Önce…İlk çay ne zaman içilmiş?…
İlk çay biraz keyif, biraz da tıbbi nedenlerle içilmiş,çay
içerek zihni uyanık tutmak, binbir derde deva özelliklerinden
yararlanmak hep söz konusu edile gelmiş. İşin güzel ve şaşırtıcı yanı
ise, çayın sıcak bir içecek olmanın ötesine geçmesiyle başlıyor. Önce
Çinliler, daha sonra çayı onlardan altıncı yüzyılın sonuna doğru
aldıkları söylenen Japonlar, kendi dini ritüellerine ve eskiden beri
törensel olan yemek adabına uygun düşen bir çay içme töresini
geliştirmişler. Dünya üzerinde milyonlarca kişi gün boyu çay içerken
bunu sıradan bir iş gibi yaparken, Japonlar ve Çinliler, buna derin bir
anlam yüklüyor.
Avrupa’da 17. yüzyıldan beri bir keyif maddesi olarak bilinen çay,
19.yüzyılda tüm Kuzey Denizi civarında, bir halk içeceği haline
gelmiştir. Tüm dünyada, toplumsal yaşamda
oldukça önemli bir yer tutan çayı, Hintliler süt ve şekerle, Kuzey
Afrikalılar yeşil çayı taze nane ile lezzetlendirirler. Çay kültürü her
ülkede farklı yorumlanmaktadır.
Çin…
Çay, içecek sayılmadan önce uzun zaman ilaç olarak kullanıldı. Çin’de
ilaç dışında içecek olarak kullanılmaya başlandığı ilk dönemler 4. ve 5.
yüzyıl olmuştur. O zamanki çay çayın hazırlanmasına baktığımızda büyük
farklılıklar olduğunu görmekteyiz:
Yapraklar buhardan geçirilip, havanda ezildikten sonra bir kapta
toplanır. İçine pirinç, zencefil, tuz, portakal kabuğu, baharat, süt ve
isteğe göre soğan katılıp kaynatılır.’
Günümüzde bu adet Tibetliler ve bazı Moğol kabilelerinde devam etmektedir.
8. yüzyıl kaynaklarında Çinlilerin iyi bir çay yaprağını şöyle tanımladıklarını görmekteyiz:
‘Tatar atlılarının çizmeleri gibi kara, güçlü bir öküzün boynuzları gibi
kıvrımlı, tatlı bir meltemin dokunduğu göl kadar parlak’
Çinlilere göre çay, küçük fincanda soğumadan içilmeli ve hemen
yenilenmelidir. Hem rahatça içebilmek, hem de içerken içtiği çayı
görerek manevi bir haza kavuşmak için fincanların geniş ağızlı olanları
tercih edilir.
Aynı yaprağı defalarca demleme olayı Çin’de yaygın olup, bunu bir sanata dönüştürmüşlerdir.
Japonya…
Çay, birçok diğer şey gibi Çin’den Japonya’ya taşınmış ama Japonlar
çay tarihini daha iyi belgelemiş, törenselliği derinleştirmiş ve onu da
törensel yemek kültürlerine uygun olarak kendilerine has bir çay içme
töresi haline getirmişlerdir.
Taoculuk, Budizm ve Zen’in felsefi, dini dünya anlayışıyla sıkı bir
ilişki içinde olan Japon çay töresinin başka bir eşi yoktur. Haz almaya
değil, iç dünyaya ilişkin bir ritüel olan Japon çay töresinde, Katolik
ayinlerinde İsa’nın kanını simgeleyen şaraptan daha önemli bir yeri
vardır. Özel çay evlerinde gerçekleştirilen bu törenin öncelikli görevi,
konukları en uygun ve en zarif bir biçimde ağırlamaktır.
Mükemmel bir çay hazırlamak için tek bir yol yoktur. Bir sanat eseri
olarak çay, en ince niteliklerini ustasının elinde gösterir. İyi ya da
kötü resim olduğu gibi iyi ya da kötü çay da vardır. Dünya da en kötü üç
şeyden biri kötü hazırlanarak mahvolan mükemmel bir çaydır.
Japonlar çaya bir sanat olarak bakarlar. Diğer sanatlarda olduğu gibi
çay sanatının da dönemleri ve ekolleri olmuştur. Kaynatma, Çırpma ve
Demleme olmak üzere başlıca üç dönemden söz edilebilir. Günümüzde son
ekolün ağırlığı hissedilmektedir.
Günlük kullanımda demli çay kullanılmakla beraber, çırpma metodu ile
hazırlanan toz çay her zaman çayların efendisi olarak kabul edilir.
İngiltere…
Çayla 17.yüzyılın sonunda sömürgesi Hindistan vasıtasıyla tanışan
İngilizler zamanla çayı yaşamlarının ayrılmaz bir parçası haline
getirdiler. Çayın ilk başlarda pahalı olması, yaygın bir içecek olmasını
engelledi. Bu da çayı üst düzey toplantılara özgü bir şölen, prenslere
ve asillere ayrılmış bir hediye haline getirdi.
İngilizler, Eraly Grey çayını tecih ederler. Bu yoğun kokulu çay,
bergamut esansı ile harmanlanarak hazırlanmaktadır. Bugün İngiltere de
çat kapı gelen birine konukseverliğin işareti olarak bir fincan çay
sunulur. İkindi vakti olan ‘Beş Çayı’ olarak adlandırılıp, Dünya’ya da
armağan edilen küçük çay daveti, dostların bir araya gelmesi için
düşünülmüş olup, Kral Edward döneminden beri devam etmektedir.
Bu arada İngiltere Kraliçesi’nin çayının suyunu bütün gezilerinde yanında taşıdığını biliyor muydunuz?
Rusya…
Rusya’da her öğün çay içilmesi bir gelenektir. Ruslar çaylarını
semaverde demlerler, beyazlatılmamış şeker ve limon suyu ilave ederek
içerler. Gerçek bir çay tiryakisi Rus çayına şeker atmaz, şekeri ağzına
alarak çayını içer. Eski kültürü yaşatanlar arasında, çaya şeker yerine
bir çay kaşığı kaymak koyanların yanısıra, Anadolu’nun kimi yörelerinde
olduğu gibi ve çayı bazen bardak altlığına dökerek içenlerde
bulunmaktadır.
Çay, konuklara yanında marmelat ile sunulur. Konuk, daha fazla çay
gelmesini önlemek için bardağın altlığı bardağın üstüne konulur.
Fransa…
Fransız entelektüellerinin özel bir çay sevgisi vardır. Yaygın çay
salonlarının yanısıra, romantik isimlerin takıldıkları çeşitli çayların
satıldığı küçük çay dükkanı zincirleri vardır.
Fransız kültüründe çay, uzun süre demlenmeden, ince porselen bir
fincanda ikram edilir. Hafif içimli bir çayın yanında küçük bir
çikolata, krokan veya pralin ikram edilir.
Moğolistan…
Moğolların çay içme biçimleri ise inanılır gibi
değil. Çaya biraz yağ, bir tutam tuz, biraz un ya da darı ekliyorlar.
Hadi bu neyse, ama ya kuzu etli çaya ne dersiniz? Dilim dilim edilip bir
hafta açık havada kurutulmuş kuzu etini çayın içine atıp içerek, soğuk
iklim koşullarına ve göçebe hayata karşı güç ve enerji kazanıyorlar.
Türkiye…
5000 yıllık tarihe sahip çay her ne kadar Türklerin yaşamına geç
girmişse de temiz girmiş. Gün boyunca çay içmemizin yanı sıra, kendimize
özgü demleme usulü, ince belli cam bardaklar, kıtlama çay gibi
katkılarımızla çayın kültür tarihine eklediklerimiz gözardı edilemez.
Bunlardan ilki, iyi bir çay demlemenin olmazsa olmaz kurallarından biri
olan demliğin sıcak olması şartını, demliği çaydanlığın üstüne
oturtularak, ustaca ve güzelce çözümlememizdir.
Buna karşın; çayın acıyıp tadının bozulmasını önlemek için;
demledikten sonra, çayı süzdürüp başka bir demliğe boşaltmıyoruz o da
işin ayrı bir yanı.
Peki Türk çay kültüründe olmayan; Amerikan icadı poşet çay, çay
topları ve ağları, fazla aromalı çaylar, çaya çok süt ve limon koymak,
çayı metal demlikte demlemek yani çaya karşı özensiz davranmak.
Türkler, Anadolu’ya gelmeden öncede çayı bilmelerine karşın; çayın
Türkiye’ye gelmesi ancak birkaç yüz yıl önceye dayanmaktadır. Çay
içiminin Anadolu’da yaygınlaşması 19. yüzyıldan itibaren olmuştur.
Türklerde çayın yaygınlaşmasına ilişkin şöyle bir hikaye anlatılır:
Hoca Ahmet Yesevi bir gün Hıtay sınırında Türkistan karyelerinden
birine misafir olur. O gün hava çok sıcak olduğu için çok yorulmuştur.
Evine misafir olduğu Türkmenin komşusunun zevcesi doğum yapmak üzeredir.
Türkmen, Hoca Ahmet Yesevi’den dua ister, Ahmet Yesevi de dua eder.
Allah’ın izniyle Türkmenin isteği hemen olur. Türkmen bu duruma çok
memnun olur. O yörenin önemli bir ikramı olan çay kaynatıp getirir. Hoca
Ahmet Yesevi çayı sıcak sıcak içince terler ve yorgunluğu gider. Sonra,
“Bu şifalı bir şey imiş, hastalarınıza bundan içirin ki şifa bulsunlar.
Allah kıyamete kadar buna revaç versin” diye dua etmiştir. İşte çay
bundan sonra bütün Türkler arasında kullanılmaya başlamış ve şifa verici
bir içecek olmuştur.
Halk kültürü ve etnografyasında çay önemli bir yer tutar. Çay bugün
sosyal hayatımızda yerini dolduramayacak derecede sağlamlaştırmış, onun
etrafında oluşan kültürüyle birlikte yaşamaktadır.
Sabah kahvaltısından gecenin geç saatlerine kadar hayatımızın içinde
bulunan çay, değişik kültürel değerlerin ortaya çıkmasına sebep
olmuştur.
Çayla ilgili; tekerlemeler, bilmeceler, mani ve türküler, ilahiler,
efsaneler, fıkralar, gelenek ve görenekler başlı başına kültürel
değerlerdir. Hatta, çay kelimesi Çince olduğu halde, sözlüklerde ve
deyimlerde yerini bulmuş geniş bir kelime ve deyim sayısına ulaşmıştır.
Çay, Çay Bahçesi, Çay Bardağı, Çay Demlemek, Çay Fincanı, Çay Fidanı,
Çay Fidesi, Çay Kaşığı, Çay Takımı, Çay Vermek, Çay Molası, Çaycı,
Çaycılık, Çaydanlık, Çay Parası, Çayevi, Çaygiller, Çayhane, Çay Kazanı
gibi kelimelerin yanında; Tavşan Kanı Çay, Çay İçmek, Kıtlama Çay, Çayı
Höpürdetmek, Çay İkram Etmek, Paşa Çayı gibi deyimlerin ortaya çıkmasına
sebep olmuştur.
Yetiştirilmesinden, hazırlanıp tüketilmesine varana kadar olan çay
kültürü, bir çay etnografyasını da ortaya çıkarmıştır. Çay kesilmesine
yarayan makaslar, sepetler, kutular, demlikler, semaverler, çay
kazanları, bardaklar, fincanlar, kaşıklar, tepsiler vb. hepsi çay
kültürünün etrafında oluşan etnografik maddelerdir.
Bunlardan en önemlisi, çayın kendisinden ayırd edemeyeceğimiz semaver
kültürüdür. Semaver 19. yüzyıldan itibaren Ortaasya’da yaygın olarak
kullanılmaya başlanılmıştır. Ahmet Yesevi’den gelen mirasla çayın şifalı
olduğuna inanıldığı gibi, semaverin de şifa dağıtıcısı olduğuna
inanılır hale gelmiştir. İnsanlara bir hayat, muhabbet verici, dertlere
deva olarak görülür. Semaverin şifa dağıttığına o kadar inanılırdı ki
hamam çıkışında ve mevlitlerde insanları rahatlatmak için semaver
kaynatılır ve çay içilirdi. Semaver edebiyatımızda da başlı başına bir
yer tutmaktadır. Semaver şifahaneye benzetilmiştir.
Daha düne kadar yurdumun kahve ve çay bahçeleri
“cafe”lere özenerek cam bardağı ortadan kaldırmış, porselen ya da cam
fincanlarda servis yapmaya başlamıştı. Bir de tabii poşet çay girdi ki
yaşamımıza, “cafe”lerin dışında kimi evlerde de yüz yıllık çay demleme
usullerimiz hemen rafa kaldırıp demlik poşeti çaylar fincanda sunulmaya
başlandı. Allah’tan şimdilerde, turistlere porselen/seramik fincanda
poşet çay sunmanın pek de zekice bir şey olmadığı kavranmaya başlandı.
Bunda “Yunanlılar ince belli cam bardakta çay veriyormuş” haberinin
etkisi oldu mu bilmiyorum ama son zamanlarda, “cafe”lerden başlayarak,
çay bahçelerinde de çay severlerin ısrarı üzerine ideal boyutta olmasa
da cam bardaklar kullanılmaya başlandı. Hani şu nedense “Ajda Pekkan
bardağı” denen iri bardaklar. Ama gerçek çay severlerin gönlünde yatan
küçük, ince belli bardaklar tabii ki.
Gün boyunca çay içmemizin yanı sıra, kendimize özgü demleme usulü, ince
belli cam bardaklar, kıtlama çay gibi katkılarımızla çayın kültür
tarihine eklediklerimiz yadsınamaz, hele türkülerimize, ilahilerimize,
manilerimize de girdiği hatırlanırsa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder