CUMHURİYET ÖNCESİ MADENCİLİK
Dünyada ilk
madencilik faaliyetleri Anadolu’da yapılmıştır. Antalya civarındaki Karain
mağarası ve Beldibi kaya sığınağında bulunan çakmaktaşı, okr kalıntıları,
yontma ve orta taş devrinde (M.Ö. 10000) yaşayan insanların madencilik
faaliyetlerini kanıtlamaktadır. M.Ö. 7000 yıllarında Çatalhöyük’de yapılan
silis madenciliği ve aynı yıllardaki çömlekçilik faaliyetleri, ilk çömlek
atölyelerinin Anadolu’da kurulduğunu göstermektedir. Bakır madenciliği ilk
olarak Ergani yöresinde yaşayanlar (M.Ö. 6000) tarafından yapılmıştır. Etiler
devrinde madencilik daha da gelişmiş ve demir çağına gelinmiştir. İlk
madencilik ruhsatı Etiler’e ait olup, Ulukışla Gümüşköy’de bir kayaya
oyulmuştur. Etiler devrinde kurşun madenciliği de yapılmıştır. İlk altın para
Kroisos (M.Ö. 560) zamanında Sart’da basılmıştır.
Anadolu madenciliği
Romalılar devrinde doruğuna ulaşmıştır. Romalılar madenlerin bulunması ve
işletmeciliğinde özellikle de, kurşun, bakır, demir, altın, gümüş, pandermit ve
yapı taşlarının üretilip işlenmesinde çok büyük atılımlar yapmışlardır.
Romalılardan kalan anıtsal mermer kentler; Anadolu uygarlığının günümüze ve
geleceğe uzanan köprüleridir.
Selçuklular
döneminde, seramik hammaddeleri işletmeciliği çok ilerlemiş, çini ve mozaik
sanatının zirvesine çıkılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki madencilik
faaliyetleri 17. yüzyıla kadar özellikle savaş sanayiine yönelik olarak devam
etmiş ancak daha sonra Avrupa’daki atılımlara ayak uyduramayarak gerilemiştir.
Evliya Çelebi
(1646), Seyahatnamesi’nde Gümüşhane’de 70 Ocaktan gümüş, Bulgaristan’daki
Somakof madeninden de demir üretildiğini, ayrıca her iki madende de izabe
yapıldığını belirtmektedir.
Osmanlılar, maden
kaynaklarını kamusal varlık sayarak devlet gereksinimlerine tahsis etmişler,
özel mülkiyet konusu yapmamışlardır. Üretim biçimi olarak “kürecilik” denilen
bir yöntem uygulamışlardır. Yükümlüler, bazı vergi ve yükümlülüklerden muaf
tutulur ve kendilerine ücret olarak ürünün beşte biri verilirdi. Bu yöntem
çeşitli aksaklık ve olumsuzluklarla 19. Yüzyıla kadar devam etmiştir.
Osmanlı,
madenlerini ağırlıklı olarak ordusuna silah ve cephane, hazinesine de
sikke(para) temini amacıyla işletmiştir. Cevherleri mamul maddeye dönüştürme ve
daha çok kar elde etme düşüncesi olmamıştır.
19. yüzyıl, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Batı sermayesi ve sanayiine açıldığı yıllardır. Bu dönemde,
Batılılar birçok ruhsatlar alarak üretime başlamışlardır. 1820’li yıllarda
bulunan Ereğli Kömür Havzası’nda “Madenciyan” denilen kişiler ocaklar
açmışlardır. 1858 yılında çıkarılan Arazi Kanunu ile ilk kez yasal kurallar
konulmuştur. 1906 yılına kadar, çıkarılan çeşitli nizamnamelerle madenciliğe
yön verilmeye çalışılmıştır. 1906’da yürürlüğe giren Maden Nizamnamesi,1954
yılında çıkarılan Maden Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak
Taşocakları nizamnamesi hala yürürlüktedir. Osmanlı döneminde Batılılar
(Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya) bakır, krom, kurşun, bor ve kömür madenleri
ile ilgilenmişler ve küçük işletmeler kurmuşlardır. Örneğin, Susurluk’da
pandermit ve Murgul Bakır Madeni işletmesi İngilizler, Balıkesir yöresi Boraks
madenleri, Fethiye yöresinde krom madeni, Balya’da Kurşun-Çinko madeninin
Fransızlar , Kuvarshan bakır madeni Almanlar tarafından işletilmiştir.
19. yüzyılın ilk
çeyreğinde bulunan Zonguldak Maden Kömürü Havzası, 1860’lı yıllarda buhar
makinelerinin gemilerde kullanılmasına başlamasından ötürü stratejik bir öneme
sahip olmuştur.
Osmanlı Devleti de
savaş gemilerinde buhar makinesi kullanmaya yönelmişti. Buhar makinelerinde
odun kullanmanın elverişli olmaması ve İngiltere’den kömür ithal edilmesi
pahalıya mal olmakta ve savaş gemilerinde kullanılan kömürde dışa bağımlı
olmak, yetkilileri düşündürmekteydi. Zonguldak Taş Kömürü Havzası’nın bulunuş
tarihi 1829 olarak kabul edilmektedir. 1848 yılında bir fen heyeti Ereğli’ye
giderek Havza’nın sınırlarını belirlemiş ve saha, 1848 yılında, Padişahın (Abdülmecit)
kişisel mallarının hazinesi olan Hazine-i Hassa’ya bağlı Emlak-ı Şahane arasına
alınmıştır. Bu Ferman Ereğli Kömür Havzasının işletme tarihinin 1848 olduğunu
belgelemektedir.
1848’den 1940
yılına kadar Havzanın yönetimi ;aşağıda görüldüğü gibi gerçekleşmiştir.
·
Hazine-i Hassa idaresi (1848-1865)
·
Bahriye (Donanma) dönemi (1865-1908)
·
Havzada Nafia Dönemi (1908-1909)
·
Ziraat Ticaret ve Orman Nezareti Dönemi (1909-1921)
·
Milli Mücadele Dönemi (1921-1923)
·
Cumhuriyetin ilk 17 yılı (1923-1940)
Bu dönemlerde
Havza’da üretim; İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyanların himayelerinde,
ağırlıklı olarak bu devletlerin çıkarları ve yönlendirmeleri doğrultusunda
gerçekleştirilmiştir. Üretim 1923 yılında 597 bin ton iken, bu rakam 1936
yılında 2 milyon 299 bin tona ve 1940 yılında 3 milyon tona çıkmıştır.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Havza’nın ulusal çıkarlara hizmet edecek
biçimde değerlendirilmesine önem verilmiştir ve “Maadin ve Sanayi Mekteb-i
Alisi” kurulmuştur. 1924 yılında kurulan ve 1932 yılında kapanan okuldan
yaklaşık 70 civarında maden mühendisi mezun olmuştur. Bu yıllarda Zonguldak
Maden Mühendisi Mektebinden ve yurt dışından mezun olanlarla birlikte toplam
maden mühendisi sayısı 100 ün altındadır.
1924 yılında
Türkiye İş Bankası’nın kurulmasıyla madencilik alanına yeni yatırımlar yapılmış
ve Havza’da 4 şirket faaliyete geçmiştir. Havza’da üç lavvarla, Kozlu’da 10 MW.
lık bir elektrik santral işletmeye alınmıştır. 1940’- larda Çatalağzı Termik
Santrali ile Sömi-kok ve biriket fabrikaları kurulmuştur. Havza 3467 sayılı
Füziyon Kanunu ile Etibank’a devredilmiştir
Bor, elementer
olarak son yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bileşenleri daha eski
zamanlardan beri bilinmektedir. Yurdumuzda ilk bor tuzu yatağı 1815 yılında
Balıkesir ili Susurluk ilçesinde bulunmuştur. 1865-1917 yılları arasında
Türk,Fransız,İngiliz ve İtalyan girişimcilerin ruhsat aldıkları görülmektedir.
Daha sonra dünya çapında bir kartel kuran İngiliz Borax Consolidated Ltd.
Şirketi tarafından birer birer ele geçirilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin
son dönemlerinde Türkiye’nin maden zenginliklerinin nasıl sömürülüğünün
anlaşılması bakımından, 1865 yılında Sultançayırı imtiyazının Dasmasurez
şirketi tarafından alınıp işletilmesi önemli örnektir.
Bebek’te mermer
işleri ile uğraşan Polonyalı mülteci, eski ortağı Fransız Decmezures’e alçı
taşından yapılmış heykeller hediye eder. Heykellerde yüksek oranda boraks
olduğunu anlayan Fransız, Türkiye’ye gelir ve Sultançayırın’da pandermit
üretimine başlarlar ve Paris civarında bir boraks rafine tesisi kurarlar. Ancak
üretilen cevheri alçıtaşı adı altında yıllarca ucuz değer ve harçlar ödeyerek
yurt dışına sevk ederler. Üretime başlamalarından 17 yıl sonra hile ortaya
çıkarılır ve faaliyet durdurulur. Şirket bazı hileli yollarla bir süre daha
cevher sevkine devam eder.
Bu olay, Batı’nın
Anadolu’daki hammadde kaynaklarına nasıl baktığı, hammaddeyi götürerek sanayi
tesislerini kendi ülkelerine kurdukları, bunun yanında hileli yollarla doğal
kaynaklarımızı nasıl ucuza kapattıkları ve genel zihniyetlerini yansıtması
açısından düşündürücüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder