Evvelemirde
iddianameye karşı diyeceklerim mevcuttur, iddianame kelle istemek için
hazırlanmıştır. Yapılan tahliller yanlıştır, hatalıdır, değerlendirmeler
keza isabetsizdir. Yalnız biz varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden
esasen Türk halkına armağan etmiş bulunmaktayız. Bu sebeple ölümden
çekinmiyoruz, iddianamede yapılan değerlendirmeler başkana arz ettiğim
gibi hatalıdır. 1908 tarihinden itibaren yapılan gelişme, isabetsiz
tahlillere tabi tutulmuştur. Giriş kısmı muğlaktır. Açık değildir, bunun
hangi manaya geldiğini anlayamadım, neyi kastettiği açık değildir.
Bizlerin tek özlemi tahsil sırasında bulunmamıza rağmen Türkiye’nin
bağımsızlığıdır.Eğer giriş kısmında korku, gaflet, kurnazlık ve ihtiras
içinde bulunanlardan bizleri kastediyorsa, bu doğru değildir. Türkiye’de
gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunanlar varsa, bunlar ancak
Amerikan Emperyalizmi ile iş yapan çıkarcılardır, iddianame hukuk
mantığından ari olarak hazırlanmıştır. Gelişmiş ülkelerin gençliği ile
az gelişmiş ülkelerin gençliği terazinin aynı kefesine konmuştur.
Ve
kız-erkek ilişkileri, içki olayları, toplum baskısından uzak bir yaşama
isteği gibi değerlendirmeler vardır. Bunlar doğru değildir. Bizlerin tek
özlemi tahsil sırasında bulunmamıza rağmen Türkiye’nin bağımsızlığıdır.
Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye’nin bağımsızlığını temin
edemedik. Bugüne kadar da bu özlem içinde kaldık. İddianamede bir
hususa daha değinmek istiyorum. 14 Mayıs 1950 tarihi Türkiye’nin
döneminde yeni bir olay ve tarihi bir dönüm olarak nitelendiriliyor. Ve
aynen şöyle denmektedir. Ulusun tarihinde ilk defa seçimle iktidar
değişikliği oluyor. Bu tarih bize göre Amerikan Emperyalizminin
Türkiye’de seçimle iktidara gelmesidir. Ve iddianame bundan sonraki
kısımlarında bu hususu da belirtmektedir, îkili anlaşmalar kısmı bundan
sonra yer almaktaydı ve bu hususu açıklığa kavuşturmaktadır. Türkiye’nin
madenleri, petrolü 1950 tarihinden sonra Amerikalılara peşkeş
çekilmiştir. Kurtuluş Savaşı’nı da yerli yerine oturtmak gerekmektedir.
Biz 50 sene evvel kurtuluş savaşı vermiş bir ülkenin çocukları olarak
Kurtuluş Savaşı’nın gerçek tahlilini yapmaya her zaman muktediriz. Biz
yine çok iyi biliriz ki Türkiye Kurtuluş Savaşı’nı yapmak için Samsun’a
çıkanlara İstanbul Örfi İdaresi’nce ve Mahkemelerince idam cezası
verilmiştir
Türkiye’nin kurtuluş ve bağımsızlık savaşından ne şekilde bağımlı hale geldiğini de belirtmek gerekmektedir
Ve yine bilmekteyiz ki Osmanlı împaratorluğu’nun yüzlerce
generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşı’na iştirak etmiştir. Ve
yine bilmekteyiz ki Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbul’da
bulunanlar bunları yapanlara eşkıya demiştir. Türkiye’nin kurtuluş ve
bağımsızlık savaşından ne şekilde bağımlı hale geldiğini de belirtmek
gerekmektedir.
1922-1923 sıralarında Lozan müzakereleri sırasında İngilizler Türk
Delegasyon Başkanı İsmet İnönü’ye bu hususu peşin olarak
hatırlatmışlardır. Kurtuluş Savaşı aydınların yönetiminde yapılmış
savaştır. Fakat bu yönetime feodal mütegalibe ve eşraf iştirak etmiştir.
Bu eşraf ve mütegalibe evvela İş Bankası’na sızdı, daha sonra da
1944-1945 yıllarında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu hazırlıklarında bu
tasarıya kesin cephe aldılar. Bunlar Adnan Menderes, Refik Koraltan ve
Demokrat Parti’yi kuran kimselerdir. Böylece 1950 tarihine gelindi ve
1950 tarihinde Amerikan emperyalizmi iktidara geldi. Olaylar bundan
sonra bildiğimiz gibi gelişti, olaylar cereyan etti, Demokrat iktidar 27
Mayıs 1960′da tarihe gömüldü. Demokrat Parti gitti, bunun gitmesi ile
tellallar değişmedi. Hamam aynı, bu defa yanlış oldu, 27 Mayıs’ı
kastetmiyorum, bundan sonrasını kastediyorum. Hamam aynı fakat bu defa
da tellallar değişti. Amerika bu dönemde imdada yetişip, İnönü’yü
düşürdü. Demirel’i iktidara getirdi. Öğrenci hareketlerine gelince,
iddianamede Öğrenci hareketlerinin başlangıç tarihi 1968 olarak
belirtilmektedir. Bu tarih yanlıştır. Türkiye’de öğrenci olayları 50-60
senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamit’in Tıbbiye talebelerini
Sarayburnu’ndan denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri
Türkiye’de devam edegelmiştir. 1908′i hazırlayan hareketler ileriye
dönük hareketlerdir. Vagonli’yi tahrip eden gençler ilerici
gençlerdir.İkinci Dünya Savaşı sırasında. Faşizme hayır diyen gençler
ilerici gençlerdir. Ve 28 Nisan 1960 tarihinde özgürlük savaşı veren
gençlerdir, ilerici gençlerdir. Amerikan Emperyalizmi tarafından İnönü
hükümetten düşürüldüğünde protesto gösterisi yapan gençler ilerici
gençlerdir. Anayasaya bağlılık mitingini de bizler yaptık. O günün
mitinginde iktidarın kiralık adamlarından ve polisinden dayak yiyen de
gene bizlerdik. 1968 senesine gelince üniversiteler öğrenciler
tarafından işgal edildi, işgalleri gayet meşru idi ve kürsü ağaları
dahi,bu işgallerin haklılığını hiçbir zaman inkar edemedi. Ve 1968′de
umumi efkar ve herkes öğrenci isteklerinin kabul edileceğini beyan
ediyordu, herkes bu kanaatte idi.Aradan üç sene geçti, bu üç sene
içerisinde o zamanki isteklerin tahakkuku istikametinde en ufak bir
kıpırdanma olmadı. Aynı yılın Temmuz ayında Amerikan filosuna karşı
gösteri yapanlardan Vedat Demircioğlu polis tarafından hunharca
öldürüldü, Bundan sonra olayları sizler de biliyorsunuz, iktidarın
silahlı kuvvetleri yanlış oldu. Kiralık kuvvetleri ve polisi hunharca
devrimcilerin üzerine saldırdı. Yirmiye yakın devrimci. Öldürüldü.
Bunların hiçbirinin katili bulunamadı. Polis karakolları işkencehane
yerine getirildi. Hiçbir savcı buna karşı çıkmadı.
Bu memlekette Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz.
İddianamede bir gerçek tahrif edilmek isteniyor, bu hususu da
belirtmek ve düzeltmek isterim. Fikir özgürlüğünü ve Anayasayı paravan
yapanlar önceleri Atatürkçü geçinirken, onun fikir ve şahsiyetini de
küçük görmeye başladılar şeklinde ve sadece Mustafa Kemal tarafını
beğeniyorlardı şeklinde bir cümle mevcuttu. Bunu kesin olarak
reddediyorum, asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul
etmez, bu kasten tahfif edilmek isteniyor, gerçekler örtülmek isteniyor.
Bu cümle art niyetle hazırlanmıştır. Bu memlekette Mustafa Kemal’e
gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. Onun istiklali tam
prensibi ve ideali tam yanlış zapta geçti, onun istiklali tam Türkiye
idealim yalnızca biz devam ettiriyoruz, iddianamede bizim Anayasayı
cebren ilgaya teşebbüs ettiğimiz ileri sürülmektedir.
Öteden beri arzetmiş olduğum gibi, bu ülkede Anayasayı en fazla
savunanlar bizleriz. Anayasayı ihlal edenlerse ortadadır. Anayasanın
uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasayı uygulamayan yavuz
kimselerse hâlâ ortadadır. Yine o kişiler bizim kellemizi
istemektedirler. Bile bile iddia makamı bizim Anayasayı ilgaya teşebbüs
ettiğimizi ileri sürmektedir.
Türkiye’nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı
bu yola koyduk, varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini
iddia edenler vatan hainidir.İddia makamı bizim vermekte olduğumuz
bağımsızlık savaşına karşıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına karşı,
reformlara karşıdır ve bu nedenle bizim Anayasayı ilgaya teşebbüs
ettiğimizi ileri sürmektedir. Çünkü Süleyman Demirel hâlâ ortada
gezmektedir. Kudreti yetiyorsa Süleyman Demirel hakkında aynı şekilde
dava açsın, onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine
yıkmaya alışmışlardır. Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan
mahrum eden hepiniz dahil, sizlersiniz. Çünkü Amerika sizin döneminiz
sırasında Türkiye’ye girdi ve hiçbiriniz sesinizi çıkarmadınız ve
Demokrat Parti iktidarına 10 yıl ses çıkarmadınız, taki 38 yurtsever
subay ses çıkarana kadar ve onları devirene kadar.
Ve bugün aynı savcılar bu şahıslar hakkında da idam karan
istemektedir. Süleyman Demirel’in Anayasayı ihlaline ve despotizmine ve
ülkeyi Amerika’ya satmasına ses çıkarılmadı. Ve meydanlarda bunlara
karşı bizler dövüşmek mecburiyetinde kaldık, bizler kurşunlandık. Ve
sonunda idam isteği ile buraya getirildik, dediğim gibi Türkiye’yi bu
hale getiren eski neticilerin bütün suçlan bize yüklenmek istenmektedir.
Bütün eski idarecilerin suçu bize yükletilmek istenmektedir.
Türkiye’nin bağımsızlığından başka hiçbir şey istemedik ve hayatımızı bu
yola koyduk, varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini
iddia edenler vatan hainidir.
12 Mart muhtırası muvaffak olmasaydı, bizi itham eden makam onları da
aynı şekilde itham ederdi, buna da kanaatim tamdır. 12 Mart muhtırası
Anayasanın uygulanmadığını iddia etmektedir. Ve Parlamentoyu açıkça
suçlamaktadır. Biz stratejik olarak düşüncelerimizi hiçbir zaman
saklamayız. Hangi şartlar altında olursak olalım bunu açıkça söyleriz.
Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz. Nasıl burada namluların ve
dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak, düşüncelerimizi her zaman
açıkça ifade ederiz.
Bizim Anayasayı ilgaya teşebbüs gibi bir kastımız bulunsaydı bunu da
burada açıkça söylemekten çekinmezdik. Meclisi ıskat amacı gütmüş
olsaydık, bunu da söylerdik, hatta gider Meclise de bombayı koyardık.
Böyle bir amacımız olsaydı, bunu söylerdik ve yapardık. Daha evvelce de
belirtmiş olduğum gibi bizim böyle bir amacımız yoktur, tek yazılı
belgede, bildiride bu husus açıkça ortaya konmuştur. Orada açıkça da
anlatıldığı gibi bizim düşmanlarımız Amerikan emperyalizmi ve onun yerli
işbirlikçileridir. Yine bildiride açıkladığımız gibi yerli
işbirlikçiler, hain patronlar yani emperyalizmle işbirliği yapan
.patronlar feodal mütegalibe yani bezirganlar, tefeciler, toprak ağaları
ve diğer işbirlikçileri ve bizim bütün eylemlerimiz bu hedefe yönelmiş
bulunmaktadır. Bunun dışında başka bir hedefimiz yoktur. Eylemlerimiz de
savcının iddianamesini yalanlamaktadır.
Olaylara gelince biz, (çizildi) Ersin Bağtır isimli talebeyi
dövdüğümüz iddiası kesinlikle doğru değildir. Bu isnadı kesin olarak
kabul etmiyorum, doğru değildir. Vuku bulmamıştır.
Kavaklıdere Amerikan Sefareti önünde nöbet bekleyen polis memurlarını
kurşunladığımızı kabul ediyorum. Çünkü onlar her türlü işkenceyi
devrimci gençler üzerinde yapmaktan zevk alıyorlardı.
Olaydan iki gün evvel de iki kişi ölmüştü. Nail Karaçam ve İlker
Mansuroğlu isimli arkadaşlarımız öldürülmüştür. Bunların bir tanesi
toplum polisi tarafından, birisi sivil polisler tarafından
öldürülmüştür.
1920′lerde İstanbul’da karakol teşkilatı M. Grubu hangi amaçla
İngilizlere ve Osmanlı polislerine kurşun sıktıysa biz de o amaçla
polislere kurşun sıktık. Olayı arkadaşım Yusuf Aslan anlattı, burada
açıklamak istediğim husus öldürmek kastı yönündedir, öldürmek kastı ile
ateş açmadım. Mesafe çok yakındı, iki metre kadar vardı, isteseydik
bunları rahatça öldürebilirdik, ayaklarına ve kollarına ateş ettik, çok
yakın mesafeden ateş ettik. Olayda herhangi bir tanık olmadığı halde
bunu açıkça ikrar ettik
Biz Türkiye İş Bankası Emek Şubesi’ndeki 124 bin liraya el koyduk,
bunu da kendi şahsımız için almadık, fakat kendi şahsı ve kardeşleri
için 30 milyon lira çalanlar hâlâ ellerini kollarını sallayarak ortada
dolaşmaktadır..
İş Bankası’nın mekanizmasını izah etmek istiyorum, İş Bankası
bilindiği gibi her sene küçük cep defterleri dağıtır. Bu cep
defterlerinin arka sayfası açıldığında, görülecektir ki, İş Bankası
Türkiye’de yabancı sermaye ile iş yapan, işbirliği halinde bulunan en
büyük müessesedir. Nerede Türkiye halkını sömüren, halkın zararına
çalışan bir müessese varsa bunun altında muhakkak İş Bankası
bulunmaktadır. Ve İş Bankası’nın bu marifetleri yeni değildir, ileri
tarihlere uzanmaktadır. Demokrat Parti’yi de iktidara getiren İş
Bankası’dır.
1936 tarihlerinde İsmet İnönü Meclis koridorlarında memleketi İş
Bankası’na soydurmayacağız diye yanlış oldu hazineyi soydurmayacağız
diye bağırmıştı. Birinci Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayı Milli-yeciler
İzmir Valisi Rahmi Bey’in oğlunu kaçırıp 50 bin altın almışlardır ve
civardaki paralara el koymuşlardır. Biz de bunu yapmakla en az onlar
kadar haklıyız. Tarih evvelce bunu yapanları nasıl temize çıkarmışsa
bizi de temize çıkaracaktır. Buna da inanıyoruz.
Bu hadisede altı kişi bulunuyorduk, ben, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan,
Sinan Cemgil ve Alpaslan Öz-doğan beraberdik. Arabayı Yusuf Aslan temin
etti. İçeriye üç kişi beraber girdik. Paraları vezneden kimin aldığını
şu anda hatırlamıyorum. Alpaslan Özdoğan dışarıda kaldı. Yusuf Aslan
arabada kaldı. Bu olaylar Yusuf Aslan’ın anlattığı gibidir. Diğer
olaylarda da Yusuf Aslan’ın ifadelerine aynen katılıyorum. Anlattığı
şekilde cereyan etmiştir. Yalnız Sevim Onursal’ın evinde altı kişi
bulunuyorduk.
Ben, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan ve Kor
Kocalak bulunuyordu. Fakat Kor Kocalak herhangi bir hadiseye karışmadı.
Burada polis memuru Cemal Şeker’ün 170 lira parasını aldığım veya
aldığımız iddia ediliyor. Bu husus doğru değildir. Sureti katiyede
reddediyorum. Polis memurunun parasını almadık, sadece silahını aldık.
Avukatın şapkasını da aldığımız iddiası doğru değildir, cebinde 10 bin
lira para vardı, alsaydık o parayı alırdık, biz kimlerin parasını
alacağımızı gayet iyi biliyorduk. Bu gasp iddiaları yani polis memurunun
parası ve Avukat Mehmet Karaçalı’nın şapkasının alındığı iddiaları
doğru değildir. Kor Kocalak burada hadiselere karışmadı.
Balgat üssünden zenci Amerikalı Jimmy Finley’i kaçırdık , bu da
doğrudur, kabul ediyorum. Bu hadisede üsse girdik, Amerikan silahlarına
el koymak istiyorduk, silah deposu olarak keşfettiğimiz depoya girdik,
silahları bulamadık. Üssün içindeki Pieksin önünde zenci Çavuş Jimmy.
Finley arabasında bulunuyor du, kendisini arabası ile beraber aldık
üs’den çıkardık. Yalnız kapıdan çıkarken bir olay oldu, kapıda nöbet
bekleyen nöbetçiler silah çektiler, biz de kendilerini korkutmak
maksadıyla ateş ettik ve bu suretle kapıdan çıktık. Jimmy Finley’i Orta
Doğu’ya getirdik. ODTÜ l numaralı yurtta, 201 numaralı odada bir gece
misafir ettik, ertesi gün serbest bıraktık. Kendisinden bilgi almak
istedik, o maksatla misafir ettik, daha sonra da serbest bıraktık. Bu
hadisede de beş kişi idik, Alpaslan Özdoğan da bizimle beraberdi.
Atölyeler şefi Nihat Çokyüce’nin arabasının kaçırılması ve kendisinin
bağlanması hadisesiyle ilgim yoktur. Bu konuda bilgim de mevcut
değildir.Recep Sakın, Jimmy Finley’in kaçırılması hadisesinde bizim
yanımızda yoktu. Ben, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Hüseyin inan ve
Alpaslan Özdoğan beşimiz beraberdik. Nihat Çokyüce hadisesinde ise ben
bulunmuyordum. Bildiğime göre Hüseyin İnanla Sinan Cemgil ikisi
beraberdi, diğer arkadaşlar bu işe karışmadılar. Bu hadisenin
kararlaştırılması konusuna cevap vermiyorum dedi. Dört Amerikalıyı ben.
Hüseyin, Yusuf ve Sinan Cemgil dördümüz kaçırdık. Mete Ertekin yalnız
boş arabayı şehre getirdi, bize başkaca yardımı olmadı, kaçırılmada
doğrudan doğruya bir ilgisi ve faaliyeti olmadı. Kendilerini 4 Mart 1971
tarihinde Amaç Apartmanı 3 nolu dairesine getirdik.Bildiğime göre
daireyi Yusuf Aslan’la Sinan Cem-gil tutmuşlardı, İrfan Uçar’ın bu
olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. Necmettin Baca ve İbrahim Seven’in Sevim
Onursal’ın evindeki hadiselerle ilgisi yoktur. Bu husus evvelce zapta
geçmedi. Ben, Necmettin Baca’yı cezaevinde tanıdım, İbrahim Seven’i ise
evvelce gıyaben tanırdım, ikisinin bu hadiselerle ilgisi yoktur.
Amaç Apartmanında bildiriyi biz kaleme aldık. Bildiriyi Hüseyin İnan
dağıtacaktı. Kendisi o zaman deşifre olmamıştı. O maksatla bildiriyi o
dağıtacaktı. Müddet geçtikten sonra verdiğimiz karan uygulamadık.
Amerikalıların serbest bırakılmasında Sinan Cemgil de bizimle beraberdi
Biz, Amerikalılara acımış serbest bırakmıştık.Sinan da aramızdaydı,
sonradan dağıldık. Sinan Cemgil Nurhak dağlarında yaralandı, silah
kullanamaz haldeyken kasti olarak öldürüldü. Alpaslan ve Kadir de aynı
şekilde öldürüldü. Mustafa Yalçıner iki aydır hastahane’de yatmaktadır.
Şans eseri kurtulmuştur. Apartmandan çıkarken Yusuf, Sinan, ben üçümüz
beraberdik, sonradan dağıldık, Hüseyin İnan bizden daha evvel ayrıldı.
Silahlarımızı vatan hainlerine karşı çeviririz Yusuf’la beraber temin
ettiğimiz motosikletle güç şartlar altında Şarkışla’ya gittik.
Maksadımızı Yusuf Aslan anlattı, bir köprü civarında buluşacaktık. Sinan
bizi bir köye yerleştirecekti. Biz, Şarkışla’da teşhis edildik, ancak
burada isteseydik, bizi teşhis edenleri silah kullanamaz hale
getirirdik, fakat bunu asla yapmadık, bu yola başvurmadık, arkamızı
döndüğümüz sırada, bu yola başvurmadığımız kimseler tarafından ateş
açıldı, arkadan açılan ateşle Yusuf Aslan yaralandı, iddianamede
başçavuşun hanımının (çizildi) kasti olarak vurulduğu iddiası doğru
değildir, ben kapının kilidine ateş ettim, o sırada hanımın eli tokmakta
olduğundan yaralanmış, ben kendisini görmedim. Bunun dışında olaylar
iddianamede yazıldığı şekilde cereyan etti. İddianamede geçen ve bana
affedilen bir cümleyi kabul etmiyorum. Ben silahımı halka ve orduya
karşı kullanmadım, ancak vatan hainlerine karşı kullanmak maksadıyla
taşıdım ve halka ve orduya karşı kullanırım, şeklinde beyanda
bulunmadım. Silahlarımızı vatan hainlerine karşı çeviririz, bunların da
kimler olduğunu başlangıçta arzettim. Polisteki ve Cumhuriyet
Savcılığı’ndaki ifadelerimi kabul etmiyorum, Askeri Savcıya da ifade
vermemiştim,
İddianamede Marksist-Leninist düzen kurmak istediğimiz iddiaları yer
almaktadır. Bunlara da değinmek istiyorum. Bu iddiayı Marksizmin ve
Leninizmin cahili olan kimseler ortaya atabilir. Marksizm ve Leninizm
her şeyden evvel bir dünya görüşüdür ve bir metoddur. Ve gerçeğe varmak
için Leninist metod içinde bulunduğu şartları tahlil eder değerlendirir,
o şartlara göre değerlendirme yapar. Durum böyle iken Marksist-Leninist
düzen kurulacağı ve kuracağımız iddiası bunun iyi bilinmemesinden
doğmaktadır.
Profesyonel devrimci olmak bir suç unsuru olarak ileri sürülmektedir.
Bu da bir cehalet örneğidir. Bu konuların bilinmemesinden ileri
gelmektedir. Profesyonel devrimci bugünün Türkiye’sinde kendini hayatı
boyunca Türkiye’nin bağımsızlığına adayan kimsedir. Birinci suçumuz
iddia makamına göre hayatımızı boşu boşuna Türkiye’nin bağımsızlığına
adamış olmamızdır, ikincisi Dev-Genç üyesi olmakla suçlanıyorum,
aramızda Dev-Genç üyesi olmayan arkadaşlar da mevcuttur. Dev-Genç
üyeliği bir suç değildir. Dev-Genç Sıkıyönetime kadar faaliyette
bulunmuş legal bir Örgüttür. Kanunen faaliyeti tahdit edilmemiş ve
yasaklanmamıştır.
Kanunların himayesinde olan ve faaliyetini kanunlara uygun olarak
yürüten bir derneğe üye olmak hiçbir zaman suç teşkil etmez. Kaldı ki
ben şahsen Dev-Genç üyesi değilim. Kanunların himayesinde olan ve
faaliyet gösteren derneğe girmek suç değildir, bunu iddia makamının da
bilmesi gerekirdi.
Marksizm-Leninizm konusuna gelince daha evvel de bunun ne olduğunu
belirttim ve açıkladım. Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmak
isteyenler Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı inceleyebilirler. Burada üç
tane suç unsuru ileri sürülüyor, üçünü de açıklamış bulunuyorum.
Birincisi varlığımızı Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmiş olmak,
ikincisi kanuni ve legal bir örgütün üyesi olmak, kaldı ki çoğunluk bu
derneğin mensubu değildir. Üçüncüsü ise doğru olmayan bir takım
bilgilere müsteniden itham edilmek ve Recai Galip Okadan’ın
kitaplarından derlenmiş bilgilerle Marksist-Leninist düzen kurmak
istemekle itham ediliyoruz. Bu iddiaların hiçbirisi varit değildir.
İddialar ortadadır. Mesnetsizdir, bu iddialarla idamımız istenmektedir.
Misak-ı Milli sınırları içinde iki kardeş kavim yaşar. Türk ve Kürt kavmi yaşamaktadır.
Ayrıca iddianamede Türkiye halkının bir takım etnik gruplardan
teşekkül ettiği iddiaları ve bunu bizim yaptığımız, ortaya attığımız
ithamları mevcut bulunmaktadır. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
kararında ve Misak-ı Milli’de şu vardır. Misak-ı Milli sınırları içinde
iki kardeş kavim yaşar. Türk ve Kürt kavmi yaşamaktadır. Birinci Büyük
Millet Meclisi’nin kararı böyledir. Türkiye’de iki kardeş kavmin ve
unsurun yaşadığını kabul etmektedir. Bunu kabul etmek bölücülük
değildir. Bölücülük olarak kabul edildiği takdirde Birinci Türkiye
Millet Meclisi ve Mustafa Kemal’i de bölücü olarak kabul etmek gerekir.
Bu iki kardeş unsur Birinci Kurtuluş Savaşı’nı müştereken
başarmışlardır. Güney cephesinde düşmanla omuz omuza savaşmışlardır. Bu
ikisine birden biz Türkiye halkı diyoruz ve bu iki kardeş unsur ikinci
bağımsızlık savaşını da müştereken başaracaklardır. Asıl bölücüler bu
gerçeği kabul etmeyenlerdir. 101 tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede,
bizim milli bütünlüğü bozmak istemekle itham edilmemiz gülünç
olmaktadır.
24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten
onur duyuyorum. Bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz. Ayrıca
memleketin huzurunu bizim bozduğumuz iddia ediliyor. Memleketin
huzurunu kimlerin bozduğu ortadadır. Ve kimler 30 milyon çalmıştır?
Kimler Devlet hazinesini kardeşlerine peşkeş çekmiştir? Memleketin
madenlerini peşkeş çekmiştir. Anayasayı gulamamıştır. Bunlar ortada
iken, bilinirken bunlardan bahsedilmeyip, memleketin huzurunu bozduğumuz
ddiaları değersiz ve mesnetsizdir. Bizim kişi güvenliğini,
mülkiyet-hakkını, egemenlik ilkelerini, milli bütünlüğü bozmak için
harekete geçtiğimiz iddiaları vardır. Kişi güvenliğini ihlal edenler
kimlerdir? Bunu evvela tespit etmemiz gerekir.
Karakollarda işkence gören bizler olduk, meydanlarda kurşunlanan gene
bizler olduk. Bakanların emri ile hapishanelere atılan bizler olduk.
Buna rağmen kişi güvenliğini bozan olmakla itham ediliyoruz, yukarıda
anlatılanlar, asıl kişi güvenliğini bozanlar ise serbestçe meydanlarda
dolaşmaktadır. Mülkiyet hakkını ortadan kaldıracağımız iddia ediliyor.
Bizatihi Anayasa mülkiyet hakkım toplum yararına kısıtlamıştır. Mutlak
mülkiyet hakkı tanımamıştır. Elli köye sahip bir toprak ağasını
Anayasamız kabul etmemiştir. Egemenlik ilkelerine karşı çıkmakla itham
edilmekteyiz. Asıl egemenlik ilkelerine karşı çıkanlar halkın sırtından
geçinenlerdir. Ayrıca milli bütünlüğe karşı çıkmakla da suçlanıyoruz.
101 tane Amerikan üssünün bulunduğu ülkede, bizim milli bütünlüğü bozmak
istemekle itham edilmemiz gülünç olmaktadır.
35 milyon metrekare vatan toprağı işgal altında iken bizim milli
bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür. Mustafa Kemal sağ olsaydı
bugün çok şaşırırdı, iddianame baştan beri arzettiğim gibi sırf kelle
istemek maksadıyla hazırlanmıştır. Şeklen de hukuk mantığından
mahrumdur. Hukuki kıymetten ve değerden mahrumdur. 21 yılın hesabını 21
gençten sormak maksadıyla ve suçluların telaşı içerisinde hazırlanmış
bir iddianamedir.
Ben şunu iddia ediyorum ki hareketimiz tamamen Anayasal bir
harekettir. Anayasanın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı
direnme hakkını kullandık. Bu sebeple Anayasal bir davranışta bulunduk.
Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum.
Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple
Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik.
Bundan dolayı ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve
ancak onlar kendi canının telaşına düşsün ve ben 24 yaşındayken kendimi
Türkiye’nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.
Bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz
Deniz Gezmiş’in son mektubu…
Baba, Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış
bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi
biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar
doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı
süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi
normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir
zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden
şüphen olmasın. Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir.
Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu. Seninle
düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin
değil, (…) anlayacağını inanıyorum. Cenaze için, avukatlarıma gerekli
talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara´da 1969´da ölen
arkadaşım Taylan Özgür´ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi
İstanbul´a götürmeye kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor.
Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et.
Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki,
bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda,
yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi
ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…
Oğlun Deniz Gezmiş 6 Mayıs 1972, Merkez Cezaevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder