1923-1950 MADENCİLİK SEKTÖRÜ
Lozan Barış
Görüşmeleri sırasında gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi (17 Şubat – 4
Mart 1923), Cumhuriyet döneminde izlenecek ekonomik politikayı saptıyordu. Bu
kongrede özel sektör öncülüğünde liberal bir politika benimsenmiştir. İzmir
İktisat Kongresi’nin “Sanayi ve sorunları” bölümünde Sanayi Bankalarının
kurulmasından söz edilmektedir. Bu doğrultuda, 1924 yılında İş Bankası ve 1925
yılında maden işletme ve kredi sağlama amacıyla Sanayi ve Maadin Bankası
kurulmuştur. Kongrede, yabancı sermayenin Türk yasalarına uyma koşuluyla
faaliyet gösterebilecekleri benimsenmiştir
İzmir İktisat
Kongresi’nde kabul edilen kalkınma ve sanayileşme politikaları doğrultusunda
yabancı sermaye, kömür, bakır ve krom maden işletmeciliği başta olmak üzere, bu
sektöre ortaklıklar şeklinde girmiştir. Bu dönemde Devlet, özel sektörün
gelişmesini teşvik etmek amacıyla, 28 Mayıs 1927’de, 1055 Sayılı Teşvik
Yasası’nı çıkarmıştır.
1923 yılında
başlayan bu model istenen başarıyı sağlayamamıştır. Ve 1932 yılında yeni bir
değerlendirme ile Devletçilik Politikaları benimsenmiştir.
1932 yılı maden
üretimleri şöyle gerçekleşmiştir. Taşkömürü 1.178.255 ton, linyit 14 000 ton ve
kromit 55 000 ton dur. Bu rakamlar sanayileşme iddiasında olan bir ülke için
yeterli düzeyde değildir.
1930’lu yıllara
kadar, gerek Osmanlı Dönemi ve gerekse cumhuriyet döneminde, ülkenin doğal
kaynaklarının tespitine yönelik bilimsel çalışmalar yapıldığını söylemek mümkün
değildir. Bu belirsizliğin ortadan kaldırılması amacıyla maden aramalarına
başlanması gerektiği bilinciyle 14 Haziran 1935 yılında Maden Tetkik ve Arama
Enstitüsü kurulmuştur (MTA). Bu kuruluşun bütün giderleri ile yatırımlarının
her yıl Devlet Bütçesinden karşılanması prensibi ile;
Memleketimizde
işletilmeye elverişli maden yatağının bulunup bulunmadığını,
İşletilen maden ve
taşocaklarının da daha faydalı surette işletilmelerinin neleri gerektirdiğini;
araştırmak, fenni ve jeolojik tetkikler, kimyasal tahliller yapmak, proje ve
raporlar hazırlamak, verimlilik hesapları yapmak, bütün alma sorumluluğundan muaf tutulmuştur.
Aynı gün (14
Haziran 1935) MTA ile birlikte 2805 sayılı yasa ile, “Madencilik, Enerji
Üretimi ve Dağıtımı alanlarında faaliyet göstermek üzere” ETİBANK kurulmuştur.
Etibank’a, kuruluş
kanununun 5. Maddesinde “MTA’nın araştırmaları sonucunda verimliliği ve
işletilebilirliği tespit olunan sahalarda Bakanlığın onayı ile işletmeler
kurup, üretimi gerçekleştirmek görevleri verilmiştir. MTA, ekonomik değere haiz
sahaları ilgili Bakanlık kanalıyla Etibank’a devretmeye, ETİBANK da, bu
kaynakları işletmeye zorunlu kılınmışlardır.
Aynı zamanda
Etibank ruhsat alabilir, ruhsat devir alabilir ve elde ettiği hakları ya da
hisseleri başkalarına satabilir, devir edebilir. Her türlü cevheri ve
hammaddeyi alıp satabilme yetkileri bu kanunla Etibank’a verilmiştir.
2804 ve 2805 sayılı
yasalarla oluşturulan bu iki kuruluş, madencilik sektörüne yeni bir anlayış,
yeni bir yaklaşım ve sağlıklı bir değerlendirme getirmiştir. Bu çalışmalar,
dönemin yönetim kadrolarının, madenciliğin, ülkenin geleceğindeki yeri ve
önemini sağlıklı biçimde değerlendirdiklerinin göstergesidir.
24 Haziran 1935’de
2819 sayılı kanunla Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİEİ), ülkemizin elektrik
enerjisine yönelik potansiyelinin saptanması amacıyla kurulmuştur. Bu kuruluşun
faaliyetleri de Devlet Hizmeti olarak benimsenmiştir.
Sümerbank, MTA,
Etibank ve EİEİ’nin kurulmasıyla devletin sanayi alanındaki kurumsal altyapısı
tamamlanmıştır.
Atatürk’ün 1935
yılı TBMM açılış nutkunda madencilikle ilgili görüşleri şöyledir:
“Maden İşleri yeni
bir açılma devresindedir. Maden Mühendislerimizi ihtiyaca yeter sayı ve değerde
yetiştirmeye önem vermek gerekir”.
“Kömür Havzasının
rasyonel işletilmesi için tedbirler aramak da lazımdır”
“Maden İşletilmesi
inkisaf (gelişme) halindedir. Madenlerimiz bizim başlıca döviz kaynağımız
olduğu için de yüksek dikkatinizi celbe (çekmeğe) değerlidir”.
“MTA’nın
çalışmalarına azami inkisaf vermesini ve bulunan madenlerin planlı şekilde
hemen işletmeye alınması lazımdır. Elde bulunan madenler için üç yıllık bir
plan yapılmalıdır”.
EİEİ, enerji
potansiyelinin saptanması, ülkenin enerji ihtiyacının karşılanması,kömüre
dayalı termik santrallerin hayata geçirilmesi ile görevlendirilen Etibank ve linyit
potansiyelinin saptanması hususunda MTA, 1935 yılından sonra önemli projeler
üzerinde çalışmalara hemen başlamışlardır. Seyitömer, Soma ve Tavşanlı
bölgelerinde arama ve üretim çalışmaları için gerekli yatırım kararları
alınmıştır. Bu dönemlerde ülkemizin toplam linyit üretimi 150 bin ton civarındadır.
Etibank, ülkenin
sanayi alanında yapacağı gelişmelerin enerji ile desteklenmesi bilinciyle,
kömüre dayalı santrallerin ve yakacak kömür ihtiyacının karşılanması için
çalışmalara başlamıştır. Kömür rezervlerinin artırılması için aramalara hız
verilmiştir. 1930 yılında 9 bin ton olan linyit üretimi 1939 yılında 185 bin
tona ulaşmıştır. 1940’lı ve 50’li yıllarda linyite yapılan yatırımlar sonucu
(Değirmisaz, Soma, Tunçbilek, Seyitömer) üretimde artış sağlanmıştır. 1946
yılında toplam linyit üretimi 460 bin ton düzeyindedir. 1957 yılında bu rakam
1.712.000 tona yükselmiştir.
Sanayileşme
hedefine ulaşılabilmesi için demir ve çelik üretiminin gerçekleşmesi gerekir.
1937 yılında temeli atılan Karabük Demir Çelik Fabrikaları 1939 yılında üretime
geçmiştir. Hammadde ihtiyacının karşılanması amacıyla demir aramalarına
başlanmış ve Divriği A Kafa Demir Yatağı 1938 yılında işletilmeye alınmıştır.
Dönem içerisinde,
ülkenin petrol rezervlerinin saptanması ve işletilmesi, krom, bakır, manyezit,
çinko ve kurşun başta olmak üzere birçok madenin aranması ve üretimiyle ilgili
projelendirme çalışmalarının yürütüldüğünü görmekteyiz. Genel bir bilgi vermesi
açısından 1938 yılı krom üretimi 280 bin ton, ihracatı ise 200 bin tondur.
Bilister bakır üretimi 65 ton dur. 1940 yılında 3600 ton kurşun, 845 ton da
manyezit üretilmiştir.
Ülkemizin bor
yatakları, Milli Mücadele’den sonra da, uzun yıllar Avrupa’nın asit borik
üretimi için değerli hammadde kaynağı olmaya devam eder. Borax Consolidated
Ltd., Amerikalı kartel ortağı ile Türkiye’deki üretimi, dünyanın başka
yerlerindeki yatakların kullanılma durumuna göre, çıkarlarına uygun, fiyat ve
satış politikaları ile yönlendirmeye çalışmışlardır. Bu her iki kartel Türkiye’de hiçbir zaman rafine tesis kurmayı
istememiş ve düşünmemiştir. Bu iki kartel, 1950’li yılarda da Türkiye’yi
kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye devam ederler. (1950 yılında bor
ihracatı 11.700 ton)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder