Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk Edebiyatının da ilk
örnekleri destanlardır. Türk edebiyat geleneği içinde "destan" terimi
birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır.
Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve
manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık edebiyatında koşma veya mâni
dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal,tarihi, acıklı veya
gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli uslûplarla aktaran nazım
türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin
yaradılışını , gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay
ve nesnelerle ilgili sebeb açıklayan ve Batı Edebiyatında "epope"
terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde
"destan" adı ile anılmaktadır. Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç
eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında,
milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya
tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle
zenginleştirilmiş uzun manzum hikayeleridir. Destanlar bütün bir
milletin ortak mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü
içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini
temsil ettiği için dünya edebiyatının en ülkücü eserleri olarak kabul
edilirler. Destanlar her zaman tarihî gerçekleri doğru biçimde
nakletmezler. Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin ortak
bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti ,doğruları ve değerleri ile
idealleştirilir, eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş gibi
anlatılırlar.Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya
görüşü , hatıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da
destanlarına yansır. Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve
savaşcılık yanında verdiği sözde durma , acizlere ve mağluplara hoşgörü
ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak
değer ve kabullerdir. Türk destanları,kâinatın, insanın, kadının ve
erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin
kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber
pek çok sebeb açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır. ilk örneklerinin
manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında
yaşayan Manas destanı dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek
bulunmamaktadır.Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot,
hatıra, kısaltılmış seçme metinler halinde bulunmaktadır.
Türk tarihine anahatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle
başlamış ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. ilk anayurt olan
Orta Asya hiç bir zaman terkedilmemiştir. Türk halkları ilk anayurt olan
Orta Asya'dan itibaren dünya coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış
ve bugün yedi Türk cumhuriyetinde, pek çok özerk toplulukda ve çeşitli
devletlerin idaresinde azınlık halinde yaşamaktadır. Türk kültürü de
tarih ve coğrafyadaki çok boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş farklı
seviye ve birikimlerle zenginleşerek ve farklılaşarak ancak ilk
kaynaktan gelen ortaklıklarını sürdürerek günümüze ulaşmıştır. Bu
sebeble Türk destanları da tarihî ve coğrafî çok boyutluluğun getirdiği
dil ve kültür dairelerine paralel olarak çeşitlenmiştir. Türk
destanları, anahatlarıyla kültür dâirelerine, kronolojik ve içinde
teşekkül ettikleri veya muhafaza edildikleri siyâsî birliklere göre
şöyle sınıflandırılmaktadırlar:
İlk Türk Destanları
1.Altay - Yakut
Yaradılış Destanı
2.Sakalar Dönemi
a.Alp Er Tunga Destanı
b.şu Destanı
3.Hun Dönemi
Oğuz Kağan Destanı
4.Köktürk Dönemi
a.Bozkurt Destanı
b.Ergenekon Destanı
5.Uygur Dönemi
a. Türeyiş Destanı
b. Göç Destanı
İslamiyetin Kabulunden Sonraki Türk Destanları :
1.Karahanlı Dönemi
Satuk Buğra Han Destanı
2.Kazak-Kırgız Kültür Dâiresi
Manas
3.Türk-Moğol Kültür Dâiresi
Cengiz-name
4.Tatar-Kırım
Timur ve Edige Destanları
5.Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri
a. Seyid Battal Gazi Destanı
b. Danişmend Gazi Destanı
c.Köroğlu Destanı
Türk Kozmogonisi-Yaradılış Destanı:
Altaylardan Verbitskiy'in derlediği yaradılış destanı özetle şöyledir:
Yer gök hiç bir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı
Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir
ses Tanrı Ülgen'e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile
oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek
şöyle dedi :
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayımş
Su içinde yaşayan Ak Ana,su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen'e şöyle dedi :
Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren :
De ki hep," yaptım oldu " başka bir şey söyleme.
Hele yaratır iken,"yaptım olmadı" deme.
Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen'in kulağından bu buyruk
hiç gitmedi . insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı : " Dinleyin ey
insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da
gitmeyiniz." Tanrı Ülgen yere bakarak : " Yaratılsın yer!" Göğe bakarak
"Yaratılsın Gök!" Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. Tanrı
Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu balıkların üzerine konmuş.
Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit olmuş.Tanrı Ülgen
balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı şire'ye
balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan
sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın
Dağın başına geçip oturmuş.Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde
ise Tanrı Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı:
Ayla güneşden başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer
yaratmıştı. Günlerden bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak
parçacığı üzerinde bir parça kil gördü" insanoğlu bu olsun, insana olsun
baba." dedi ve toprak üstündeki kil birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu
ilk insana "Erlik" adını verdi ve onu kardeşi kabul etti. Ancak Erlik'in
yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen gibi güçlü ve yaratıcı
olmadığı için öfkelendi.
Tanrı Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı.
Erlik'in yarattığı dünyaya zarar vereceğini düşünerek insanı korumak
üzere Mandışire adlı bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın
kulaklarından üfleyerek can, burunlarından üfleyerek başlarına akıl
verdi.Tanrı Ülgen insanları idare etmek üzere May-Tere'yi yarattı ve onu
insanoğlunun başına han yaptı. Yakut'lardan (Saka) derlenen yaradılış
efsaneleri de Altay yardılış destanının yakın varyantı niteliğindedir .
XIX.yüzyıl'da derlenen bu efsanelerin çeşitli din ve kültürlerin
etkilerini taşıdıkları düşünülmektedir.
Alp Er Tunga
Sakalar dönemine âit Alp Er Tunga ve şu olmak üzere iki destan tesbit
edilmiştir. Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok
sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta Asya'daki bütün Türk
boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları
aşarak Anadolu Suriye ve Mısır'ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur.
Alp Er Tunga'nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği
iranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev 'in davetinde hile ile
öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile iranlı Med hükümdarları arasındaki bu
mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem iranlılar arasında
yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot'ta
Madyes, iran ve islâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır.
Orhun Yazıtlarında "Dokuz Oğuzlar" arasında "Er Tunga" adına yapılan
"yuğ" merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan
"Bezegelik" mabedinin duvarında da Alp Er Tunga'nın kanlı resmi
bulunmaktadır. "Divan ü Lügat-it Türk" ün yazarı Kaşgarlı Mahmud'a ve "
Kutadgu Bilig" yazarı Yusuf Has Hacip'e göre "Alp Er Tunga" iran destanı
"şehname" deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı "Efrasiyab"dır. Divan ü
Lûgat-it Türk'de Turan hükümdarlığının merkezi olarak "Kaşgar" şehri
gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmiş olan Karahanlı devleti
hükümdarları da kendilerinin "Efrasyap" sülalesinden geldiklerine
inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de Uygur
devletinin hükümdarlarının da Efrasyap soyundan olduğunu yazmaktadır.
şecere-i Terakime'ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab
soyundan kabul ederlerdi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğıinin
dağılmasından sonra iletişim kurmak imkânı bulduğumuz ve Rusların Yakut
adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini
söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin
az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok
meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı
olabilecektir.Tarihçi Mesudî de M.S. 7. yüzyılın başındaki Köktürk
hakanının "Efrasyab" soyundan olduğunu yazmaktadır. Bütün bu bilgilerden
hareketle "Tunga Alp" le ilgili efsanelerin Kök Türklerden önce doğu ve
orta Tiyanşan alanında yaşayan Türkler arasında meydana geldiğini ve bu
destanın daha sonraları Kök Türk ve Uygurlar arasında yaşayarak devam
ettiğini göstermektedir.Alp Er Tunga destanının metni bu güne
ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu
değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu
(ağıt) tesbit edilmiştir:
Alp Er Tunga Öldü mü
Dünya sahipsiz kaldı mı
Korkak öcünü aldı mı
şimdi yürek yırtılır
Felek yarar gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beğlerbeyini kaptı
Kaçsa nasıl kurtulur
Erler kurt gibi uludular
Hıçkırıp yaka yırttılar
Acı seslerle bağırdılar
Ağlamaktan gözleri kapandı
Beğler atlarını yordular
Kaygı onları durdurdu
Benizleri yüzleri sarardı
Safran sürülmüş gibi oldular
Kutadgu Bilig'de "Alp Er Tunga" hakkında şu bilgi verilmektedir: " Eğer
dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk
beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga
Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne
yüksek, ne yiğit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya
hâkim olur. iranlılar ona Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akınlar
hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek
için pek çok fazilet, akıl ve bilgi lâzımdır. iranlılar bunu kitaba
geçirmişlerdir.Kitapta olmasa onu kim tanırdı." Bugünkü bilgilerimize
göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi iran destanı şehname'de
tesbit edilmiştir. şehname'nin başlıca konularından biri iran -Turan
savaşlarıdır. Bu destana göre en büyük Turan kahramanı önce şehzade
sonra hükümdar olan Efrasyap'tır.şehname'deki Alp Er Tunga ile ilgili
bilgiler şöyle özetlenebilir:
"Turan şehzadesi Efrasyap babasının isteği üzerine iran'a harp açtı.
iki ordu Dihistan'da karşılaştılar.Boyu servi, göğsü ve kolları arslan
gibi ve fil kadar kuvvetli olan Efrasyap, iranlı'ları yendi. iran
padişahı Efrasyap'a esir düştü. iran'ın ilk intikamını o zaman iran'a
bağlı olan Kabil Padişahı Zal aldı. Zal başarılı olmasına rağmen iran
şahının öldürülmesini engelleyemedi. Efrasyab iran'ı ele geçirmek için
yeni bir savaş açtı. iran'ın yetiştirdiği en büyük kahramanlardan Zal
oğlu Rüstem Efrasyab'ın üzerine yürüdü.. Efrasyab ile Zal oğlu Rüstem
arasında bitmez tükenmez savaşlar yapıldı. iran tahtında bulunan
Keykâvus, hem oğlu Siyavuş'u hem de Zal oğlu Rüstem'i darılttı. Siyavuş
Efrasyap'a sığındı . Siyavuş'un Turan'da bulunduğu sırada evlendiği Türk
beyi Piran'ın kızından bir oğlu oldu. Siyavuş oğluna babası
Keyhusrev'in adını verdi. Efrasyab uzun yıllar Turan'da hükümdarlık
etti. iran'lılar Siyavuş'un oğlu Keyhusrev'i kaçırarark iran tahtına
oturttular. Keyhusrev Zaloğlu Rüstem'le işbirliği yaptı ve Turan
ordularını yendi. Keyhusrev ile Efrasyap defalarca savaştılar. Sonunda
ordusuz kalan Efrasyap Keyhusrev'in adamları tarafından öldürüldü.
şehname'de Efrasyap adıyla anılan Turan hükümdarı Alp Er Tunga'nın iran
hükümdarlarına sık sık yenildiği anlatılmaktadır. Ancak iran Turan
savaşlarında iran hükümdarları sürekli değişmiş ı4o yıl yaşadığı rivayet
edilen Alp Er Tunga ise mücadeleye devam etmiştir. Bu durum Efrasyap'ın
başarısız olmadığını gösterir. Gerçek destan metni bulunduğu takdirde
bu destanla ilgili daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilir
görüşündeyim.
Şu Destanı :
Şu destanı M.Ö. 330-327 yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu
tarihlerde Makedonyalı iskender, iran'ı ve Türkistan'ı istilâ etmişti.
Bu dönemde Saka hükümdarının adı şu idi. Bu Destan Türklerin iskender'le
mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatımaktadır. Doğuya çekilmeyen
22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebeb açıklayıcı bir
efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divan ü
Lügat-it Türk'de iskender'den Zülkarneyn olarak bahsetmektedir.Destanın
tesbit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir: iskender, Türk
memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan'da hükümdar şu
isminde bir gençti. iskender'in gelip geçici bir akın düzenlediğine
inanıyordu.Bu sebeble de iskender'le savaşmak yerine doğuya çekilmeği
uygun bulmuştu. iskender'in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı
da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını
bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar. Giden gurubun
izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye
rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki
kişiye: "Erler iskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer
, o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç" dediler. Bekle , eğlen, dur
anl***** gelen "Kalaç" bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı
oldu. iskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk'e
benziyor anlamında " Türk maned " dedi.Türkmenlerin ataları bu 22
kişidir ve isimleri de iskender'in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır.
Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar
kendilerini ayrı kabul ederler. Hükümdar şu Uygurların yanına gitti.
Uygurlar gece baskını yaparak iskender'in öncülerini bozguna
uğrattılar.Sonra iskender ile şu barıştılar. iskender Uygur şehirlerini
yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar şu da Balasagun'a dönerek bugün şu
adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu. Bugün de
leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler.
Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir.
Bu destana göre iskender Türkistan'a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki
Türkler doğuya çekilmişlerdi. iskender Türkistanda mukavemetle
karşılaşmamış bu sebeble de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda
yaşayan Türkler iskender'in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik
hayatı geliştirmişlerdir.
Hun - Oğuz Destanı :
Oğuz Kağan destanı M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış
olan Hun hükümdarı Mete'nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk
destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze
ulaşmamıştır. Bugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır.
XIII ile XVI yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve
islâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği
kabul edilebilir. XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn'in
Câmiüt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı islâmî
varyantların ilkini temsil etmektedir. Oğuz Kağan Destanının üçüncü
varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü'l-Gazî Bahadır Han tarafından Türkmenler
arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak
yazılmıştır.
Oğuz Kağan Destanının islâmiyet Öncesi Rivayeti Ay Kağan'ın yüzü gök ,
ağzı ateş, gözleri elâ ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel
bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve
çiğ et ,çorba ve şarap istedi.Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü. Ayakları
öküz ayağı , beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü
gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı.
Oğuz'un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük
ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at
sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı. Günlerden bir
gün bu gergadanı avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve
kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile
ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış
olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile
ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da
aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi
ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü.
Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın barsaklarını yiyen ala doğanı da oku
ile öldürdü ve başını kesti. Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya
yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşden ve aydan
daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir
ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da
gülüyor, kız ağlayınca gök tanrı da ağlıyordu.Oğuz bu kızı sevdi ve bu
kızla evlendi. Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu.
Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler. Oğuz ormanda ava
çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda
gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız
oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz
derlerdi. Oğuz bu kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden
sonra Oğuz'un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz
isimlerini koydular.
Oğuz Kağan büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra
yaptırdı.Çeşit çeşit yemekler,şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve
içtiler.Toydan sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:
Ben sizlere kağan oldum
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran
Av yerinde yürüsün kulan
Dana deniz, daha müren
Güneş bayrak gök kurıkan
Oğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu
mektubu gönderdi:" Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin
kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş
eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse,
gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm".
Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan'a pek çok
altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk
kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum
Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağan'ın
isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı
ve askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru yürüdü.Kırk gün sonra Buz
Dağ'ın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan
ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık girdi.O ışıktan gök
tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: " Ey Oğuz, sen Urum
üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim."dedi.
Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu
izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi
yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu. Urum Hanın ordusu ile Oğuz
Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı,
Urum Hanın hanlığını ve halkını aldı.Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü
ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan'ın
beylerinden Uluğ Ordu bey itil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı
ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz'un bu buluş hoşuna gittiği için bu
Uluğ Ordu Bey'e "Kıpçak" adını verdi. Gök tüylü gök yeleli kurdu
izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan'ın çok sevdiği alaca
atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman
beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak
geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce
çok sevindi. Atını getiren bu beye: " Sen buradaki beylere baş ol. Senin
adın ebediyen Karluk olsun." dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök
tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde
Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağana boyun eğmeyince büyük savaş
oldu. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve halkını kendisine bağladı. Oğuz
Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurdla
Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı
ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet
ve atla evine döndü. Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge
veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay
gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye
doğru gidiyordu.Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları
arasında paylaştırdı.
Köktürk Destanı
Köktürklerle ilgili tesbit edilen destanın iki farklı rivayeti
bulunmaktadır. Çin kaynaklarında tesbit edilen varyant "Bozkurt",
Ebü'l-Gâzi Bahadır Han tarafından tesbit edilen varyant şecere-i Türk'te
ise "Ergenekon" adıyla verilmiştir.
Ergenekon Destanı
Moğol ilinde Oğuz Han soyundan il Han'ın hükümdarlığı sırasında
Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. ilhan'ın
idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi.
ilhanın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız il Han'ınn küçük oğlu
Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kaçıp kurtulmayı
başardılar.Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeğe karar
verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir
dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar
sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli
avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa
karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında "Ergene"
kelimesiyle "dik" anlamındaki "Kon" kelimesini birleştirerek
"Ergenekon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüz
yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılarki Ergenekon'a
sığamadılar.Atalarının buraya geldiği geçitin yeri
unutulmuştu.Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir
demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi.
Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi
yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden
körüklediler.Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer
açıldı.ilhan'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski
yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Egenekondan
çıktıkları gün olan 21 martta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir
demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha
sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak döğerler. Bugün hem yeniden
özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.
Uygur Destanları
Uygurlara âit Türeyiş ve Göç isimli iki destan parçası tesbit
edilmiştir.Türeyiş parçası Çin kaynaklarından Göç ise hem Çin hem iran
kaynaklarında bulunmaktadır.
Türeyiş Destanı
Eski Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları
ile ancak Tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu. Bu sebeble ülkesinin
kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla
evlenmek üzere buraya yerleştirdi. Bir süre sonra kuleye gelen bir
kurdun Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu
evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi.
Göç Destanı
Uygurların yurdunda "Hulin" isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve
Selenge isimli iki ırmak çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine
gökten ilâhi bir ışık indi. iki ırmak arasında yaşayan halk bunu
dikkkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık
dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve
içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En
küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu
oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu.
Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için Oğlu Galı Tigini
bir Çin prensesi ile evlendirmeğe karar verdi. Çinliler , prensese
karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan
kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için
kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler.
Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin'e taşıdılar.
Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın
gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve
kuraklık oldu . Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.
Buraya kadar kısaca tanıtmağa çalıştığımız Türklerin ilk dönem edebî
eserleri olan Yaratılış, Alp Er Tunga, şu, Oğuz Kağan, Ergenekon,
Türeyiş ve Göç destanları bugünkü bütün Türk Cumhuriyet ve
Topluluklarının ortak destanları olarak kabul edilmektedir. Büyük bir
ihtimalle XV. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilen "Dede Korkut
Hikâyeleri" nin Hun-Oğuz Destan dâiresinden ayrılmış destan parçası
olduğu görüşü oldukça yaygındır. Dede Korkut Hikâyeleri ve bu
hikâyelerin hem anlatıcısı hem de kahramanlarından biri olan Dede Korkut
bütün Türk dünyasında ortak olarak tanınan sözlü ve yazılı gelenekte
yaşatılan önemli eserlerden biridir. Türklerin X. yüzyılda büyük
kitleler halinde islâmiyeti kabul etmelerinden ve Oğuzların büyük bir
bölümünün batıya bugünkü Anadolu topraklarına göçmelerinden sonra gerek
Orta Asyada gerek Anadolu , Balkanlar ve Orta Doğuda, Türkler farklı
siyasî birlikler içinde yaşamışlardır. X. yüzyıldan sonra teşekkül eden
destanlardan Köroğlu dışındakiler Türk topluluk ve guruplarının
iletişimleri ölçüsünde yaygınlaşmıştır. Köroğlu destanı XVI. yüzyılda
Anadolu'da teşekkül etmiş ve hemen hemen bütün Türk dünyası tarafından
benimsenmiş ve çeşitlenerek yaşatılmaktadır.
İslâmiyetin Kabulünden Sonraki Türk Destanları Karahanlı hükümdarı
Satuk Buğra Han X. yüzyılda islâmiyeti resmen devlet dini olarak kabul
etmiştir. islâmiyetten sonra ilk teşekkül eden destan da bu hükümdarın
islâmiyeti kabul ve yaymak için yaptığı mücadelelerin efsanelerle
zenginleştirilerek anlatımıyla doğmuştur. Bu destanın bir elyazmasında
bulunan metni kısaca şöyle özetlenebilir :
Satuk Buğra Han Destanı
Hz. Muhammed kanatlı atı Burak'ın sırtında göklere yükseldiği "Mirâc
Gecesinde" gök katlarında kendinden önceki peygamberleri görür. Bunlar
arasında birini tanıyamaz ve Cebrail'e bunun kim olduğunu sorar.
Cebrail :
" Bu peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya
inecek olan bir ruhtur. Türkistan'da sizin dininizi yayacak olan bu ruh "
Abdülkerim Satuk Buğra Han" adını alacaktır." Hz. Muhammed yeryüzüne
döndükten sonra hergün islâmiyeti Türk ülkesine yayacak olan bu insan
için dua etti. Hz. Muhammed'in arkadaşları da bu ruhu görmek istediler.
Hz. Muhammed dua etti. Başlarında Türk başlıkları bulunan silâhlı, kırk
atlı göründü. Satuk Buğra Han ve arkadaşları selâm verip uzaklaştılar.
Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra Han, Kaşgar Sultanının oğlu olarak
dünyaya geldi. Satuk Buğra Hanın doğduğu gün yer sarsılmış, mevsim kış
olduğu halde bahçeler , çayırlar çiçeklerle örtülmüştü. Falcılar bu
çocuğun büyüyünce müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini isterler.
Satuk Buğra Hanı, annesi : " Müslüman olduğu zaman öldürürsünüz."
diyerek ölümden kurtarır.
Satuk Buğra Han ı2 yaşında arkadaşlarıyla birlikte ava çıkmağa başlar.
Avda oldukları günlerden birinde kaçan bir tavşanın arkasından hızla
koşarken arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan tavşan durur ve bir ihtiyar
insan görünümü kazanır.Satuk Buğra Han'ın sonradan Hızır olduğunu
anladığı bu yaşlı kişi ona müslüman olmasını öğütler ve islâmiyeti
anlatır. Satuk Buğra, Kaşgar hükümdarı olan amcasından islâmiyeti kabul
etmesini ister. Kaşgar Hanı, müslüman olmayacağını söyler. Satuk Buğra
Han'ın işaretiyle yer yarılır ve hükümdar toprağa gömülür. Satuk Buğra
Han hükümdar olur ve bütün Türk ülkeleri onun idaresinde islâmiyeti
kabul ederler. Satuk Buğra Han, ömrünü müslümanlığı yaymak için mücadele
ile geçirmiştir. Menkabelere göre Satuk Buğra Han'ın düşmana
uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılıcı varmış ve savaşırken etrafına
ateşler saçıyormuş. 96 yaşında Tanrıdan davet almış bu sebeble Kaşgar'a
dönmüş ve hastalanarak burada ölmüştür.
Manas Destanı
Kırgız Türkleri arasında doğan Manas destanı Kazak-Kırgız Türk kültür
dâiresi içinde bugün de bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Bu destanın XI
ile XII. yüzyıllarda meydana geldiği düşünülmektedir. Destanın
kahramanı Manas da, Oğuz Kağan destanının islâmî rivayetindeki ve Satuk
Buğra Han gibi islâmiyeti yaymak için mücadele eden bir kahramandır.
Böyle olmakla beraber Manas destanında islâmiyet öncesi Türk kültür ,
inanç ve kabullerinin tamamını görmek mümkündür. Bazı varyantları
4oo.ooo mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak -Kırgız
dâiresinin kültür belgeseli niteliğindedir.
Cengiz-nâme
Ortaasya'da yaşayan Türk boyları arasında XIII. yüzyılda doğup
gelişmiştir. Cengiznâme Moğol hükümdarı Cengiz'in hayatı, kişiliği ve
fetihleri ile ilgili olarak Cengiz'in oğulları tarafından idare edilen
Türkler tarafından meydana getirilmiştir. Orta Asya'da yaşayan Türkler
özellikle de Başkurd, Kazak ve Kırgız Türkleri, Cengiz destanını çok
severek günümüze kadar yaşatmışlardır. Cengiz-nâme'de, Cengiz bir Türk
kahramanı olarak kabul edilmekte ve hikâye Türk tarihi gibi
anlatılmaktadır. Cengiz, Uygur Türeyiş destanının kahramanları gibi gün
ışığı ile Kurt-Tanrı'nın çocuğu olarak doğar. Cengiz-nâme, Moğol
Hanlarının destanî tarihi olarak kabul edildiğinden tarih
araştırıcılarının da dikkatini çekmiştir. XVII. yüzyılda Orta Asya
Türkçesinin değerli yazarı Ebü'l Gâzi Bahadır Han, "şecere-i Türk" adlı
eserinde "Cengiz-Nâme"nin ı7 varyantını tesbit ettiğini söylemektedir.
Bu bilgi, bu destanın, Orta Asya'daki Türkler arasındaki yaygınlığını
göstermektedir. Orta Asya Türkleri, Cengiz'i islâm kahramanı olarak da
görmüşler ve ona kutsallık atfetmişlerdir. Batıdaki Türkler tarafından
ise Cengiz hiç sevilmemiştir. Arap tarihçilerinin, bu hükümdarı islâm
düşmanı olarak göstermeleri ve tarihî olaylar onun sevilmemesinde etkili
olmuştur. Moğolların Anadoluya saldırgan biçimde gelip ortalığı yakıp
yıkmaları, Bağdat'ın önce Hülâgu daha sonra Timurlenk tarafından yakılıp
yıkılması, Timurlenk'in Yıldırım Beyazıd'la sebebsiz savaşı gibi tarihi
gerçekler, Cengiz'in de diğer Moğollar gibi sevilmemesine sebeb
olmuştur. Cengiz-Nâme batıda yaşayan Türkler'in hafıza ve gönüllerinde
yer almamıştır. "Cengiz-Nâme"nin Orta Asya Türkleri arasında bir diğer
adı da " Dâstân-ı Nesl-i Cengiz Han"dır.
Edige
Bu destanda XIII yüzyılda Hazar denizi kıyısında kurulan Altınordu
Hanlığının XV. yüzyılda Timurlular tarafından yıkılışı anlatılmaktadır.
Destanın adı, Altınordu Hanı ve bu destanın kahramanı Edige Mirza
Bahadır'a atfen verilmiştir. Edige Mirza Bahadır'ın devletini ayakta
tutabilmek için yaptığı büyük mücadeleler, ölümünden sonra XV. yüzyılda
destan haline getirilmiştir. 1820'yılından itibaren yazıya geçirilen
Edige destanının Kazak-Kırgız, Kırım, Nogay, Türkmen, Kara Kalpak,
Başkırt olmak üzere altı rivâyeti tesbit edilmiştir Çeşitli Türk
guruplar arasında Alp Er Tunga ve Oğuz Kağan gibi ilk Türk destanlarının
izlerini taşıyan Türk kahramanlık dtünya görüşünü temsil eden burada
bahsi geçenler kadar yaygınlaşmamış ortak edebiyat geleneği içinde yer
almamış pek çok başka destan örneği bulunmaktadır. Osmanlı sahasında
destandan hikâyeye geçişte ara türler olarak da nitelendirilen çok
tanınmış ve bir çok Türk topluluklarınca da bilinen Köroğlu örneği
yanında daha sınırlı alanlarda tesbit edilen Danişmendname , Battalname
gibi ilgi çekici örnekler de bulunmaktadır.
Battal-Nâme
Bu destanın kahramanı Türkler arasında Battal Gâzi adıyla benimsenmiş
bir Arap savaşcısıdır. Asıl destan, VIII. yüzyılda, Emevî'lerin
hırıstıyanlarla yaptıkları savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş
Abdullah isimli bir kişiyle ilgili olarak doğmuştur. Battal arapça
kahraman demektir, Battal Gâzi, Arap kahramanına verilen unvanlardır.
Türklerin müslüman olmalarından sonra Battal Gâzi destan tipi
Türkleştirilmiş önceki destan epizotlarıyla zenginleştirilmiş ve anlatım
geleneği içine alınmıştır. XII ve XIII yüzyıllarda Battal-Nâme adı ile
ve nesir biçimi yazıya geçirilmiştir. Hikâyeci âşıkların
repertuarlarında da yer almıştır.Seyyid Battal adıyla da anılan bu
kahraman hem çok bilgili, çok dindar ve cömertdir. Müslümünlığı yaymak
için yaptığı mücadelelerde insanların yanında büyücü, cadı ve dev gibi
olağanüstü güçlerle de savaşır. " Aşkar Devzâde" isimli atı da kendisi
gibi kahramandır. Arap, Fars ve Türklerin X-XX. yüzyıllar arasında
oluşturdukları ortak islâm kültür dâiresinin ürünlerinden biri olmakla
beraber Orta Asya'da yaşayan Türk guruplar arasına da yayılarak Türk
kabul ve değerleriyle kaynaşmıştır.
Dânişmendnâme
Anadolunun fethini ve bu mücadelenin kahramanlarını anlatan, X11.
yüzyılda sözlü olarak şekillenen X111. yüzyılda yazıya geçirilen islâmî
Türk destanlarındandır. Danişmendnâme'de hikâye edilen olayların tarihi
gerçeklere uygunluğu, kahramanlarının yaşamış Türk beyleri olmalarından,
Anadolu coğrafyasının gerçek isimleriyle anılmasından dolayı uzun süre
tarih kitabı olarak nitelendirilmiştir. Köroğlu metni destan adıyla
anılmakla ve bazı destanî niteliklere de sahib olmakla birlikte XX.
yüzyılda Anadolu'dan derlenen örnekleri daha çok halk hikâyesi
geleneğine yakındır. Anadolu'da hikâyeci âşıklar tarafından 24 kol
halinde anlatılan hikâyesinin özeti kısaca şöyledir :
Köroğlu Destanı
Bolu beyi, güvendiği seyislerinden biri olan Yusuf'a : " Çok hünerli ve
değerli bir at bul ." emrini verir. Seyis Yusuf, uzun süre Bolu beyinin
isteğine uygun bir at arar. Büyüdüklerinde istenen niteliklere sahip
olacağına inandığı iki tay bulur ve bunları satın alır. Bolu beyi bu
zayıf tayları görünce çok kızar ve seyis Yusuf'un gözlerine mil
çekilmesini emreder. Gözleri kör edilen ve işinden kovulan Yusuf, sıska
taylarla birlikte evine döner. Oğlu Ruşen Ali'ye verdiği talimatlarla
tayları büyütür. Babası kör olduğu için Köroğlu takma adıyla anılan
Ruşen Ali, babasının isteğine göre atları yetiştirir. Taylardan biri
olağanüstü bir at haline gelir ve Kırat adı verilir. Kırat da destan
kahramanı Köroğlu kadar ünlenir. Seyis Yusuf, Bolu beyinden intikam
almak için gözlerini açacak ve onu güçlü kılacak üç sihirli köpüğü içmek
üzere oğlu ile birlikte pınara gider. Ancak, Köroğlu babasına getirmesi
gereken bu köpükleri kendisi içer, yiğitlik, şâirlik ve sonsuz güç
kazanır. Babası kaderine rıza gösterir ancak oğluna mutlaka intikamını
almasını söyler. Köroğlu Çamlıbel'e yerleşir, çevresine yiğitler toplar
ve babasının intikamını alır. Hayatını yoksul ve çaresizlere yardım
ederek geçirir. Halk inancına göre silâh icat edilince mertlik bozuldu
demiş kırklara karışmıştır. Çeşitli dönemlere ve farklı siyâsî birlikler
sahip Türk gurubları arasında tesbit edilen Türk destanlarının kısaca
tanıtımı ve özeti bu kadardır. Bu destan metinleri incelendiğinde
hepsinde ilk Türk destanı Oğuz Kağan destanının izleri bulunduğu
görülür. Bu destan parçaları Türk dünyasının ortak tarihî dönem
hatıralarını aksettiren ilk edebî ürünler olarak da önem ve değer
taşırlar. Bir gün bu parçalardan hareketle Fin destanı Kalavala gibi
değerli mükemmel bir Türk destanını yazılabilirse çeşitli kaynaklarda
dağınık olarak bulunan malzeme daha anlamlı hale gelebilir
kanaatindeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder