerkade’de yaşamaya başlar.
1671′de Leibniz ona Notita opticae promoteae isimli eserini oda Leibniz’e Teolojik-Politik İncelemeler eserini yollar.
1673′te kendisine teklif edilen Heidelberg Üniversitesi’ndeki felsefe
kürsüsünü de reddeder, çünkü “din adamlarını rahatsız etmeme koşulu”
vardır bu önerinin.
Etika’isimli eserini 1675′te tamamlar. Bu eser belirli bir çevrede
dolaşır, tartışılıp değerlendirilir, ancak Spinoza yaşadığı sırada izin
vermediğinden basılmaz.
Ölümünden bir yıl önce 1676′da Leibniz ile görüşür. Aynı yıl Lahey
Sinodu Teolojik-Politik İncelemeler in yazarı hakkında takip kararı
alır.
21 Şubat 1677′de ölen Spinoza’nın eserleri, Amsterdam’da, arkadaşları
tarafından Opera Posthuma (Ethica, Tractatus politicus, Tractatus de
intellectus emendatione, Epistolae, Compendium Grammatices Linguae
Hebrae) adıyla yayınlanır.
1678′de Spinoza’nın eserleri Hollandaca (kendi dilinde) yayınlanır.
Spinoza’nın Eserleri
- Ethica
- Tanrı, İnsan ve İnsanın Mutluluğu Üzerine Kısa İnceleme
- Politik İncelemeler, (Tractatus Politicus)
- Kavrayış Gücünün Gelişimi
- Descartes Felsefesinin İlkelerinin I. ve II. Bölümlerinin Benedictus Spinoza Tarafından Geometrik Yöntemle Tanımlanması.
- Teolojik-Politik İncelemeler
Spinoza hayattayken yayımlanan çalışmaları Descartes’in Principia
Philosophiae (Felsefenin İlkeleri) çalışmasını yorumladığı çalışması ve
Teolojik-Politik İncelemeler adlı kitabıdır.Etika hazır fakat
yayınlanmamış bir kitaptı, ölümünden uzun bir zaman sonra yayımlandı.
Diğer kitapları izleyicileri tarafından notları ve tamamlanmamış
yazılarından bir araya getirilirek hazırlandı.
Felsefi düşünceleri
Spinoza’nın düşünce kaynaklarında farklı etkilerin olduğu
söylenebilir. Onun zor anlaşılan ya da tamamen zıt yönlerde anlaşılan
felsefesinin oluşumunda bir yanda Yahudi mistiklerini, İslam
düşünürlerini, skolastikleri, 17. yüzyılda çok önemli gelişmeler
kaydeden doğabilimlerini, Giordano Bruno ve özellikle onun panteizmini
ve bütün bunların ötesinde Descartes’ı ve Kartezyen felsefeyi buluruz.
Bir anlamda bunlara bağlı olarak onun felsefi sorununun töz sorunu
olduğunu, bu eksende varlık problemine yöneldiğini söyleyebiliriz.[1]
Beden ve ruhun birbirlerine olan üstünlükleri yerine paralelliklerini
savunan Spinoza ereksel bir nedenselliğe de karşı çıkmıştır. Bununla
birlikte aşkın bir tanrı anlayışı yerine içkin bir doğa anlayışı
getirmiştir. Böylece ruhun bedeni yönettiği insanbiçimli tanrı fikri
yerine bütün çeşitlilikleri barındıran ereksel olmayan tek bir doğadan
bahsetmekle beraber insandaki temel üç yanılsamayı tasfir etmiştir.
Ereklilik çerçevesinde; Bilinç, özgürlük ve tanrıbilimsel yanılsama.
“Spinoza’nın misalinde, yeni materyalist felsefenin Yahudiliğin
bağrında veya Yahudi ananesinin kaynaklarında doğuşu gayet iyi takip
edilebilir. Bu ananede dini öz, milli, siyasi ve dünyevi muhtevaya
nispeten çok ince sığ kalıyor, yani Hıristiyanlığa tamamen ters bir
durum.” Aliya İzzetbegoviç D.B.A.İSLÂM Sayfa 266
Spinozacı metafizik
Spinoza’nın felsefi çalışmalarının anlaşılmak ve değerlendirilmek
bakımından özel zorlukları olduğu bilinen bir gerçektir. Kullandığı
kavramlar, bunlara getirdiği tanım ve açıklamalar birçok farklı
yollardan yeniden sorgulanabilir ya da değerlendirilebilir
görünmektedir. Bu yalnızca Spinoza’nın bir yanda ‘Tanrı-sarhoşu, öte
yanda din ve tanrı düşmanı olarak değerlendirilmesi meselesinde ortaya
çıkmaz, bir bütün felsefi sisteminin anlaşılmasında özel bir sorun
yaratır. Felsefenin bildik terimlerini kullanmakla birlikte, Spinoza’nın
kendi metafiziğini kurarken bu terimlere sağladığı anlam katmanları ve
terimleri birbiriyle ilintilendirme tarzı onun sisteminin anlaşılmasını
güçleştirmiş ve bunun yanı sıra pek çok farklı şekillerde yorumlanmasına
yol açmıştır.
Temel yapıtı Etika ilginç özelliklere sahiptir. İlkin burada
Spinoza’nın felsefi çalışmasına bilimsel bir konum kazandırmaya
çalıştığı söylenebilir. Rasyonalist filozofların matematikten
etkilenmeleri ya da onu model almaları Spinoza içinde geçerlidir, ancak
Spinoza matematikten çok geometriyi benimser ve yapıtlarında geometrik
yöntemi kullanır. Etika’nın altbaşlığı bu bakımdan örnektir: Geometrik
yönteme göre kanıtlanmış olan ahlak. Yorumcuları, çalışmanın ağır
yapısının buradan kaynaklandığında hemfikirdirler. Etika’nın hem
biçimsel yapısın hem de içeriğini geometrik yöntem şekillendirir.
Etika’nın temel kavramları olan töz, nitelik, görünüm, nedensellik
bunlara örnek olarak verilebilir. Spinozacı metafiziğin nasıl bir
ontolojiye sahip olduğu, Tanrı ya da Doğa dediğinde ne demek istediği,
insanın doğadaki yerinin nasıl ele alındığı, özgürlük ve zorunluluk
ilişkisinin nasıl değerlendirildiği önemli boyutlar ve sorunlar içerir;
Spinoza bu bakımdan etkisi geç anlaşılmış ve anlaşıldığı andan itibaren
sürekli yeniden değerelendirilir bir filozof olmuştur.
Tanrı ya da Doğa
“Spinoza’nın yazılarından her yere tanrı yerine tabiat kelimesi
konulabilir. Bu konuda kendisi bile sarih olarak yol gösteriyor. Tanrı
mefhumundan şahsi, irade ve hatta şuurla ilgili her şeyi çıkarmak
suretiyle, Spinoza, bu iki mefhumu birbirine yaklaştırır.” Aliya
İzzetbegoviç D.B.A.İSLÂM Sayfa 266
Spinoza’nın panteist bir düşünce yönünde uçlara vardığı ve monist bir
tanrı-doğa düşüncesine ulaştığı ilk olarak belirtilmesi gereken
noktadır.Bununla birlikte Spinoza’nın felsefi sisteminde Tanrı
kavramının merkezi bir yeri olduğunu söylemek gerekir. Tanrı, bu felsefi
sistemin hem başlangıç noktası hem de son noktasıdır: “Var olan her şey
Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de
kavranabilir”.
Ancak yine de açık olmayan Spinoza’nın Tanrı’sının felsefesi
açısından nasıl bir şey olduğudur. Kendinde bir neden, nedeni kendinde
olmak (causa sui) anlamında Tanrı ve özellikle bu alıntıda kullanılan
içinde terimi Spinoza üzerine yapılan sonu gelmez yorum denemelerinde
sürekli bir tartışma konusudur. Bilimsel bir düşünceye de dinsel bir
düşünceye de bağlantılandırılan Spinozacı felsefenin Tanrı kavramı, hem
ontolojik kanıtlamanın hem de bilgi bilimsel yapının anahtarı olarak
görünmektedir. Çünkü tanrının varlığı için öne sürülen ontolojik veri,
bir gerçekliğin varlığını o gerçekliğin kavranışından hareketle
kanıtlamaya yönelen yaklaşımdan hareket eder görünmektedir.
Aynı zamanda Spinoza’nın monist bir dizgeye yöneldiği söylenebilir;
onun hem bir ateist hem de bir panteist olarak görünmesini sağlayan ise
bu monist tutumun özgüllüğüdür. Ünlü sav sözünde Spinoza, :”Tanrı ya da
Doğa” (Deus sive Natura) demektedir.
İlk alıntı ile bu sav söz karşılaştırıldığında Spinoza’nın güç anlaşılır
tezleri belirginleşmektedir. Bu formülasyonla Spinoza, bir yanda
fiziksel dünyanın özünde teolojik olmasını ve öte yandan teolojinin
kişisel olmaması sağlamaya çalışır. Burada Spinoza, örtük ve açık bir
takım varsayımlara dayanır, hatta bir tür gizli varsayım sistemin
temelidir diyebiliriz. Bu gizli varsayım sonradan üzerinde çok
konuşulacak olan, gerçeklik ile kavrayışın örtüşmesi, daha düşünce
dünyasındaki bağıntıların birebir gerçeklikteki bağıntılara tekabül
etmesidir.([2])
Bu yaklaşımları geliştirmekte nedensellik kavramı da ayrı bir öneme
sahiptir. Spinoza’nın gizli varsayımının kuramsal dayanağı bir anlamda
bu nedensellik fikridir, ancak Spinoza’nın nedensellik fikri ampirizm
felsefesi için kabul edilemez bir nedensellik yaklaşımıdır. Spinoza
burada rasyonalist yönelime uygun bir yol izler ve nedenselliği bir
bakıma dünyadan kopartarak zihnimize, yani dünyayı kendi kavrayışımıza
bağlar. Çünkü ona göre, eğer aklı mümkün kılan çıkış noktaları ya da
öncüller gerçeklik için bir güvence sağlayamayorsa başka hiçbir şey
sağlayamaz. Böylece apaçık gerçeklik, düşünceden gerçekliğe geçişin
sağladığı bir gerçeklik olarak belirir. Buna göre, fiziksel dünyanın,
düşüncenin onu temsil ettiği gibi olduğunu, bizzat bu düşüncenin
kendisinden anlarız ki Spinoza bu yolla argümanlarında kavrayış
nosyonunu özel bir ilgiyle kullanmakta ve bunun aracılığıyla dünyaya bir
tanım getirmektedir.
Töz, nitelik ve görünüm
Bu noktada Spinozacı töz, nitelik ve görünüm kavramlarına bakmak
gerekir. Töz (substantia), kısacası, nedeni kendi içinde olan, kendisi
kendi aracılığıyla kavranandır. Görünüm (modus) ise kendi aracılığıyla
ve kendinde kavranan değil, aksine tözün görünümü olarak tanımlanır.
Bizim ya da başka bireysel şeylerin varoluşlarının açıklanması kendimiz
dışındaki başka bir şeye dayanır; hepimiz kutsal ve mutlak bir tözün
görünümleriyizdir.Bu anlamda Tanrı bir töz’dür, yani kendinde bir
nedenle ve zorunlu olarak Tanrı (causa sui) vardır. Ancak böyle ise, töz
aynı zamanda herhangi bir şeydirde, yani varolduğu ontolojik bir veri
tarafından kanıtlanan herhangi bir şey töz olabilir. Ancak Spinozacı
sistem böyle bir çıkarsamaya olanak vermez. Spinoza, birci anlayışıyla
ve düşündüğü metafizik sisteme varabilmek için bunu kabul edemez ve
rasyonalizmin örtük varsayımlarından yararlanarak Tanrı dışında bir
tözün olabilirliğini yadsır.
Nitelik (attributum kavramıysa, Tanrı’yı özünde ne ise o olarak
gösteren şeydir. Düşünce ve uzam Spinoza’ya göre, Tanrı’nın iki temel
niteliğidir. Böylece o, Kartezyen felsefedeki soruna kendince bir çözüm
getirir; düşüncelerin ve fizik nesnelerin tek bir tözün değişimleri
olduğunu öne sürer, ve Tanrı’yı “her biri ebedi ve sonsuz özü ifade eden
sonsuz nitelilerden oluşan bir töz” olarak tanımlar.([3])
Bütün bunlar Spinoza felsefesinin metafizik gücünü ve anlaşılmaktaki
zorluklarını göstermektedir. Spinoza felsefesinin gücü de güçsüzlüğü de
başlangıç öncüllerinde ve kavramlara kattığı özel iceriklerdedir.
Spinoza felsefesinde çıkan sonuç ise daha da çarpıcıdır, tanrı ile doğa
ayrık değil özdeştir. Bu sonuç, mantıksal neden ile gerçek nedenin özdeş
sayılmasına paraleldir. Dolayısıyla da Tanrı bilgisi ya da Tanrı’yı
bilmek, entelektüel Tanrı sevgisi (amor intelictualis Dei) Spinozacı
metafiziğin çıkış noktası ve varış noktasıdır.
İnsan
Spinoza’daki insan anlayışının felsefi sistemiyle, kurduğu geometrik
metafizik bütünlükle doğrudan bağlantılı zorunlu bağlamları vardır. Töz
anlayışı, evreni bir zorunlu bağlantılar sistemi olarak tekci anlayışla
açıklamak üzere kurulur ve bütün varlıklar Tanrı’dan başka bir şey
olmayan bu tözün zorunlu görünümleri olarak açıklanır. Tanrı, sonsuzluk
boyutunda (sub specia aeternitatis) her şeyin özüdür; insan ise zaman ya
da süre boyutunda (sub specia durationis) Kendinin kendinde nedeni ve
bu temelde her şeyin varoluşunun nedeni olan Tanrı, Spinoza’nın
beden-ruh ikilemini çözmesine de yardım eder.
Bu çözümü şu şekilde ifade etmek mümkündür: Beden (corpus) ve ruh,
Tanrı’nın sonsuz özünden gelen görünümlerdirler ve dolayısıyla gerçek
dünyanın düzeniyle ruhun düzeni birlik oluşturur. Böylece geleneksel
anlamda bilinen birey-özne ve dolayısıyla insan Spinozacı sistemde
ortadan kaldırılmıştır. Bu sistemde bireysel anlamda akıl ve irade
sahibi, kendi kararlarını veren ve verdiği kararlarda özgür olan bir
insan anlayışına yer kalmaz; aksine ruh ve madde, zihin ve gerçeklik tek
ve sonsuz bir özün görünümleri olarak aynı derecede zorunlulukla
belirlenen varlıklar olarak belirirler.İnsan iradesini irade olarak
tanımayan Spinozacı metafizik, ilginç bir etik anlayışına yol açar;
ilginçlik etik bilinen anlamda irade ve insan kararları üzerine kurulu
olmasından kaynaklanır.Varlığı ve varoluşu bütünlükle nedensellikler
içinde açıklayan bir felsefe sistemi, aynıksal sistemin içine zorunlu
olarak etiği oturtmak durumundadır.Spinoza, buna bağlı olarak, insan
ruhuna yönelik doğalcı ve mekanist kabul edilen bir düşünce
şekillendirir.
Spinoza için soyut etik yasaların ve değer yargıları belirlemenin
hiçbir anlamı yoktur, önemli olan gerçeği tanımaktır, ki bunun nasıl bir
şey olduğunu sisteminde açıklar.Güç ve erdem insanı açıklamakta
önemlidir, ancak her ikiside Tanrı bilgisinde temellenir. Spinoza’nın
felsefi sistemi Tanrı düşüncesiyle başlayıp Tanrı düşüncesiyle
sonlandığı için insanın doğru konumlanışı bu sistemin belirlediği
gereklere göre bilgiye yönelmesi ve kendi zorunluluklarını
kavramasıdır.Spinoza insan-toplum-devlet düşüncelerini bu felsefi
düşünüş doğrultusunda temellendirmekte, insan tanımlamasını
teolojik-politik düşüncesinde oluşturmaktadır.
Özgürlük
Spinoza, her tür tasarım ve iradeye dayalı kararın zorunlulukla
kendisinden önce gelen bir olaya dayandığı fikrinden hareket eder. Bu
şekilde yaklaşılınca istenç ve irade özgürlüğü olarak adlandırılan
özgürlüğün reddedilmesi ortaya çıkar. Felsefe tarihi içinde Spinoza
kadar katı bir kuramsal yargıyla bu anlamda ki özgürlüğün reddedilmesi
sözkonusu değildir.Daha sonra yapısalcılık’ın belirli bir yorumunda,
örneğin Althusser’in özneyi yapınının bir türevi olarak ortaya koyan
çalışmalarında bu tür bir yaklaşım görülür.Spinoza özgürlük’ü bir
yanılsama dahası bir fantazi sayar. Buna sebep olanın, eylemlerimizin ve
etkinliklerimizin nedenlerini bilmememiz olduğunu söyler.
Spinoza’ya göre, eğer aşağı doğru akan bir su düşünebilen bir varlık
olsaydı, kendi özgür istenci ve iradesiyle aşağı doğru akmakta olduğunu
düşünürdü. Karar verme durumumuzu başka bir açıdanda özgürlük olarak
kabul edemeyiz, çünkü kararlarımız çoğunluk hafıza denilen yapının
etkileriyle oluşur, ve Spinoza’ya göre hafızaya hakim olabildiğimiz
söylenemez.
Sonuç olarak Spinoza’nın elbette bir özgürlük anlayışı sözkonusudur
ve bu anlayış şaşırtıcı olmayacak kadar kesin bir nitelikle onun
mantıksal sistemine derinden bağlıdır. Spinoza için özgürlük, insanın
kendi doğasında mevcut olan zorunluluklara uyması durumudur. Özgürlük,
zorunluluğun tanınmasıdır. Bu argüman, zorunlu olarak her tür özneyi ve
öznelliği dışta bırakan Spinozacı sistemden ileri gelmektedir. İnsan
teki, Tanrı’nın görünümlerinden biri olduğu için, herşeyi yöneten
yasalar bu insan tekini de yönetir ve onun kararı bu durumda olsa olsa
bu yasalara uymak durumudur ki, burada bir özgürlükten sözedilemez.
Spinoza’nın tüm sistemini kurarken saf ve tarafsız bir mantıkçının
konumuna çekilmeye çalıştığını söyleyebiliriz ve tutumu özellikle
özgürlük konusunda belirgindir. Eylemleri yalnızca kendisi tarafından
belirlenen şey özgürdür ve bu insan olamaz, olsa olsa Tanrı olabilir.
İnsan eylemliliği ise zorunlu olarak belirlenmiştir. Buna bağlı olarak
özgür insan, Spinoza’ya göre, içinde bulunduğu ve kendisini belirleyen
zorunlulukların farkında olan, bunların bilgisine sahip olan insandır.
Bu anlamıyla felsefi sisteminde Spinoza, daha yüksek bir algı düzeyine
çıkmış, duygularını denetim altına alabilen, kendisinin ve dünyanın
kavrayışına sahip olmayı özgür insan olarak tanımlar.
Spinoza’nın etkileri
Spinoza’nın güçlü mantıksal metafizik sistemi, gerek Leibniz’in
eleştirileri gerekse diğer ampirik felsefenin gelişmesiyle kısmen
unutulur. Kant’a gelindiğinde ise önemli bir kuramsal müdahale ile
karşılaşır. Kant bu sistemin örtük ve açık varsayımlarını
sorunsallaştıran bir yol izler, ontolojik alan ile epistemolojik alanı
kategorik bir ayrıma tabi tutarak, gerçekliğin bizim düşüncelerimize
tekabül ettiği ya da edebileceği varsayımını geçersizleştirmeye çalışır.
Saf akıl’ın perspektifine ulaşılamaz, sonsuzluk boyutuna dair bir
bakışa ya da bilgiye erişilemez. Ateist ya da tanrı sevdalısı filozof
şeklindeki kısır ya da tek yönlü değerlendirmelerin dışında Spinoza 18.
yüzyıldan itibaren birçok filozofu müttefik ya da rakip olarak
etkilemiştir.
Novalis, Sckleiermacher, Jacobi, Mandelssohn, Goethe, Schelling,
Hegel bu etki alanının içindeki önemli isimler olarak belirtilebilir.
Hegel’in Spinozacı felsefi sistemi dönüştürerek kullandığı söylenebilir,
Spinoza’daki töz Hegel’de Mutlak idea olarak alınır bir anlamda. Ayrıca
Marks’ın Hegel’i ayakları üzerine oturtma girişiminde de Spinoza etkisi
olduğu öne sürülmektedir. Çünkü, marksist felsefe, insanın
etkinliklerini onun maddi koşullarından bağımsız görmemekte, özgürlüğün
zorunlulukların bilinci olduğu tezini olumlamakta, bunlara bağlı olarak
doğa yasalarının belirleyiciliğini öne sürmektedir ki Spinozacı sistemle
bunlar arasında paralellikler kurmak kaçınılmazdır.
Nietzsche ise tam bir Spinoza karşıtı olarak konuşur, çünkü
Spinoza’nın temel savlarını kabul edilemez bululur. Örneğin, gerçek’in
ona yönelik yaklaşımlardan koparılabileceği yönündeki düşünce kabul
edilemez bir yanlıştır. Nietsche, Spinoza’nın matematiksel hokus
pokuslarla felsefi sistemini kurduğunu söyler ve onu “hasta münzevi”
olarak tanımlar. Nietzscheci düşünceyle önemli ilgileri olan postmodern
felsefenin önemli isimlerinden Gilles Deleuze ise Spinoza’ya çok önem
veren düşürlerden birdir. Spinoza üzerine dersler ve konferanslar vermiş
olan Deleuze, daha sonra bu notlarını Spinoza/Pratik felsefe başlığında
yayımlamıştır. Bu kitap Etika üzerine bir tür sözlük ve açımlama
metnidir. Özgürlüğün zorunlulukların. bilgisine ulaşma olarak tanımlayan
Etika’yı, bir özgürleşme etiği olarak değerlendiriri
Deleuze.Deleuze’dan önce Louis Althusser’in ismini de anmak gerekir.
Yapısalcılık’ın ve kuramsal Marksizmin önemli ismi Althusser, öznenin
yokluğu ve yapının/kuramın belirleyiciliği konularında Spinozacı
sistemden referanslar bulmuş ve onun üzerinde önemle durmuş bir
düşünürdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder