Çocuk ve ergen psikiyatrı Prof. Yankı Yazgan, insan beyninin
derinliklerinde dolaştığı kitabı ‘Kalp Çarpar, Beyin Böler’de kalıcı ve
yapısal hastalıklar dışında ruhun hastalanmasının insanı geliştirip
zenginleştirdiğini söylüyor. Ruhun en iyi, en temel ilacı ise sevgi…
Prof. Yankı Yazgan’ı psikiyatrinin dar, dolambaçlı ve
imkansızlıklarla yoluna düşüren sonsuz merakı oldu. İnsan beyni ve
ruhuyla ilgilenmeye karar verdiğinde lisenin ilk sınıfındaydı. Sonraları
zaman zaman karşısına çıkan ve ideallerine tümden ters düşen uygunsuz
örnekler nedeniyle mesleğinden vazgeçmeyi düşündüyse de kararını çok
önceden verdiği yolda ilerleyişini sürdürdü. İzmir’de doğmuş, Ankara ve
İzmir’de okumuş, belli çevrelerin dışına çıkmamıştı. 12 Eylül sonrasında
uygulamaya konulan mecburi hizmetle hayata ve kendi insanına bakışı
başkalaştı, yakınlaştı. Mezun olur olmaz kendisini Gaziantep’e bağlı
Oğuzeli’nin tek doktoru olarak buldu. Yöre sakinleri arasında lakabı
‘çocuk doktor’du. Uzmanlık eğitimini Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde tamamladı.
İşi genellikle yetişkinlerleydi ve her şeyin
çocuklukta başladığını biliyordu. Karikatürlerdeki gibi ‘Bana
çocukluğunu anlat’ diyen psikiyatr olmak yerine ihtisasını çocuklar
üzerine yapmayı seçti. Türkiye’nin çok genç nüfusu da Yazgan’ı seçimini
etkileyen unsurlar arasında yer aldı. Çocuklarla ilgili araştırmalar
yapmak ve bu küçük ve kıymetli varlıkların beyinlerinin gizlerinin
sırrına ermek üzere Amerika’da bir araştırma programına kaydoldu. Doğru
insanlarla doğru yerlerde karşılaşmaksa Yazgan’ın Yale Üniversitesi
Çocuk Psikiyatrisi bölümüne resmen davet edilmesine yol açtı. Pek çok
uluslararası ödül aldığı araştırmalarının başlangıcı da böyle oldu.
Türkiye’ye döndü, profesör oldu ve hiç düşünmediği halde hayat şartları
nedeniyle bir muayenehane sahibi oldu. Yankı Yazgan, önce büyüklere
sevginin önemini anlatarak çocukları hayatla tek başına bırakmamanın
eğitimini sonra da ruhları örselenmiş çocukları hayata döndürmenin
savaşını veriyor. Yazgan, ruhun bozularak kendini geliştirip
zenginleştirdiğini de söylüyor, “Ruh zaman zaman bozularak kendini
geliştirir. Çok zor hastalıklar dışında, çünkü biraz daha kalıcı ve
yapısal hastalıklara neden olan hastalıklar var, birçok hastalık ki
bunları yaşamamak çok zor, anksiyete, panik ataklar filan bizi insan
yapan özelliklerimizle ilgili. Ruhun aşırı yorulması nedeniyle ortaya
çıkıyor, bunlar ruhu geliştirir. Hayatın getirdiklerini bir süre sonra
sistem taşımakta zorlanıyor. Hani sigortalar attı denilir ya,
sigortaların atması iyi bir şeydir, çünkü atmazsa yangın çıkar. Ruhsal
hastalığın koruyucu bir yanı da var. Mesela depresyon; tedavi edilmesi
gereken ve hastaya acı veren bir şey ama aklını başına topla diye gelen
sinyaller bunlar. Kendini toparla mesajı bu. Bu mesajı alırsanız bir
öncekine göre hayatınız daha iyi olabilir. Mesajı almak çok önemli… Ruh
bozulmalı yani. Bozulmazsa kıymetini anlamıyoruz, bozulma sonrasında da
kendini geliştirmekle ilgili bir mesaj var. ‘Oturup düşünmek’ gibi
insana verilmiş bir yetenek var. Kendi hayatı üzerine insanı muhasebe
yapmaya zorluyor. Etrafımızda olan aklı başında insanlardan yararlanmak
çok önemli bu evrede, başkalarının kıymetini daha iyi bilebiliriz bu
vesileyle. Toplum içinde yaşıyor olmak, arkadaşlar, aile, bunları yerli
yerine oturtabilmemizi sağlıyor bu dönem. Ondan sonra da yolumuza nasıl
devam edebileceğimizi düşünürüz.”
Normal ve anormal kavramlarının göreceli olduğunu belirten Yazgan,
“Normallik biraz anormal olabilir. Toplumun tümden sarsıldığı, herkesin
değişimden travma düzeyinde etkilendiği durumlarda normal davranmak
anormaldir. Anormal davranmak normaldir. Mesela birisini kaybettiniz,
çalıp oynamak veya tepkisiz ve hiç üzülmemiş gibi durmak normal
değildir. Normal olan bu durumda matemini tutmaktır, tabii ki yaşamı
devam ettirtmeye çalışarak. Ama o eksikliği hissederek hayatı
sürdürmektir. Ama durduk yerde, ortada hiçbir sebep yokken böyle bir
kaybetmişlik duygusuna girdiğimiz zaman bu bazen depresyon olabilir.
Ruhsal hastalıklarda aslında normalde olan mekanizmalar gereksiz yere
devreye girer. Alerjiler gibi, alerji aslında vücudun bir savunmasıdır,
ortada bir gerekçe yokken savunmaya geçtiğinde hastalık demektir. Ruhsal
hastalıkların bir bölümü de aslında çok işe yarayan, korku gibi, üzüntü
gibi mekanizmaların lüzumu yokken ortaya çıkmasıdır,” diyor.
Korkunun da hayatın korunması açısından temel olarak gerekli olduğunu
düşünen Yazgan, “Fearless (Korkusuz) diye bir film vardır, düşen
uçaktan kurtulan ve korkusuzlaşan bir adamın öyküsüdür. Korku bize
hayatta kalmamız için yol gösteren bir duygudur. Tehlikelerden korur
bizi. Bazen korkulacak şeylerden korkmayız da, korkulmayacak şeylerden
korkarız. Bazen bizim için neyin değerli, neyin değersiz olduğunu
gösterir. Korku hayatın çok temel bir parçası… Bunu anlamak için Yaşar
Kemal’in romanlarını okumak gerekir. Türkiye toplumunun da çok temel bir
duygusu; parçalanmaktan korkmak, bir şeylerin eksilmesinden korkuyoruz.
Bazen bu korku yönlendirmeleri kötüye kullanılabilir. Oysa dürüst ve
çok içten bir korku ama böyle bir tehlike varmış gibi göstererek
insanların duygularını harekete geçirmekten yarar umanlar olabilir,”
uyarısında bulunuyor.
Çocuk ruhlarını en çok örseleyen davranışların
başında onları yaşama karşı tek başına bırakmak olduğunu söylüyor Yankı
Yazgan, “Bazı örselenmeleri tamir etmek çok zor… Özellikle çok
güvendiğimiz, çok değer verdiğimiz özellikle bizi korumasına ihtiyacımız
olan insanlardan gelen zararlar giderilemiyor. Ebeveynin yaptığı gibi…
Özellikle ihmal edilme ve hayat karşısında bir başına bırakılmanın
etkisi büyük. Bunları telafi etmek kolay olmuyor. Ömür boyu bir
destekleme söz konusu olabiliyor ama bu bazen tedavi bazen çok anlamlı
bir ilişki, bazen bir uğraş, bir bağlanma, bir kişiye, bir ideale
bağlanmanın terapötik bir etkisi oluyor. Hayatın içerisinde insanı
tedavi eden böyle şeyler var. Toplumun bir parçası olmak var ama aynı
zamanda insanın hem kaybolma isteği hem de göze çarpma, sıradışı olma
isteği var.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder